Osmanlı sarayında Akağaların başı ve sarayın en büyük yetkilisidir. Bu görev, II. Murad zamanında kurulmuştur. Babü's-saade ağaları XVI. yüzyıl sonlarına kadar, harem de dahil olmak üzere sarayın en büyük amiri sayılırlardı, Darü's-saade ağalığı da ilave olarak Babü's-saade ağalarının üzerinde idi. Fatih kanunnamesi hükmüne göre Babü's-saade ağası, padişaha doğrudan doğruya söz söyleyebilecek dört arz ağasından birincisidir. 1587'de Darü's-saade ağalığı görevi Babü's-saade ağalarından alınmış, sonra tekrar birleştirilmiş ve 1594'ten sonra görevler tekrar ayrılmıştır. Babü's-saade ağaları, seferde ve barış zamanlarında veya camiye çıkışlarda padişahla birlikte bulunurlardı; padişah göçte ve avda bulunduğu zamanlar ise sarayda kalırlardı. Saraydaki görevlerinden ayrılanlar, vezirlik rütbesiyle Mısır valiliğine gönderilirdi. XVI. yüzyıl sonlannda doksan akçe gündelikleri, her yıl onbeş zir... (Devam)
Türkçe'de genel olarak vergi ve resim karşılığı olarak kullanılır. Tarih metinlerinde mali deyim olarak vergilerden bahsedilirken, bunlara bac denildiği görülmektedir. Osmanlı kanunlarında bac deyimine sık sık rastlanır. Memleket yolları üzerinden geçen yahut memlekette kalmak üzere gelen mallardan alınan gümrük resminin adı bac-ı büzürg'dür. Fatih Kanunnamesi'nde bu genel anlamından başka, şehirlere mahsus alım-satım vergisi anlamına kullanıldığı da görülmektedir. Süleyman Kanunnamesi'nde de bu anlamdadır ve buna ait bazı maddeler olduğu gibi Fatih Kanunnamesi'nden alınmıştır. Bununla beraber Süleyman Kanunnamesi'nde daha başka ve ayn hükümler de vardır. Bac-ı bazar, bac-ı ağnam, bac-ı tamga, hayvanlardan alınan resim anlamına bac-ı kırtıl, yolculardan alınan resim hakkında bac-ı sevendegan, yabancı memleketlere götürülen mallardan alınan bac-ı ubur, bac-ı mizadet, bac payı gibi birleşik deyimlerde kelimen... (Devam)
Topkapı Sarayı'nda ve 1638 yılında Bağdat'ın zaptı hatırasını ebedileştirmek üzere yapılan ve "Bağdat Köşkü" adı verilen köşk. Mimarı kesin olarak bilinmemekle beraber, biçim araştırması yönünden zamanın mimarbaşısı Kasım'ın eseri olduğu sanılmaktadır. Bağdat Köşkü, Topkapı Sarayı'nda, dördüncü avluda Hırka-i Saadet dairesi önünde yapılmış setler üzerine kurulmuştur. Köşkten Boğaz ve Eyüp'e kadar Haliç görülmektedir. Köşk, sekiz köşeli geniş bir plan üzerine yapılmıştır. İçeride dört köşeye sedir eyvanları yerleştirilmiştir. Duvarlarda altlı-üstlü iki sıra halinde 32 pencere vardır. İki pencere katı arasında uzanan dar ve uzun kısımları, üzerinde beyaz yazılarla işlenmiş ayetler taşıyan mavi çinilerle süslenmiştir. Bu yazılar Enderun'dan Tophaneli Mahmud Çelebi hattıdır. Köşkün kapıları, pencereleri ve dolaplarının kanatları fildişi, sedef ve bağa ile; iç duvar ve kemerle... (Devam)
XIX. yüzyıldan saltanatın kaldırılmasına kadar deniz kuvvetlerinin bağlı olduğu nezaret.
Osmanlı Devleti'nde deniz kuvvetlerinin yönetimi Kaptan-ı Derya veya Kaptan paşalara verilmiş ve kalyonlar filosu kurulunca (1682), denizcilik önem kazanmıştır. Baş muhasebeci Mustafa Efendi Şıkk-ı Salis defterdarlığı rütbesiyle kalyonlar defterdarlığına getirilmiş; bu göreve bir süre sonra Tersane Emirliği adı verilmiştir.
III. Selim döneminde, donanmanın yeniden düzenlenmesi ile (1804) bu göreve Moralı Seyid Ali Efendi getirilmiş; bunun yanısıra Şıkk-ı Salis ve Tersane-i Amire defterdarlığından başka "Umur-ı Bahriye Nazırı" unvanı da verilmiştir. III. Selim'in tahttan indirilmesinden sonra Bahriye Nazırı Kethüda İbrahim Efendi'nin öldürülmesi üzerine kaldırılmıştır.
II. Mahmud döneminde, deniz kuvvetlerinin ayrı bir önem kazanması ve tersane işlerinin çoğalması üzerine mali konularla ilgilenmek üzere "Bahr... (Devam)
Tanzimat'a kadar devletin mali işlerinin başında bulunan görevlidir. Ayrıca "Rumeli Defterdarı", "Şıkk-ı evvel defterdarı" da denirdi. Baş defterdarlığın hangi tarihte kurulduğuna dair kesin bir bilgi yoktur. Osmanlılarda XIV. yüzyılın son yarısında ve I. Murad zamanında maliye teşkilatının temeli atıldığına ve zamanla geliştirildiğine göre defterdarlığın çok geçmeden ihdas edildiği anlaşılmaktadır. Fatih Kanunnamesi'nde defterdarlıktan söz edilmesi de bunu doğrulamaktadır. XV. yüzyılın son yarısına kadar bir Başdefterdar ile onun maiyeti olarak hazine ve mal defterdarları vardı. Bütün mali işlerden Başdefterdar sorumlu idi. Daha sonraları fetihler sebebiyle ülkenin genişlemesi üzerine, iki defterdar tayin edildi. Bunlardan Rumeli'deki haslar ile mukataalara bakan Başdefterdar veya Rumeli Defterdarı, Anadolu'daki haslarla mukataalara bakana da Anadolu Defterdarı denirdi. XVII. yüzyıl ortalarından itibaren defterdarl... (Devam)
Savaş sırasında orduya gönüllü olarak katılanlara verilen addır. Bunlar düzenli ordunun asıl kuvveti ile karıştırılmaz, süvari veya piyade olarak katıldıklarına göre, ayrı silah ve teçhizat ile ayrı kumandanlar idaresinde olarak teşkil edilen kıtalar halinde ve yardımcı asker suretinde görev yaptırılırdı. 1854 Osmanlı-Rus savaşı sıralarında disiplinli bir hale getirilmelerine çalışıldı ve bu iş ile özellikle Fransız generali Joussouf ile İngiliz generali Biston görevlendirildi ise de bir sonuç alınamadı. Başıbozukların düzensizliği özellikle 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda kendini göstermiş ve bu usul o zamandan sonra bütünüyle terkedilmiştir. Eskiden taşradan İstanbul'a gelip, yersiz-yurtsuz dolaşanlara da başıbozuk denilirdi. Sonraları, askeri sınıfa dahil olmayan bütün sivil halka başıbozuk denilmiştir. (Devam)
Yeniçeri Ocağı'nın ağa bölüklerinden beşinci bölüğün kumandanı ve bütün ocağın başçavuşu idi. Kendisinden başka iki çavuştan, orta çavuş ve küçük çavuştan ayırmak için bu ad verilmiştir. Çavuş-i büzürg veya Serçavuş da denilirdi. XV. yüzyılın ortalarından XVI. yüzyıl ortalarına kadar ocak çavuşu, sekbanlar çavuşu idi. Ayrıca odası da yoktu. Ağa bölüklerinin kurulmasından sonra çavuşluk, sekbanlar çavuşundan alınarak ağa bölüğünde ihdas edilen "başçavuş"a verildi ve beşinci ağa bölüğünde ona oda tahsis edildi. Başçavuşlara önceleri on akça günlük tayin edilmiş iken sonradan bu miktar arttırılarak on üç ve daha sonra yirmi, yirmi bir akça oldu. (Devam)
Buharlı gemilerin icadından önce Osmanlıların kullandıkları savaş gemilerinden birinin adı. Bastarda, bir cins küçük gemi, kadırganın küçüğüdür. Yelkenle ve kürekle hareket eden gemilerde oturak "birim"di. Oturak sayısı çoğaldıkça gemilerin adı da değişiyordu. İşte bunlardan 26-36 oturaklı gemilere baştarda denilirdi. Bu gemilerin büyüklük itibariyle birbirinden farklı olmak üzere birkaç çeşidi vardı. En büyüğü olan 36 oturaklısı "paşa bastardası" adını alıyordu. Bu gemilerin uzunlukları 210'dan 216 Osmanlı kademidir (yarım arşın uzunluğunda bir ölçü olup, 34 cm). Bastardaların kadırgalarda olduğu gibi baş taraflarına üçer top konulduktan başka çıkmaları üzerine de dörder beşer top yerleştirilirdi. Paşa gemisi olduğuna işaret olmak üzere kıç kamaraları üzerinde üçer fener yakılırdı. Paşa baştardasına 84'ü gemici ve topçu, 216'sı savaşçı ve 500'ü de kürekçi olmak üzere 800 müretteb... (Devam)
Osmanlı İmparatorluğu'nun son zamanlarında sadrazamlar ve Cumhuriyet devrinde hükumet başkanları için kullanılmış olan resmi unvan. II. Mahmud, Yeniçeri Ocağı'nı kaldırdıktan sonra devlet teşkilatında yaptığı yenilikler arasında Dahiliye, Hariciye ve Maliye nezaretlerini kurmuş, sadrazam ve sadaret tabirlerini de değiştirmeyi isteyerek 30 Mart 1838'de bir hatt-ı hümayunla son sadrazamı Rauf Paşa'dan sadaret yerine Başvekalet ve sadrazam yerine Başvekil tabirlerinin kullanılmasını istemiştir. Böylece kabul edilen Başvekil unvanı II. Mahmud'un ölümüne (2 Temmuz 1839) kadar devam etmiş ve Abdülmecid'in cülusunda hükumetin başına kendini geçirten Hüsrev Paşa en geniş yetkilerle yine sadrazam unvanını almıştır. I. Meşrutiyet'in ilanından bir süre sonra II. Abdülhamid tarafından kendisine sadaret teklif olunan Ahmed Vefik Paşa, Meşrutiyet'in bir gereğidir diye Başvekillik makamını yeniden şart olarak ileri sürdüğünden... (Devam)
Yeniçeri birliklerinin bayraklarını taşımakla görevli subay. Bayraktara Bayrakçı ve Alemdar da denilmiştir. Yeniçeri Ocağı'nı teşkil eden yaya, sekban ve ağa bölüklerinin veya ortaların herbirinde bir bayraktar bulunur ve derece sırasına göre bayraktar, ortaların subayları arasında beşinci gelirdi. Yeniçeri Ağası'nın maiyetini teşkil eden ve Ağa Gediklileri denilen 19 kişilik maiyetin içinde de ocağın en büyük bayrağını taşımakla görevli bir Baş Bayraktar vardı. Diğer Kapıkulu ocaklarının herbirinde de bir bayraktar bulunurdu. Yeniçeri ortalarında birliğin en kıdemlisi olan Başeski ve subay derecesinde tutulan kişiler de bayrak taşıma işinde bayraktarın yardımcısı idiler. Yeniçeri Ocağı'nda İmam-ı Azam Bayrağı, Ağa Sancağı, Alay Bayrağı, Kethüda Bayrağı ve Çatal bayrakları vardı. Seferde İmam-ı Azam bayrağı Yeniçeri Ocağı Ağası'nın çadırının önüne dikilir, bölük ve ortaların bayraklar... (Devam)
Osmanlı Devleti'nin sonuna kadar Harbiye Nezareti olan bina bahçesi içinde, bugün İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi olarak kullanılan binaya verilen addır. Bu bina Osmanlı Devleti'nde askeri cezaevi olarak kullanılmıştır. Meşrutiyet'ten önce (1908) cezaevi memurluğu yapan Bekir Ağa'nın adına nisbetle bu adı almıştır. Meşrutiyet döneminde, iktidara karşı olan siyasi mahkumlar burada hapsedilmişlerdir. Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918)'nden sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti ileri gelenleri ve eski nazırlar Bekir Ağa Bölüğü'nde hapsedilmişler ve oradan Malta'ya sürülmüşlerdir. (Devam)
Osmanlılarda padişah çocukları için yapılan törendir. Şehzade dünyaya gelince saray kethüdası tarafından Darphaneye süslü bir beşik ısmarlanırdı. Beşik, kethüda, baş efendi, başkullukçu, çantacı, kaftancı, enderum ağaları ve diğer saray mensupları tarafından harem dairesinin divan yerine bitişik olan kapısına getirilir, beşiği orada darüssaade ağası, hazinedar ağa, başkapı gulamı, hazine vekili ve nöbetçi ağalar teslim alırlar, harem dairesine götürürlerdi. Emeği geçenlere bu iş için saraydan hediyeler verilirdi. (Devam)
Osmanlı Devleti'nin idari teşkilatında Tanzimat dönemine kadar kullanılmış bir tabirdir. Osmanlı Devleti'nin yükselme döneminde devletin işlerini yürütmekle görevli olanlar bir hayli artmıştır. Bunlardan sarayda görev alanlara Enderun, devlet yönetiminde göre alanlara da Birun denilmiştir. Birunlann en büyüğü sadrazamdır ve alt kademeye kadar bu sıra devam eder. Birunların tayinleri, terfileri için özel ve belli bir düzenleri vardı. Birun büyüklerinin görev yaptığı binaya Babıali denilirdi. (Devam)
Yeniçeri Ocağı ağalarına verilen ad. Birin ağaları tabiri, Enderun ağalarının karşılık kullanılırdı. Birun ağalarının başı, yetkileri çok geniş olan Yeniçeri ağası idi. Yeniçeri ağası, Yeniçeri Ocağı'nın başı ve askerin başkomutanı olmakla beraber şehrin asayişinden de sorumlu idi. Sipahiler ağası, silahtar ağası, azap ağası, topçubaşılar, mehterbaşılar da bu meyanda sayılırlardı. Sayısı yirmi dördü bulan Birun ağalarının önemli görevleri vardı (Devam)
İstanbul ve Çanakkale boğazlarının uyacağı askeri, hukuki ve siyasi durumlar dolayısıyla doğan meseleler.
Boğazların iktisadi, siyasi ve askeri bakımlardan büyük önemleri sebebiyle "Boğazlar", "Boğazlar Meselesi" ve hatti "Boğazlar Rejimi" deyimleri kullanılmıştır.
Karadeniz'de kıyısı bulunan ülkelerin ve Asya memleketlerinin ürünlerini Avrupa'ya ulaştıracak yol Boğazlardan geçer. Onun içindir ki, bu yol eski zamanlardan beri birçok devletler arasında devamlı bir mücadele konusu olmuştur.
Sebep oldukları mücadeleler yönünden Boğazların durumlarını iki bölüm halinde incelemek gerekir:
a )Türk hakimiyetinden önceki devre
b)Türk hakimiyeti altındaki devre
a)Boğazların Türk hakimiyetine girmesinden önceki devre:
Eski Yunan'da önem taşıyan ticari yollar, özellikle Karadeniz'e geçen yol birçok savaşların sebebi olmuştur. Boğazlar, M.Ö. III. yüzyılda Romalıların hakimiyetine girip önemlerin... (Devam)
Romanya'nın Moldavya (Moldova), Eyaletine Osmanlılarca verilen ad.
Bu ad, Boğdan voyvodalığını kuran Kuzey Transilvanyalı Boğdan'dan gelmedir. Boğdan'a Avrupa kaynaklarında "Ulahlar ülkesi" manasınaa Valachia denilmektedir, İlkçağ'da burada İskitler ve Thrak soyundan Daklar oturmuştur; daha sonra buraya Gotlar, Alanlar, Islavlar ve birçok Türk kabileleri gelmiştir.
Hunlar (IV. yüzyıl) ve Avarlar (VI. yüzyıl) buradan Macaristan'a geçmişler ve orada yerleşmişlerdir. Volga boylarından gelen Bulgarlar (VII. yüzyıl) ile Macarlar da buradan geçerek sonradan kendi adlarını verdikleri ülkeye yerleşmişlerdir (IX. yüzyıl). Daha sonra Boğdan'a, Peçenekler (IX- XII. yüzyıl), Kumanlar (XI.-XIII. yüzyıl) ve nihayet Moğollar gelmişlerdir (XIII. yüzyıldan sonra).
Bu kavimler yerli halk ile kaynaşıp erimişlerdir. Bunlar içinde varlıklarını bugüne kadar koruyabilenler Gagavuzlar ile Katarlar'dır. Boğdan'ın Rumen aslından olup Is... (Devam)
Bostancılar, Osmanlı saray teşkilatında, sarayın dâhilinde ve haricinde bulunan padişahlara ait bahçe ve bostanlarla padişah ve saray hizmetindeki kayıklarda görev yapan hizmetlilerdir.
Marmara ve Boğaziçi sahillerinin muhafazası ile de bostancılar ilgilenirdi. Devşirme döneminde Bostancı Ocağı'na Anadolu ve Rumeli'den toplanan acemiler alınırdı. Devşirmeler Bostancı Ocağı'na alınırken Bostancıbaşı da hazır bulunur ve Bostancıbaşı'nın nezareti altında acemi oğlanı ayrılırdı.
Acemi ocaklarında hizmet edip yetişen bostancılar, XVII. yüzyılın sonlarına kadar, zaman zaman hizmet derecelerine göre kapıcılığa, tersane ocağına ve bahçe ustaları ve kıdemli bostancılar süvari bölüklerine çıkarılırlardı. Bunların çıkışlarında kendilerine biner akçe silah baha adı ile silah parası ve süvari bölüklerine çıkanlara da bu paradan başka saray ahırlarından birer at verilirdi. Daha sonraki tarihlerde bost... (Devam)
Osmanlı İmparatorluğu'nun Macaristan'da kurduğu Budin Eyaleti'nin merkezi.
Eski Osmanlı kaynaklarında Budun, Budin şekillerinde de geçer. Budin, Sultan Kanuni Süleyman tarafından Macar Kralı II. Lojos'un Mohaç Meydan Muharebesi'nde yenilmesinden (28 Ağustos 1526) sonra fethedilmiştir.
Budin'de Osmanlı ordusu pek çok ganimet ele geçirmiştir. Bunların arasında Sultan Fatih Mehmed'in 1456'da Belgrad önünden çekilirken bıraktığı iki büyük top ile Macar krallarından Korvin Matyas'ın kitaplığı ve tunçtan yapılmış Diana, Apollon, Herakles heykelleri ve iki büyük tunç şamdan vardı. İstanbul'a getirilen bu heykeller At Meydanı'nda dikilmiş, şamdanlar da Ayasofya mihrabının iki tarafına konulmuştur.
Sultan Kanuni Süleyman Budin ve Peşte'de iki hafta kalmış ve Mohaç Muhaberesi'nde varis bırakmadan ölen II. Lajos'un yerine Erdel asillerinden Ja-nos Szapolyai'yi Macar tahtına geçirdikten sonra İstanbul'a dönmüştür.
Osmanlı padişahlarına, Mısır eyaletinden gelen gelir hakkında kullanılır bir tabirdir. Aynı tabir çeşitli kaynaklardan gelen paralar hakkında da kullanılırdı. Mısır'dan gelen bu para, 1587 yılına kadar beş yüz bin altın, XVII. yüzyıl başlarında altı yüz bin altındı (Devam)
Tımar ve zeamet sahiplerinin sefer sırasında kendilerinden başka götürmeye mecbur oldukları savaşçılara verilen addır.
Cebelu silahlı asker demektir. Lehçe-i Osmani'de Cebelu "Tımar sahiplerinin yedek götürdükleri silahlı adamlar, kafileyi muhafaza için verilen yerli süvari" diye tarif olunmaktadır. Cebelu ismi, zırh giydikleri için verilmiştir. Savaşlarda kahramanlık gösteren cebelulara tımar verilirdi. (Devam)
Topkapı Sarayı içinde Çizme Kapı denilen bölgeden Ortakapı denilen yere kadar uzanan duvarın önünde olan çeşmeye verilen addı. Bu çeşmeye Siyaset Çeşmesi adı da verilirdi. Siyasetten idama mahkum olanlar bu çeşmenin yalağı içinde kesildiklerinden çeşmeye bu ad verilmişti. Cellad idam hükmünü yerine getirdikten sonra ellerini, satırını, bıçaklarını bu çeşmede yıkardı. (Devam)
Yeniçeri Ocağı, saray ve diğer teşkilatlarda hizmet gören topluluklar hakkında kullanılan genel bir tabirdir. Bu toplulukların bir kısmının isimleri ve hizmetleri şunlardır: Cemaat-ı abkeşan (sucular), cemaat-ı acemiyan (acemiler), cemaat-ı ambarciyan-ı hayme (çadırcılar), cemaat-ı cameşuyan (çamaşırcılar), cemaat-ı habbazin (ekmekçiler), cemaat-i teberdaran (taberdarlar, baltacılar), cemaat-i şütürban (deveciler), cemaat-i bevvabin (kapıcılar), cemaat-i celladan (celladlar). (Devam)
Yeniçeri Ocağı'nı teşkil eden ortaların 1-10 adedinin aldığı unvandır. Bunlara yayabeyler de denilirdi. Cemaat ortalarından hudut muhafızlığına tayin olanlar da vardı. Subayları kale anahtarlarını saklamak, yeniçeri ağısının karşısında ata binmek gibi imtiyazlara sahipti. Cemaat ortalarından 60, 61, 62 ve 63. ortalar padişahın maiyetinde kullanılır ve kendilerine solak adı verilirdi. Bunların amirlerine solakbeyi denilirdi. (Devam)
Beylerbeyi, sancakbeyi, kadı gibi büyük memurların, bir yere tayinlerinde sarf etmeleri gelenek olan bahşişlerdir. Bu bahşişler harc-ı ferman, tebşiriyye-i mutade, harc-ı beha, kudumiye gibi isimler altında vergi olarak eyalet veya sancaktaki halktan toplanırdı.. Tanzimat Fermanı (1839) ile cevaiz kaldırılmıştır (Devam)
Osmanlı Devleti saray teşkilatında "Erkan-ı birun" denilen ve dış hizmetlerde görevlendirilenlerin ağalar arasında, teşrifatta (protokolde) önde gelenin adıdır. Fatih Kanunnamesi hükümlerine göre, Çakırcıbaşı'nın teşrifattaki yeri sarayın ahır müdüründen (mirahur) sonra geliyordu. Çakırcıbaşı'nın ulufesi yılda yüz altmış akçeydi. Çakırcılar, Çakırcıyan-ı Hass, Şahinciyan, Atmaciyan adıyla üçe ayrılmışlardı. Son ikisinin başına "Doğancıbaşı" ve "Atmacıbaşı" sıfatıyla iki subay tayin edilmiştir. Çakırcıbaşı, padişahın atının yanında yürüme imtiyazına sahip olan "Özengi ağaları" da denilen "rakip ağaları"ndan idi. (Devam)
Günümüzde Avrupa'da Dinyester ve Prut nehirleri arasında, Karadeniz'den Polonya'ya kadar uzanan bölge. XV. yüzyılda Osmanlılar Besarabya'ya akınlar yapmaya başlamışlardır. II. Bayezid zamanında bölgedeki Akkerman ve Kili kalelerinin alınması üzerine, Boğdan voyvodası Stefan Cel Mare Osmanlı hakimiyetini tanımak zorunda kalmıştır (1492). Sultan Kanuni Süleyman zamanında Boğdan voyvodası Petru Rareş'in itaatsizlik göstermesi üzerine yapılan sefer sonunda Besarabya kesin olarak Osmanlı Devleti'ne bağlanmıştır (1538). Kanuni bu seferden sonra Bender'de bir kale yaptırdığı gibi, Kili ve Akkerman kalelerini de tamir ettirmiştir. Karadeniz'in bir Osmanlı gölü haline geldiği, Dobruca ve çevresi Osmanlı çoğunluğun yerleştirildiği bu dönemde Besarabya, Osmanlıların, Boğdan ve Lehistan işlerini denetledikleri bir sınır eyaleti olmuştur. Ayaklanan halkın 1540'ta öldürdüğü Rareş'ten sonra, ayaklanma 200 yıl kadar devam etmişse... (Devam)
Osmanlı Devlet teşkilatında Yeniçeri Ocağı'ndan çeşitli sebeplerle atılarak kayıtları silinenlere verilen addır. Daha sonraları bunlar için "Kaydı terkin olmuş" deyimi kullanılmıştır. Ancak hataları affedilip yeniden ocağa alınanlar için yapılan işleme de "çalık tashihi" denilmiştir. Yeniçeri Ocağı'nda çalık tashihi işlemleri sebebiyle, ocak ileri gelenleri tarafından pek çok yolsuzluklar yapılmıştır (Devam)
Yürüyüş halindeki ordunun öncülüğü görevini yapanlar hakkında kullanılan bir tabirdir. Bunlar ordunun en seçkin grubunu meydana getirirler. Süvari olan Çarhacıların sayısı dört-beş bindi. Bunların amiri "Çarhacıbaşı" idi. (Devam)
Osmanlı Devleti'nde büyük eyaletlerin yönetimine memur edilen idari görevlidir. Beylerbeyi, eyaletlerin daha çok askeri idaresiyle meşgul olurdu. Osmanlı tarihinde önemli yeri olan Beylerbeyliğin kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, ilk Beylerbeyi'nin bazı kaynaklarda Lala Şahin Paşa, bazılarında ise Timurtaş Paşa'nın olduğu yazılmaktadır. Avrupalı tarihçilere göre, İstanbul'un fethinden sonra Bizans'ın doğuya ve batıya ait iki (demostikos lön Skbolön) ordu komutanı teşkilatı örnek alındığı iddia ediliyorsa da fetihten önce Rumeli ve Anadolu'da bu görevlilerin bulunduğu bilinmektedir. Bu teşkilatı Osmanlılar, Selçuklulardan almışlar, yetkilerini kendi idari sistemlerine göre uygulamışlardır. Beylerbeylerin emirleri altında sancakların mülki idaresine bakan sancakbeyi kazaların güvenliğine bakan subaşı, adalet işlerine bakan kadılar vardı. Bunlar bölgelerini geniş yetki ile idare ederlerdi. Divan-ı Hümayun... (Devam)
Boğaziçi kıyılarında, Beylerbeyi köyünün güneyindedir. II. Mahmud tarafından, III. Murad dönemi beylerbeylerinden Mehmed Paşa'nın sarayının yerinde, II. Mahmud tarafından yaptırılmıştır (1827-1828). Abdülmecid döneminde çıkan bir yangm sonucu tamamen yandığından, 1865 yılında Abdülaziz tarafından yeniden yaptırılmıştır. Sarayın dışı ve içi çok gösterişlidir. Özellikle havuzları, üst katında bulunan hamamı ile çok güzel bir mimari örneği verir. Setler halinde çok büyük olan bahçesinde eskiden çeşitli hayvan beslenirdi. Beylerbeyi Sarayı'nda Abdülaziz, sık sık oturduğu gibi Türkiye'ye gelen yabancı devlet başkanlarına da burası tahsis edilirdi. Balkan Savaşı'nda II. Abdülhamid Selanik'ten İstanbul'a getirilmiş ve ölümüne kadar bu sarayda kalmıştır. (Devam)
Osmanlı Devleti'nde Divan-ı Hümayun'a gelen iradeleri ve fermanları kaydetmekle görevli memurdur. Beylikçi, sadrazam tarafından sorulan sorulara da cevap yazar, Divan-ı Hümayun'da kabul edilen kararlar hakkında bilgi verirdi. Hariciye Nezareti kuruluncaya kadar Babıali'nin dış siyasete ait kayıtlarını Beylikçi tutar, yapılan antlaşmaları inceler ve bunlar hakkında istenince bilgi verirdi. Fermanlar ve beratlar Beylikçi Kalemi'nde yazılır, harçları alındıktan sonra sahiplerine verilirdi. Beylikçi Kalemi'ne ait evrakları hazırlayıp Beylikçi'ye veren memura Beylikçi Kesedarı adı verilmiştir. Tanzimat'a kadar (1839) Reisülküttapların yardımcısı sayılan Beylikçiler, II. Mahmud zamanında hariciye nezaretinin kurulması ve Reisülküttaplığın kaldırılması üzerine sadaret makamına bağlanmışlar ve Osmanlı Devleti'nin son yıllarına kadar Babıali'nin büyük memurlarından biri olarak vazife yapmışlardır. (Devam)
Sultan II. Abdülhamid'e Yıldız Camii'nden çıkarken yapılan suikaste son devir kaynaklarında Bomba Olayı adı verilmiştir.
Bu suikast, Anadolu'nun Vilayet-i Sitte denilen altı vilayetinde bir Ermenistan hükümeti kurmak isteyen Ermeni komitecileri tarafından düzenlenmiştir. Ermeni komitecilerinin gayesi, padişahı öldürdükten sonra, Babıali'yi, Galata Köprüsü'nü, Tünel'-i, Osmanlı Bankası'nı yabancı sefarethaneleri ve diğer bazı özel, resmi birçok kuruluşu havaya uçurarak, ihtilal çıkartmak ve bu şekilde Avrupa devletlerinin askeri müdahalelerini sağlayarak Ermeni meselesini halletmektir. Suikastin elebaşıları Troşak ismindeki Ermeni ihtilal cemiyeti reislerinden Samoil Kayın (Hristofor Mikaelyan) ve Robina Kayın ve Konstantin Kabulyan (Safo) isminde üç Rus Ermenisidir. Bunlar Beyoğlu'nda Moraviç apartmanında bir ay kalıp, İstanbul'daki adamlarını teşkilatlandır-mışlardır. Singer kumpanyası memurlarından Belçikalı anar... (Devam)
Yeniçeri Ağası, topçu ve gece bekçiliği görevi yapan asesbaşıların giydikleri başlığa verilen ad. Üzerine tülbent sarılır. Tülbendin öne gelen tarafı çatal biçimindedir. İsmini şeklinden alır. Yeniçeri Ağası'nın giydiği çatal kalafatın rengi kırmızı, topçubaşı ile asesbaşınınki ise yeşildir. (Devam)
Yeniçeri Ocağı bölük ve ortalarının bayraklarından birine verilen ad. Bu bayrağın rengi yarısı kırmızı, yarısı sandır. Şeklinden dolayı "Çatal Bayrak" adını almıştır. (Devam)
Osmanlılarda bölük, Tanzimat'tan sonra bir yüzbaşı komutasındaki piyade veya süvari birliğine verilen ad.
Osmanlıların askeri teşkilatında, Kapıkulu Ocakları ve askerlerinde Bölük kullanılmıştı, ilk Yeniçeri Ocağı'nda 100'er kişilik 10 bölük, Gelibolu Acemi Ocağı'nda da 50'şer kişilik 80 bölük bulunuyordu.
Bölük kumandanlarına Çorbacı adı verilmiştir, İstanbul'daki Acemi Ocağı 31 bölükten meydana gelmiştir. 1. bölüğe Ata bölüğü denilirdi. Bölük ayrıca 9 bölüğe ayrılırdı. Bunların hepsini birden idare edene de bölükbaşı denirdi. Önceleri 10 bölük olan Yeniçeri Ocağı sonraları 101 bölük olmuştur ve orta veya cemaat adı verilen bu bölüklerin ayrı ad ve görevleri bulunurdu. Fatih dönemine kadar ayrı bir ocak olan sekbanlar da bu dönemde 65 bölük olarak ocağa katılmışlardır. Hükumet bu bölüklerin her birine yerine göre farklı muamele gösterirdi. (Devam)
Osmanlı askeri teşkilatında ağa bölüklerinin kumandanlarına mülki teşkilatta da çeşitli grupların başkanlarına verilen ad. Bölükbaşı atlı olup, atlarının sol tarafına bir demir gürz ve bir kalkan asılıydı. Padişahlar camiye giderken Bölükbaşları, süslü elbiseler ve başlarına da değerli taşlarla işlenmiş başlık giyerler, ellerinde mızrak gibi uzun kamışlar tutarak alaya katılırlardı. XVI. yüzyılda ağabölüğü Bölükbaşlarının mevcudu 58 olup gündelikleri 9 akçe idi. Zamanla mevcutları ile birlikte gündelikleri artmıştır. Bölükbaşları, kale muhafızlığı göreviyle ve 8.000-15.000 akçe dirlikle tımara çıkarlardı. Yeniçeri Ocağı'ndaki bölükbaşılarından başka kapıkulu süvarisinin bölükleri dışındaki bölüklerin kumandanlarına ve sarıca sekban, levend, tüfekçi denilen kapı halkı teşkilatının başında bulunanlara da bölükbaşı denirdi. (Devam)
Başlık, külah. Osmanlı Devleti'nin ilk dönemlerinden itibaren orduda çeşitli şekiller alarak kullanılmıştır. Yıldırım Bayezid döneminde yeniçeriler için resmi başlık olarak kabul edilmiştir. Fatih döneminde de işlemelerle süslenmiştir. Börk'ün alt kısmı şerit halinde sırmayla işlenir, ön kısmına da sarı, metal bir kaşıklık eklenirdi Kaşık yoldaşlığı, Yeniçeriler arasında büyük önem taşıdığından, buraya birer kaşık sokulurdu. Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Bey, kırmızı kadife veya çuhadan yapılmış, üstüne sarık sarılan bir başlık giyerdi. Bu başlığa, Börk-i Horasani denirdi. Börkler, belli sanatkarlar tarafından yapılır ve bunlara "börkçi" denirdi. XI. yüzyılda bilinen dört çeşidi şunlardır: 1-Sukarlaç Börk: Uzun bir külah. 2-Kızıglıg Börk: Kıyılı Börk. Kenarları külah, çevresine kıyılık dikilmiş külah. 3-Kuturma Börk: Önde ve arkada iki kanadı bulunan bir Börk çeş... (Devam)
Alman kruvazörü. 10 Ağustos 1914'te Yavuz (Goeben) zırhlısıyla birlikte İngiliz takibinden kurtulmak için Osmanlılara sığındı. Seferberlik ile silahlı bitaraflığını ilan etmiş olan Osmanlı İmparatorluğu, İngiltere'nin elkoyduğu iki gemisine karşılık, bu gemileri satın aldığını ilan etti. Osmanlı hükumeti bu kruvazöre Midilli adını vermiştir. Gemilerdeki Alman mürettebat görevlerine devam ettirilmiştir. Osmanlı Devleti'ni emri vaki ile savaşa sokmak için Karadeniz'e çıkan gemiler Rus limanlarını topa tuttular. Bu bombardıman sonucu Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı'na katılmak zorunda kaldı. Midilli kruvazörü İmroz Adası'na yapılan bir saldırı sırasında mayın tarlasına düşerek mürettebatıyla birlikte battı (20 Ocak 1918). Midilli kruvazörü 4.550 ton ağırlığındaydı. Hızı 27 mil/saat olan kruvazörün 105 mm.lik 12 topu ile 450 mm.lik bir torpido kovanı vardı. (Devam)
Emretmek, ferman etmek, hükmeylemek manalarına gelen "buyurmak" mastarından alınan buyruldı tabiri Osmanlılarda vezir ve beylerbeyiler tarafından bir işin ne şekilde yapılacağı hakkında ya re'sen ya da bir muamele üzerine derkenar suretiyle verilen talimatın adıdır. Herhangi bir iş hakkında "Şöyle yapılması emrolundu" yerine "Şöyle yapmak buyruldı", "Babıali'ye takdime müsareat edesiz deyu buyruldı" gibi emirlerin sonuna gelen bu özel tabirden dolayı veziriazam, vezir ve beylerbeyilerin emirnamelerine buyruldı denilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nun sonuna kadar sadrazamların ya re'sen ya da bir muamele dolayısı ile mektubi kaleminden yazılan kağıtlara buyruldı-ı sami adı verilmiştir. (Devam)
1-XIV. ve XV. yüzyıllarda döşemecilikte kullanılan, bazen elbise yapımında da kullanılan ipek kumaş; 2-Bir tahtın, bir yatağın, bazen de bir katafalkın üzerine kurulan tavan; 3-Kilise mihrabının üst kısmını kaplayan tahta, mermer veya madenden yapılmış tavan. 4-Osmanlılar döneminde padişahların tahtları üzerine kurulan yüksek tepeli çadır biçiminde gölgelik. Çetir bir tahtın veya yatağın başına şemsiyeye benzer şekilde yapılırdı; Çetir, Avrupa'ya geçtikten sonra şemsiye şeklinde çoğalmıştır. (Devam)
Osmanlı saray teşkilatı ve devlet yönetiminde bir görev. Genellikle maiyet memurları bu unvanla anılırlardı. Çuhadan yapılan elbise giydiklerinden veya yüksek rütbeli memurların kapılarında, çuha perde önünde hizmet gördükleri için bu adı almışlardır. (Devam)
Darülulum, Durülilm, Külliye, Camia diye de anılır.
XIX. yüzyıl başlarında kurulurken medreselerde öğretilmeyen konuları öğretmek gerekçesine dayanmıştı. Üniversiteden daha aşağı bugünkü liseler düzeyinde eğitim yapılırdı. Sıbyan (ilk) okullarının ıslahı ve rüştiye (orta) okullarının kurulması (1838)ndan sonra darülfünun teşebbüsüne de girişilmiştir. Aynı yıllarda açılan Mekteb-i Maarif-i Adliye ve Mekteb-i Fünun-ı Edebiye de rüştiyeler üstünde kurulan okullardandır. Ancak, sonraki yıllarda yurdun en yüksek okulu kavramını belirten bu ad, İstanbul Üniversitesi'nin kuruluşuna (1933) kadar Türkiye'de üniversite karşılığı bir terim olmuştur.
1845'te kurulan geçici maarif komisyonu, sıbyan ve rüştiye okullarının ıslahı ile ilgili düşünceler arasında, daha yüksek derecede bilgi veren, devlet dairelerine memur yetiştirecek, her çeşit bilgiyi öğre... (Devam)
Sınır üzerinde bulunan küçük kale; dağ üzerindeki geçitlerde ve boğazlarda bulunan karakol. Ayrıca iki dağ arasındaki geçit ve boğaz anlamına da gelir. (Devam)
Tanzimat'tan önce geçit yerlerini muhafaza edenler için kullanılan bir tabirdir. Yolların korunması, ticaret yollarının güvenliğinin sağlanması için köprücüler, su yolcular gibi derbentçiler de kullanılırdı. Yaptıkları hizmet karşılığı belli bir toprağı kullanma hakkı elde ederlerdi. Tanzimat'ın ilanıyla beraber (1839) bu vazife de devletin görevleri arasına alınmıştır. (Devam)
Osmanlı saray teşkilatında divan çavuşlarından selam görevinde bulunanlar için kullanılan bir unvandır.
"Selam Çavuşu" da denilirdi. Görevi, alaylarda padişah ve sadrazam ata biner ve inerken alkışlamaktı.
Bu alkışa bütün çavuşlar hep birlikte hu diye mukabele ederlerdi. Duacı Çavuşu, yeniçerilere ulufe verildiğinde teşrifat işleri ile meşgul olur, selam taşı yanında durarak sadrazamla Yeniçeri Ağası ve diğer divan üyelerinin selamını alırdı.
Bayram münasebetiyle arife günü ikindi ezanından sonra başlayan törenin sonunda Duacı Çavuşu nazım ve nesri dua eder, çavuşlar amin derlerdi. Yaptığı dua için Duacı Çavuşa hediyeler verilirdi. (Devam)
Gazi Ahmed Muhtar Paşa tarafından kurulan ve üç eski sadrazamın da dahil olduğu kabine. İttihad ve Terakki'ye muhalif olarak ortaya çıkan ve "Halaskar Zabitan Grubu" adı ile anılan gizli cemiyetin faaliyetleri sonucu Said Paşa istifa etmiş, sadaret teklif edilen Londra elçisi Tevfik Paşa da padişah için "Na kabil-i kabul" olan "Meclis-i Mebusan'ın dağıtılmasını" şart olarak öne sürmüştü. Sadaret'e 1912'de (9 Temmuz 1328) Ahmed Muhtar Paşa tayin edildi. Bu arada İttihat ve Terakki'ye mensup valilerin görevden alınması meselesinden Hüseyin Hilmi Paşa da istifa etmiş ve yerine Sami Paşazade Halim Bey getirilmiştir. Büyük Kabine'nin karşılaştığı güçlükler, devletin iç gaileleri yanında, Balkan devletlerinin aralarında anlaşarak hazırlıklarını yapmaları ve Osmanlı Devleti'ne savaş açmalarıdır. Rumeli'deki ıslahat meselesinde delege bulundurmaları ve silah altındaki Osmanlı askerinin terhisi gibi kabulü mümkün olmaya... (Devam)
Kuzey Suriye'de, Fırat ırmağının sol kıyısında, eski bir kale harabesi ve Rakka'dan Balis'e uzanan yol üzerindeki konak yeri. Caber Kalesi bugünkü Rakka şehrinin batısında, Fırat'ın sağ yakasındaki Sıffin'in karşısında ve Halep'in güneydoğusunda bulunur. Kalenin Osmanlılar açısından önemi, Osman Bey'in büyük babası Süleyman Şah'ın mezarının burada bulunmasındandır. İslamlıktan önce ve İslamlığın başlangıcı sırasında buraya Davsara, Arap coğrafyacılarınca da Devser adı verilmiştir. Osmanlı vaka nüvislerine göre Caber Kalesi Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Bey'in büyük babası olan ve Fırat nehrini geçerken boğulan Süleyman Şah'ın gömüldüğü yerdir. Burada Süleyman Şah'a ait olduğu söylenen türbe II. Abdülhamid tarafından yeniden yaptırılmıştır. Osmanlı Devleti zamanında Caber Kalesi Rakka kazasına bağlı bir bucak merkezi idi. Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin yenilmesi üzerine ... (Devam)
Osmanlılar tarafından ordu hizmetlerinde kullanılan Hıristiyan ecirlere (ücretli esir) verilen addır. Eldeki kuvvet kafi gelmediği zamanlarda, ücretle toplanmış olan askerlere de bu isim verilirdi. İsmail Hakkı Uzunçarşılı'ya göre bu askerler (Kapıkulu Ocakları, C.I) Orhan Gazi devrinde veya ondan az sonra Osmanlı ordusunda vardı. Cera, vazife, nafaka ve kira anlamındadır. Bu kelime tarihlerde cerahor, cecrihor, cerihor, sarahor, şeklinde kullanılmış, Osmanlı kanunnamelerinde cerehor olarak geçmiştir. Cerehorlar ücretli olup, ihtiyaç zamanında toplanırlardı. Cerahor veya serehor ordu mühimmatını, çadırları, savaş araçlarını develerle naklederlerdi. Cerehor kuvvetleri eyalet kuvvetlerinden sayılırdı. Cerehorlar daha sonraları inşaat ve amele hizmetlerinde istihdam edilmek üzere hudut Hıristiyanlarından alındı. Cerehor hizmetini arzularıyla görenler olduğu gibi cebri bir şekilde yapanlar, istemeyerek gördükleri işleri bırak... (Devam)
Allah'ın adını yüceltmek için Allah'a inanmayanlarla savaşmak. Cihadın çeşitleri vardır: Cihadı Kebir, Cihadı Ekber (Büyük Cihad), küfre batıl inanışlara imanla karşı koymak, Kur'an'ın emirlerine itaat etmek, nefsi, şeytani ve şehvani heveslere karşı korumak, nefsi kötülüklere karşı kuvvetlendirmektir. Cihad-ı Sagir, Cihad-ı Asgar (Küçük Cihad), müşriklere karşı İslam'ı savunma ve Allah'a ortak koşanlara saldırmaktır. Bu savaşlarda ölen Müslümanlar şehit, sağ olarak dönene ise gazi unvanı verilirdi. Müminin cihada iştirak edemeyeceği durumlar hastalık yoksulluk ve bedeni kudretsizliktir. Çocuklar ile bilginler cihada katılmazlardı. Müminler ancak, Müslümanlara karşı silah çekenlerle savaşmak zorundadırlar. Kadınlara, çocuklara, din adamlarına ve ihtiyarlara cihad sırasında silah çekmek bunları maddeten zarara uğratmak ise haramdır. Son dönemlerde Cihad-ı Kebir'e I. Dünya Savaşı örnek gösterilebilir. Ci... (Devam)
Genel borçlar anlamına gelen XX. yüzyıl tarihine ait bir kavram.
Osmanlı İmparatorluğu devrinde 24 Ağustos 1854'ten başlayarak ödenmesi 25 Mayıs 1954'e kadar süren dış borçlanmaların ve bunların ödenip kaldırılması için kurulan teşkilatın adı.
Osmanlı İmparatorluğu'nun yükselme devrinde başlayan mali dengesizlikler; XVII. yüzyıldan sonra yenilgilerle sonuçlanan savaş giderleri, rasyonel olmayan para siyaseti bütçe açıklarını büyüttü. XIX. yüzyılda askeri ve idari teşkilatta girişilen yenilik hareketleri, hazinenin durumunu daha da ağırlaştırdı.
Gerileme döneminde gelir kaynaklarında da hızlı bir azalma baş gösterdi. Gülhane Hatt-ı Hümuyunu ile başlayan vergi sisteminin merkezileştirilmesi yolundaki çalışmalar müspet sonuç sağlayamadı. Çünkü yürürlükteki vergiler ağır, sanayi gelişmemiş, vergilendirilebilecek tek kesim olan ithalat- ihracat ise
1838 İngiliz Ticaret Antlaşması gereğince güm... (Devam)