Osmanlı saray teşkilatında kapıkullarının atlı takımına verilen ad.
Bunlar Sipah, Silahtar, Ulufeciyan-ı Yemin, Ulufeciyan-ı Yesar, Gureba-yı Yemin ve Gureba-yı Yesar olmak üzere altı bölüğe ayrılıyorlardı. Sonradan Ebna-yı Sipahiyan adı "Alta bölük neferatı" olarak değişmiştir. Bu bölüklerden ilk ikisine baş bölük, ikisine orta bölük ve son iki bölüğe de aşağı bölük denilmiştir.
Ayrıca Silahtar bölüğüne "sarı bayrak', orta ve aşağı "alaca bayrak" bölükler için de tabirleri kullanılmıştır. (Devam)
Müminlerin, inanların lideri veya yöneticisi anlamında bir kelime.
Bu unvan ilk defa halifelerden Hz. Ömer için kullanılmıştır. Sonraları Emevi ve Abbasi halifeleri, Fatımiler, Karmatiler de hükümdarlarına bu unvanı vermişlerdir. Abbasiler yıkıldıktan sonra daha küçük emirler de bu unvanı kullanmışlardır. Kuzey Afrika ve Endülüs'teki yöneticiler de aynı unvanla anılmışlardır.
Halifelik Osmanlılara geçtikten sonra, hükümdarlara hep Emirü'l-Müminin denilmiş, yalnız en son hükümdara Halifetü'l-Müslimin denilmiştir.
Bugün de cuma hutbelerinde dört halifeye dua edilirken, hepsi için Emirü'l-Müminin unvanı kullanılmaktadır. (Devam)
Kapıkulu ocaklarının yaya kısmında yer alırlar. Bölük ve cemaat olarak iki kısma ayrılan bu ocak, ok, yay, kılıç, kalkan, harbe, cebe, cevşen, tüfek, barut ve kurşun gibi dönemlerinin savaş malzemelerinin imali, muhafazası ve tamiri ile görevliydi. Savaş sonunda, silahlar ocak tarafından geri alınır, tamiri gerekenler tamir edilir, barış zamanında cephane adı verilen silah deposunda muhafaza edilirdi. Savaş zamanında bu malzemelerin cephelere dönemlerinin taşıma araçları filika ve palangalara götürülmesi de bu ocağın görevleri arasındaydı.
Cebeci Ocağı'nın ne zaman kurulduğu kesin olarak bilinmemektedir. Yeniçeri Ocağı ile beraber veya ondan sonra kurulduğu tahmin edilmektedir.
Cebeci Ocağı'na girecek olanlar Acemi oğullarının arasından seçilirdi. Ancak daha sonra Cebecilerin evlenmelerine izin verilince, cebeci çocukları da ocağa kaydedildi. Acemi Ocağı'nın bozulma... (Devam)
Osmanlı sınırları içinde yaşayan Müslüman olmayan tebadan can ve mal güvenliği sağlamak amacıyla alınan verginin adıdır. Yani fethedilen arazi üzerinde yaşayan Müslüman olmayan tebadan kolektif olarak alınır. Bu verginin kaynağı Müslüman Araplardır. Araplar ele geçirdikleri topraklarda idare sistemini değiştirmez, halktan cizye adı altında vergi alırlardı. Ödeme sorumluluğu akıl ve bedence sağlam ve ödemek kudretine haiz ve yetişkin erkeklerdir. Kadın ve çocuklar ile ihtiyar erkekler, savaşa gitmekle mükellef olmadıkları için, cizyeden muaf tutulurlardı. Körler, sakatlar içinde cizye ödeyenler yalnızca servet sahipleri idi. Fakirler ve dilenciler cizye ödemezlerdi. Yoksul rahipler de cizye ödemezken, zengin manastırlarda görev yapan rahipler ve baş rahipler cizye öderlerdi. Esirler de bu vergiden muaftı. Cizye nakden ödenirdi. Bazen eşya ile de ödenebilirdi. Cizyesini ödemeyenlere hapis cezası verilirdi. Osmanlı Devleti... (Devam)
Dünya Ortodoks Hıristiyan Kiliselerinin "Ekumenik" (evrensel) merkezidir.
İstanbul'un "Fener" semtinde bulunduğundan "Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi" veya kısaca "Fener Patrikhanesi" diye bilinir. Fener'de Ali Paşa Caddesi'ndedir.
İstanbul, Hıristiyanlığın ilk yayılış yıllarında piskoposluk merkezi olmuştur.
Fatih, İstanbul'u fethettikten sonra Bizanslıların ve Doğu Kilisesi'ne inananların beklediği ve korktuğu gibi davranmadı. Patrikhane, hiç beklemediği değişik şartlarla karşılaştı. Fatih, Patrikhane'ye Bizans imparatorlarının bile tanımadığı ayrıcalıklar verdi Bizans'ın ilgi göstermediği Doğu Kilisesi'ne ilgi gösterdi. Yenik Rum cemaatinin dini hayatını düzenlemek için başlarında bir patriğin bulunmasını uygun gördü. Patrik seçimi yaptırdı. Georgios Kurtesios Skholarios yeni Patrik seçildi. Fatih, Doğu Kilisesi'ne bağlı ve çoğu kendi tebaası olan Hıristiyanları manen kendisini destekler duruma sokm... (Devam)
Osmanlı İmparatorluğu'nun genel olarak, Ege Denizi'ndeki adalarından meydana gelen bir idare bölgesi. Cezayir-i Bahr-i Sefid Eyaleti'nin alanı XVI. ve XVII. yüzyıllarda çok gelişmiş, Girit'ten başka bütün Ege adaları ile Gelibolu ve Biga yarımadaları, Ege ve Yunan denizleri sahilleri, bir kısım Kuzey Afrika kıyıları ve hatta Kocaeli Sancağı bile bu eyaletin sınırları içine alınmıştır. Osmanlı Devleti'nde ilk zamanlar merkezi Gelibolu olan sancağın beyliği, o devirde "derya beyi" diye anılan kaptan paşalara ek görev olarak veriliyor ve Ege adaları birer birer zapt edildikçe "Kaptan Paşa Sancağı" denilen bu sancağa bağlanıyordu. Barbaros Hayreddin Paşa Osmanlı hakimiyetini tanıyıp Kanuni Sultan Süleyman'ın hizmetine girerek Kaptan-ı derya tayin olunduğu sırada, İmparatorluğun geniş arazisi üzerinde, o tarihlerde kurulmaya başlayan eyaletlerden biri olarak da adalar ve gerek görülen bazı kıyı sancakları birleştirilmek s... (Devam)
Cuma namazında padiÅŸahlar için yapılan merasime verilen addır. Cuma selamlığına Cuma alayı, Selamlık resm-i alisi de denilirdi. Osmanlı padiÅŸahları aynı zamanda Ä°slam halifesi olduÄŸu için Ä°slam dininin sosyal prensiplerinden olan Cuma toplanısı ve o gün hutbe adı altında verilen haftalık konferansı dinlemek onların pek ziyade önem verdikleri dini ve sosyal vazifelerden biri idi. Hutbe mutlaka kapısı herkese açık olan bir yerde okunmalıydı. Bu sebeple padiÅŸahlar Cuma günü mutlaka saraydan çıkıp, halkın da içine serbestçe girebileceÄŸi camilerden birinde namaz kılarlardı. PadiÅŸahlar II. Abdülhamid devrine kadar camilere ata binerek giderlerdi. Bu tarihten sonra padiÅŸahlar arabayla camiye gitmeye baÅŸladılar. Selamlık merasiminde askeri, idari ve ilmiyeden birçok kiÅŸi bulunur, her sınıf askerden birkaç alay, tabur iÅŸtirak eder ve namazdan sonra camiin önünde, padiÅŸahın huzurunda bir geçit resmi yapılırdı. Bu askeri hareket Å... (Devam)
Padişahın ölümü veya tahttan indirilmesi üzerine tahta geçen yeni padişah tarafından askerler ve memurlara verilen hediyenin adıdır. Osmanlılarda iki çeşit cülus bahşişi vardı. Birisi bir defaya mahsus olmak üzere verilir, diğeri ise askerlerin ulufelerine zam yapılmasıyla gerçekleştirilirdi. Tahta çıkan padişahın "kullarımın bahşiş ve terakkileri makbulumdur" şeklindeki karar ve bu kararın açıklanmasını askerin işitmesi kural olmuştur. Cülus bahşişi her asker için aynı değildi. Yeniçeriler üçer bin, sipahiler biner, acemi oğlanları ikişer, cebeciler ve topçulara biner akçe verilmesi kanundu. Memurlardan sadrazama otuz bin, müderrislere üç bin, defterdara yirmi bin, nişancıya otuz bin, reisülküttaba yedi bin akçe cülus bahşişi verilirdi. Cülus bahşişi uygulamasına Yıldırım Bayezid devrinde başlandığı iddia edilmekte ise de kanun haline Fatih Sultan Mehmed zamanında getirilmiştir. XVI. yüzyıl sonunda dönem ... (Devam)
Osmanlı saray teşkilatında sofra hizmetlerini gören garsonlar için kullanılan bir tabirdir. Bazıları yemeklerin malzemelerini temin eder, bazıları da pişen yemeklerin dağıtımında hizmet görürlerdi. Bunlara "Zevvakin-i hassa" da denirdi. Amirlerine "çaşnigir başı", "ser zevvakin-i hassa" unvanları verilmiştir. Divan-ı Hümayun toplantılarında çaşnigirbaşı, çaşnigirlerin önlerine düşüp yemeklerin dağıtımına nezaret ederdi. Has odaya verilecek yemeklerde de çaşnigirbaşı önde bulunduğu halde çaşnigirler yemekleri getirirlerdi. Devlet büyüklerinin sofrasını çaşnigirler kurar, kendilerine mehter eşlik ederdi. Böyle günlerde başlarına mücevveze ve çatma üst elbisesi giyerek matbah-ı amire tarafında oturup sırası gelince vezirlere yemek verirlerdi. Çaşnigirbaşlarına bayram yemeklerinden sonra birer kaftan giydirilmesi adet olunduğundan, bu yemek sırasında arkalarındaki çatmaları çıkarır, orta kuşağıyla hizmet ed... (Devam)
Osmanlı döneminde, kürek ve yelkenle giden bir çeşit savaş gemisi. Bunlar savaşlardaki görevlerine ve büyüklüklerine göre sınıflandırılırdı. Başlıcaları şunlardı: Kadırga: 25 çift kürekli, ince uzun bir çekdiridir. Boyu 56 zira (75- 90 cm. arasında değişen eski bir uzunluk ölçüsü), baş yüksekliği 11, kıç yüksekliği 18 karıştı. Her kürek 4 kişi tarafından çekilirdi. Baş tarafında 12 okkalık gülle alan bir top ve bunun yanlarında biraz daha küçük kolonborna denilen iki top bulunurdu. Mürettebatın 35'i gemici, 196'sı kürekçi, 100'ü savaşçı, 331 kişi idi. Kadırgalar, savaş gemileri olmasına rağmen bazen daha büyükleri de yapılırdı. Bunların 26 çift kürekli olanına mavna, 26-36 çift kürekli olanlarına baştarda denilirdi. Mavnanın boyu 65 zira, baş yüksekliği 12,5, kıç yüksekliği 20 karış olurdu. Mavnanın mürettebatı 45'i gemici, 30'u topçu, 150'si muharip, 372'si kürekçi olmak üzere 597 ki... (Devam)
Batı-Oğuz lehçesinin hakim olduğu ülkelerde bilim ve erdem sahibi kişilere verilen unvan. XIV. yüzyılda Anadolu'da Tanrı anlamına gelen Çalap kelimesinden Farsça kurala göre uygulanmış nispet bildiren bir türev olduğu ileri sürülmektedir. Çelebi kelimesi uzun yıllar Osmanlı hanedanı üyelerine, tarikatların başında bulunan şeyhlere, tanınmış yazarlara unvan olarak verilmiştir. Bu unvanı ilk olarak Mevlana'nın müridlerinden olan Hüsameddin almıştır. Mevlana'nın oğlu Sultan Veled'den sonra Mevlana tekkesine şeyh olanlara ve Mevlana soyundan gelenlere Çelebi denmesi gelenek olmuştur. XIV. ve XV. yüzyılda Anadolu'da bir çok bilgin ve şehzadeler bu unvanı kullanmışlardır. I. Bayezid'in bütün oğulları Çelebi unvanı ile anılmıştır. (Devam)
Osmanlı İmparatorluğu'nun değişik dönemlerinde büyük şehirlere göçü yasaklayan kanun. Tarımla uğraşan köylü ve kasabalı, bol ürün alınan yıllarda bolluğu, kurak yıllarda kıtlığı gerekçe göstererek büyük şehirlere göçerlerdi. Kaynaklarda "Ev Göçü" olarak adlandırılan bu duruma, zaman zaman kanunlarla engel olunmak istenmiştir. "Ev Göçü" yapanlar, köydeki, çiftinden çubuğundan olurken, göçtüğü şehirlerde düzeni sıkıntıya sokarlardı. Boş gezenlerin çoğaldığı bu ortamda ev, taşıt, yiyecek, giyecek kıtlığı başlar ve genel bir sefalet ortaya çıkardı. Devlet bu durumun önünü almak için caydırıcı bir vergi koymak zorunda kalmıştır. Çift Bozan Resmi adı verilen bu vergi caydırıcı olamadığı gibi, bir takım yeni düzensizlikleri de ortaya çıkarmıştır. Çift Bozan Resmi, çift bozanlardan yılda 300 akçe, yarım çift bozandan 75 akçe olarak alınırdı. Bu miktar çiftliğin yerine göre de deği... (Devam)
Devşirmelerin Acemi Ocağı'na, ocak dışında hizmet görenlerin de Yeniçeri Ocağı'na kabul edilip kaydedilmelerinin adıdır. Kısaca "Ocağa Çıkma", "Kapıya Çıkma" da denir. Ayrıca saray hizmetlilerinin saray dışında görevlendirilmelerinde de bu tabir kullanılır. Çıkma, saray mensuplarının bir görevden diğer göreve geçmelerine bir daireden diğer bir daireye taşınmalarında da kullanılırdı. Yeniçeri Ocağı'nın asker ihtiyacını Yeniçeri Ağası Divan'a arz eder, bunun üzerine kanunen hangi bölümden acemi alınması gerekiyorsa, durum Yeniçeri Ağası'na bildirilirdi. Bazen Ağa'nın isteği olmadan Bostancı Ocağı'ndan veya Acemi Ocağı dışındaki topluluklardan, kapıkullarından kanun gereği çıkacakların miktarı Ağa'ya bildirilirdi. İstanbul'da çıkan yangınlarda hizmetleri görülen acemilerin kıdemlilerinin kapıya çıkmaları da kanundu. Çıkma; iki şekilde gerçekleşirdi. Büyük çıkma, saltanat değişikliklerinde,... (Devam)
Fatih Sultan Mehmed tarafından İstanbul'da Topkapı Sarayı yakınında yaptırılan köşklerden biri. İstanbul'daki sivil mimari eserlerinin en eskilerinden biri olması ve sahip bulunduğu değerli çinilerle Türk süsleme sanatının en güzel örneklerini taşıması bakımından ayrı bir önemi vardır. 1472'de bitirilen yapı, dış ve içini kaplayan firuze renkli çiniler ve mozaiklerden ötürü "Sırça Saray" ya da "Sırça Köşk" adları ile de tanınmaktadır. Mimarı bilinmemektedir. Çinilerinin Timur devri eserlerine benzemesi dolayısıyla İranlı ve Horasanlı sanatçılara mal edilmek istenmişse de, son araştırmalar, kullanılan çinilerin Anadolu Selçuklu sanatının devamını gösteren İstanbul'daki pek az örneklerden biri olduğunu meydana çıkarmıştır. Çinili Köşk haç biçiminde tonozlarla çevrili bir orta kubbe ve köşelerde yer alan diğer kubbeli kısımlardan ibarettir. Geniş ekseni üzerinde beş köşeli oda dışarı doğru çı... (Devam)
Ali Suavi'nin önderliğinde bir grup insanın padişah V. Murad'ı tekrar tahta çıkarmak üzere, Çırağan Sarayı'nı basıp, ayaklanmasıdır (20 Mayıs 1878). Ali Suavi, bu olayda Osmanlı- Rus Harbi yüzünden Balkanlar'dan kaçıp İstanbul'a sığınan göçmenlerden yararlanmıştır. Olaydan bir gün önce "Basiret" gazetesinde yayınladığı kısa bir açıklamada yapacağı işe dikkatleri çekmeye çalışmıştır. İçlerinde Filibeli Ahmed Paşa'nın da bulunduğu beş yüzden fazla kişiden oluşan kalabalık, Çırağan Sarayı yakınındaki Mecidiye Camii önünde toplanmışlardı. Bu sırada Ali Suavi de bir kısım adamlarıyla Kuzguncuk'tan mavnalara binerek Çırağan Sarayı rıhtımına çıkmıştır. Ali Suavi, sarayın rıhtım tarafındaki muhafızların silahlarını toplayıp saraya girmeye çalışırken, Mecidiye Camii tarafındakiler de sarayın Paşa Dairesi ile Serdar Köşkü'nün önüne geldiler ve buradaki muhafızlarla çarpışarak onların... (Devam)
Osmanlı saray teşkilatında Acemi Ocağı ile Osmanlı ordusunun yaya askerini teşkil eden bölük zabitlerine verilen addır. Cemaat denilen yeniçeri ortası çorbacılarına "Yayabaşı veya "Serpiyadegan" denildiği gibi ağa bölükleri çorbacılarına "bölükbaşı", çorbacılara "Subaşı" unvanı da verilirdi. Kıdemlilerine cemaatlarda "yayabaşı", bölüklerde de "başbölükbaşı" denilirdi. Çorbacıların atları vardı. Kırmızı çuhadan kollu cübbe, ince mintan, kırmızı şalvar, ayaklarına da sarı mest ayakkabı giyerler, başlarına "Çorbacı keçesi" denilen ve üzerine tüy sorguç takılan, kenarı sırmalı börk takarlardı. Yayabaşıların sorguçları daha değerli olan turna tüyünden ve sonradan koyulan bölüklerin sorguçtan ise balıkçıl tüyündendi. Çorbacılar, bölüklerin bütün sorumluluğunu yüklenirler ve disiplini sağlarlardı. Ceraim-i azime (Büyük suçlar) için ceza vermez, Yeniçeri ağasının uygun gördüğü ceza... (Devam)
Osmanlı İmparatorluğu kuruluşundan itibaren yabancı devletlerle siyasi münasebetlerde bulunmuştur. Padişahların tahta çıkış (cülus) ve doğumları, savaş ilanı, barış yapılması, dostluk teklifi gibi meseleler için yabancı devletlere elçiler gönderilmiştir.
Bu elçiler fevkalade elçi unvanını taşırlar ve vazifelerini bitirdikten sonra geri dönerlerdi. Bu elçiler gittikleri yerlerde edindikleri bilgileri "sefa-retnameler" halinde kaleme almışlardır. Bununla beraber Divan-ı Hümayun tercümanları vasıtası ile de yabancı devletlerin durumu öğrenilirdi.
İmparatorluğun kudretli devirlerinde bu durum bir problem teşkil etmiyordu. Bu devirlerde Hıristiyan hükümdarların kendi başkentlerinde ikamet etmek için elçi göndermeleri padişahlarca bir saygı ifadesi olarak kabul ediliyordu.
Osmanlı Devleti'nde Nizam-ı Cedid ıslahatını tasarlayan III. Selim, Avrupa'ya birer ikamet elçisi yollamayı uygun gördü. Bu elçilerin başlıc... (Devam)
Osmanlı İmparatorluğu'nda para (sikke) basılan kurumun adı.
İmparatorluğun ilk devirlerinde İstanbul'da bulunan merkez darphane yanında illerde de darphanelerin açılmasına izin verilmişti. Bundan başka, ordu ile birlikte hareket eden gezici darphanelerin de bulunduğu, baskı yeri olarak orduyu gösteren paralardan anlaşılmaktadır. Osmanlı illerinde açılan darphaneler arasında, Mısır'da Kahire, Anadolu'da Gümüşhane ve Diyarbakır, Rumeli'de No-
vaborda ve Sidre darphaneleri en tanınmışlarıdır. Bütün bu darphanelerin özelliklerine göre ayrı kanunları ve hak ve yetkilerini belirten tüzükleri vardı.
XVII. yüzyılda devletin artan masrafları karşısında basılı paranın ayarının düşürülmesi üzerine hükumetin kontrolünden uzakta bulunan taşra darphanelerinin kapatılması gerekince, İstanbul darphanesinin önemi ve görevleri artmıştır İstanbul darphanesi fetihten sonra ilk önce Irgat Pazarı'nda bugünkü Çorlulu Ali P... (Devam)
Osmanlı sarayının en önemli görevlilerinden biri olup "Kızlar AÄŸası” adı ile de tanınmıştır.
Eski Doğu İmparatorluklarında ve Roma'da olduğu kadar İslam Ortaçağı'nda da geniş ölçüde kullanılan hadım ağalar, Osmanlı sarayında da ayrı bir önem taşımakta idiler. Darüssaade Ağası padişahın Hassü'l-hass denilen özel dairesinin işlerine, burada yaşayan ve çalışan kadınların ya da başka hadım ağalarının yönetimine bakmak gibi padişahların özel hayatlarıyla ilgili bir görevde bulundukları için sadece sarayın değil imparatorluğun da sadrazam ve şeyhülislamdan sonra gelen üçüncü önemli kişisi idi.
İmparatorluğun ilk devirlerinde Ak Hadım Ağaları arasından seçilen bu görevliler, 1582 tarihinde Habeşi Mehmed Ağa'nın bu göreve getirilmesi ile zenci ağaların eline geçmiş, onun ölümünden sonra Kapı Ağası Bosnalı Mehmed Ağa'ya verilerek tekrar ak ağalara çevrilmişse de, 1594'ten başlayar... (Devam)
Tunus'un Osmanlılar yönetiminde bulunduğu dönemlerde memleketin başındaki yöneticiye verilen addır.
Tunus'ta Barbaros Hayreddin Paşa ile başlayan Osmanlı yönetimi Yemen fatihi adı ile bilinen Sinan Paşa ile tamamlanmıştır. Ülkenin Osmanlıya bağlılığı temin edildikten sonra yönetimi "divan" adıyla bilinen kurula bırakıldı. Bu meclis, kendi üyelerinden birini "Dayı" adıyla başkan seçip yönetime getirirdi.
İstanbul'dan gönderilen valilerin biçimsel bir görevi vardı. Bunlar sadece padişahın temsilcisi sıfatıyla konaklarında otururlardı. Dayılık eski Türklerdeki "Alp"lik gibi çok güç elde edilir bir sıfat ve bir şerefti. Alpler, okla gökteki kartalı düşürüp tüylerini börklerine takmak, kılıçla pars tepeleyip kuyruğunu bileğine dolamak gibi işler başardıktan sonra o sıfatı alabildikleri gibi dayılar da Akdeniz'in boralarını, fırtınalarını, ışıksız gecelerini kendi iradelerine boyun eğdirdikten ve ad... (Devam)
Osmanlı Devleti'nde mali işlerin başında bulunan görevli.
Defter ile dar kelimelerinden meydana gelen bu unvan defter tutan anlamında kullanılmıştır. Bazı kaynaklarda tabirin Osmanlılara İlhanlılardan geçtiği anlaşılıyorsa da Osmanlıların ilk dönemlerinde mali işlerin nasıl ve kimler tarafından yönetildiği kesin olarak bilinmemektedir.
Sultan Fatih Mehmed döneminde düzenlenen kanunlarda defterdarların hak ve sorumluluğu ayrıntılı olarak belirtilmektedir. Başdefterdar bütün defterdarların sorumlusu idi. Hazine ile ilgili işlerin yönetimi Başdefterdara verilmiştir. Onun emri olmadan hazineye bir akçe dahi ne girebilir, ne de çıkarılabilirdi. Başdefterdarlığa, mal defterdarlığından gelinirdi. Başdefterdar, Rumeli beylerbeyi derecesinde olup bayram törenlerinde padişah ona da ayağa kalkardı. Hilat ve bağışlarda vezirler ve kazaskerlerle aynı derecede tutulur, Divan'da yeri kazaskerden sonra olurdu. Sadrazamın izniyle padi... (Devam)
Osmanlı Devleti'nde resmi kayıtların bulunduğu dairenin müdürü.
Tanzimat devrinden sonra Defter-i Hakani Nezareti tarafından yürütülen bu görev, günümüzde Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü olarak bilinmektedir.
Bazı kaynaklarda defter eminliğinin Osmanlı Devleti'nin kuruluş döneminde, Orhan Gazi tarafından koyulmuş kanunla yerleştiği kabul edilmektedir. Fatih Kanunnamesi'nde ise bu makamın yetkileri ve Divan'daki yeri kesin olarak belirlenmiş bulunmaktadır. Buna göre defter eminliği şehremininin, reisülküttabın ve bölük ağalarının önünde bulunmaktaydı. Defter emininin önünde bulunan makam defterdarlık idi.
Defter eminliğinin yetki ve görevleri tarih boyunca bazı değişikliklerle devam etmiştir. Defter eminleri genellikle, Divan-ı Hümayun'da her divandan sonra padişahın sadrazamda bulunan mührüyle mühürlenen ve toplantı günlerinde açılan havass-ı hümayun, havass-ı vüzera, zeamet, tımar kayıtları ile t... (Devam)
Osmanlı Devleti askeri gücün ticaretten üstün bir değer olduğunu kabul etmiş ve denizde ticaret haklarını da, Venedik ve Fransa başta olmak üzere, öteki devletlere bahşiş olarak vermişti. Denizlere açılarak dünyaya yeni bir çehre verme döneminde Osmanlı Deniz Ticareti İstanbul ile Mısır arasında hacı seferleri yapma düzeyinde kalmıştı. Rum asıllı Osmanlı armatörleri de kapitülasyon haklarından yararlanmak için gemilerini başta Fransız olmak üzere yabancı bayrak altında dolaştırmakta idiler.
Osmanlı Devleti'nin ilk ticaret filosu, İkinci Meşrutiyet'ten az önce Bahriye Nezareti'nin teşkilatı içinde kuruldu. Bu arada Heybeliada'daki Bahriye Mektebi (Deniz Okulu)'ne bir ticaret kaptanı bölümü eklendi. Ancak, ticaret gemilerinde subaylar da görev alabiliyorlardı.
Türlü adlar altında çalışan ticaret filosu son olarak Seyr-i Sefain idaresi adını almıştı. Bunun yanında, birer ikişer gemiye sahip, özel kuruluşlar... (Devam)
Derviş terim olarak bir mürşidin ya da şeyhin manevi eğitiminden, bağlı bulunduğu tarikatın usulüne uygun olarak faydalanan kişidir.
Hz. Peygamber'in hayatında "Ashab-ı Suffe" denilen bir cemaat vardı. Bunların Medine'de yeri, yurdu, işi ve gücü olmadığından Mescid-i Nebevi'nin yanıbaşındaki bir sundurmanın altında barınırlardı. Bir kısmını bizzat Hz.Muhammed, diğerlerini sahabeden kimseler doyururlardı. Bunların suffesi yani altında barındıkları sundurma, ilk zaviye kabul edilir. Kendileri de ilk zaviyenişin, yani dervişler sayılırlar.
Tarikatlar, Müslümanlığa sonradan girmiştir. Bununla birlikte Dervişler, birçok tarikat uluları aracılığıyla zincirleme olarak kendilerini Hz. Muhammed'e bağlarlar. Böylece, tarikata bağlılığın din yol... (Devam)
I. Mahmud zamanında Humbarahane ile birlikte Üsküdar Mühendishanesi'nin (Topçu Okulu) kurulması ile deniz subayları yetiştirilmeye başlandı ise de (1734) Yeniçerilerin direnişi üzerine okul subay yetiştirmeden kapatıldı. Bu okulda mühendis yetiştirmekten çok, teknik bilgili subay çıkarılması düşünülmüştü.
Deniz Harp Okulu'nu Mühendishane-i Bahri adı ile I. Abdülhamid zamanında Kapdan-ı Derya Cezayirli Hasan Paşa kurdu ve Fransız uzman subaylarının katılmaları ile 18 Kasım 1776'da öğretime başlandı. Okul, biri gemi seyri (seyr-i sefain), öteki gemi yapımı (inşa-ı sefain) olmak üzere iki bölüme ayrılmıştı. Kasımpaşa'da küçük bir yapıda öğretim yapmakta olan bu okulun öğrencileri, Devlet Mühendis Okulu (Mühendishane-i Amire)'nun kurulması ile haftanın iki günü öğrenimlerini burada yaptılar.
Deniz Okulu'ndan başarı ile çıkan subaylar donanmaya kati... (Devam)
Osmanlı Devleti'nde başlıca iki hazine vardı. Dış hazine ki yukarıda sözü edilen isimlerle anılırdı. İç hazine ve Endurun hazinesi ya da Hazine-i hassa da denirdi. Bu padişahın özel, şahsi hazinesi idi. İç hazine üç kısımdı: Biri Hazinedarbaşı, ikincisi Hazine Kethüdası, üçüncüsü Hasodabaşı'nın nezareti altındaydı.
Devlet hazinesi veya Dış hazine ise, Defterdar'ın nezaretinde idi. Yeri başlangıçta Divan-ı Hümayun'da idi. Veziriazamın mührüyle mühürlenirdi. Divan-ı Hümayun önemini kaybedince XVIII.yüzyılda, Maliye hazinesi buradan Topkapı Sarayı'na taşındı.
Devlet hazinesi veya Birun hazinesi, tasarrufu devlete ait olan toprakların (tımar, zeamet ve ha... (Devam)
Osmanlı Devleti'nin temeli atıldıktan sonra bu beyliÄŸin baÅŸlangıçta Marmara Denizi ile alakası ve Rumeli kıyılarında bazı mevkilerin iÅŸgali ve bu bölgelere yerleÅŸmek arzusu sebebiyle küçük bir donanmaya sahip olduÄŸu tabiidir. Ege Denizi ve Karadeniz kıyıları ve Akdeniz sahilindeki memleketler zapt edilince donanmaya olan ihtiyaç artmıştı. Osmanlılara komÅŸu olan Bizans'ın, Karesi BeyliÄŸi'nin ve daha sonraları Osmanlı arazisine katılan Saruhan, Aydın ve MenteÅŸe beyliklerinin ve Karadeniz kıyılarında CandaroÄŸullarının donanmaya sahip oldukları görüldüğü için bu beylikleri iÅŸgal eden Osmanlıların bunların donanma ve tersanelerinden istifade etmeleri de tabii idi. Bundan dolayı Gazi Orhan Bey zamanından itibaren Osmanlı donanması tedrici suretle artmış ve Rumeli fütuhatında mühim kısımları iÅŸgal edilen Karesi BeyliÄŸi'nin donanmasından istifade edilmiÅŸtir. Bundan da Rumeli'ye sallarla geçildiÄŸi rivayetinin bir efsane olduÄ... (Devam)
Diplomasi, devletler arasındaki ilişkileri düzenleyen bir bilimdir.
Bir devletin ekonomik, sosyal, kültürel birikimlerinin tümünün kullanıldığı silahlı çatışma öncesi birbirleriyle ilişkinin bölümüdür. Tartışma yöntemi ile meseleleri çözer.
Diplomasi, devletlerin doğmasıyla ortaya çıkmıştır. Bu itibarla diplomasinin kuruluşu eskidir.
Türkler kurdukları devletlerin dış ilişkilerinde elçilikler göndererek, aralarındaki anlaşmazlıkları diplomatik yollara başvurarak halletmişlerdir. Klasik diplomasi Osmanlı İmparatorluğu'nun XIX. yüzyılda devlet hayatındaki önemini arttırmıştır. Bu dönemde büyük devletler düzeyinde sürekli elçilikler tayin edilmiştir. Özellikle Mustafa Reşid Paşa'nın Paris ve Londra'daki sürekli elçilikleri, devletler arasındaki anlaşmazlıkların, Osmanlı yararına çözülmesini sağlamıştır.
Rus Çarlığı'yla Osmanlılar arasında başlayan Kırım Savaşı'nda Reşid Paşa'nın... (Devam)
Osmanlı merkez ordusu için çeşitli kavimlerden asker alma.
Bazı tarihçiler bunu Osmanlı İmparatorluğu'nun Hıristiyan uyruklarından canlı olarak aldıkları askerlik vergisi olarak kabul ederler. Bilindiği gibi, bütün Türk devletlerinde hakan (sonraki yüzyıllarda sultan ya da padişah)ın otoritesini pekiştirmek aile ve boy kavgalarında, saltanat savaşlarında hükümdarın güvenini sağlamak, devletin iç ayrılışlarla çökmesini önlemek amacıyla doğrudan doğruya hükümdara bağlı bir merkez ordusu. Kapıkulu "Gulaman-ı saray" kurulması bir ihtiyaçtı. Bu ordu, bütün Türk devletlerinde, savaşlarda tutsak alınan kölelere ve hakanın yüksek otoritesine boyun eğen prens ve beylerin, hükümdarların gönderdikleri rehinelere dayatılmıştı. Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda da aynı ihtiyaç, aynı ilkelerle sağlanmıştı.
Osmanlı Devleti'nin sınırlarının yüzyıl içinde bir yandan Tuna'ya, bir yandan da Bosna ve Mora'ya kadar yay... (Devam)
Hayat, yaşayış; dirlik düzenlik, geçimin yerinde olması.
Eski İslam ve Türk devletlerinde, ikta (toprak verme) usulünün, Osmanlı İmparatorluğu'nda görülen şekli.
Devlete ait bir hizmeti yapmakla görevlendirilen kimselere ücret anlamında ayrılan geçim kaynağına verilen ad.
Osmanlı İmparatorluğu'nda, boy ve oymakların yerleşme alanları olan yurtluklar dışında kalan bütün topraklar ve mülk ile gelir getiren her çeşit mal, madenler, sulama kuruluşları, ormanlar, gümrükler vb. leri hükümdarın malıdır.
Arazi üzerinde iki türlü tasarruf şekli vardı; biri o topraklar üzerinde yaşayan kimsenin tarım ve işletme hakkı; ikincisi devlete ait olan, o toprakta yetişen mahsulün dini hükümlere göre öşürünün alınması. Devlet toprakları üzerindeki hakkını, bir görev ye yükümlülük karşılığında has, zeamet ve tımar sahiplerine vererek veya bazı dini ve sosyal kurumlara harcanmak üzere, vakıf olarak ayırarak ... (Devam)
Osmanlı saray teşkilatı dışında, devlet işleri ile ilgili görevliler.
Bunlara Birun ağaları da denilirdi.
Dış Ağalar, başta Yeniçeri Ağası olmak üzere sırasıyla Azep, Sipahi, Silahtar, Ulufeci, Gureba ve Akıncı denilen asker ağaları (komutan) idiler. Bunların en önemlisi ise Yeniçeri Ağası idi ve Yeniçeri Ocağı'nın başında bulunurdu, içlerinde vezirliğe kadar yükselenler de olmuştur.
Yeniçeri Ağaları, bütün ağaların amiri olduğundan "ehemmiyet-i mahsusaları" vardı; 500 akçe gündelik aldıkları gibi yüzlerce at besledikleri için de arpalık denilen bir gelir alırlardı. Dış Ağaların ikinci sıradaki yetkilisi Azep Ağası idi. Fatih döneminde Azep askerlerinin miktarı otuz bine varmıştı. Sipahi, Silahtar ve Ulufecilerle Gureba Süvari sınıfı olup, Ulufecilerle Gurebalar yemin ve yesar bakımından dört, diğerleri iki alaydan oluşurlardı.
Bu birliklerin aÄŸalarına gündelik yüz akçe, fazla olarak yÄ... (Devam)
Osmanlı İmparatorluğu'nda kale ağası makamı için kullanılan ikinci dereceden öneme sahip askeri görevlerden biridir.
İmparatorluğun kuruluş yıllarından itibaren kullanılan dizdarlar, ilk zamanlarda kalenin savunma sorumluluğunu taşırlarken, sonraları askeri örgütün gelişmesiyle kalenin her türlü onarımı ve bakımından, topların korunmasından sorumlu oldular.
Kalelerin stratejik önemi, dizdarların yetki ve sorumluluklarını da değiştirdi. Cepheden içeride bulunan kaleler arasında İstanbul'da Rumeli Hisarı ve Yedikule dizdarlıkları birinci derecede öneme sahipti. Sınır boylarındaysa savaşların alacağı duruma göre önem kazanır ya da önemini kaybederdi.
Romanya ile Bulgaristan sınırı üzerinde bir bölge.
Dobruca, bütün tarihi boyunca Karadeniz'in kuzeyinden Balkanlara inen çeşitli kavimlerin uğrak yeri olmuştur. Dobruca'nın Osmanlı topraklarına katılması 1417'den sonra kesinleşti. Ondan önce birkaç el değiştirdi. 1417'den sonra Dobruca, artık Osmanlı egemenliği altındaki ülkeler arasına katılmış bulunuyordu. Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı bir sancak ya da eyalet olarak yönetilen Dobruca 1423'te Macarların, 1462'de Eflaklıların 1575, 1579, 1587, 1614, 1622, 1629 yıllarında ise Kazakların akınlarına uğramışsa da bir Türk ülkesi olarak gelişmekte devam etmiştir.
1672'den 1768'e kadar Ruslarla yapılan savaşlar Dobruca'nın kuzeyindeki topraklarda geçmiştir. Bu dönemde Dobruca, Osmanlı ordularının üstlendiği bölgelerden biri olmuştur. Ruslar ilk olarak Dobruca'ya 1768-1774 Osmanlı Rus savaşlarında girdiler. Dobruca savaş alanı oldu. Savaşlar boyunca şehirlerin yı... (Devam)
Padişahların "Şikar Halkı" denilen avcılarından bir sınıfın başına verilen addır.
"Hane-i bazyan" denilen doğancı koğuşu kırk kişilik bir topluluktu. Doğancı-başı, Erkan-ı birun denilen Enderunluların hizmetlerinde ve av esnasında padişaha en yakın olan idi. Av getirdikçe bahşiş alır, Enderun'dan çıktığı zaman çok defa çakırcıbaşı veya şahincibaşılık ile çıkarılırdı. Bazen da kendilerine mirahurluk, sancak beyliği veya daha yüksek görevler de verilebilirdi.
Doğancıbaşı'nın günlük ücreti XVI. yüzyıl sonlarında 20 akçe, yıllık aidatı da Rikapdar Ağa'nın yıllığı kadardı. Doğancıbaşılar XVI. yüzyılın ortasında kanun üzerine 300 bin akçe ile sancak beyliğine tayin edilirken sonraki zamanlarda beylerbeyi ve vezir de olmuşlardır. XVII. yüzyılın başında, ortasında ve son yarısında Enderun doğancıları 30, 40 kişi olup bunların üçü has odada, yedisi hazine odasında ve yirmisi de sefe... (Devam)
Yapımı 1842'de Abdülmecid'in kararıyla başlayan Beşiktaş ile Kabataş arasındaki saray.
Sarayın bulunduğu kısmı evvelce körfez olup sefere çıkmadan önce kaptan paşalar burada demirlerler ve ayrılık yemeğini burada verirlerdi. Koy'un gerisinde ise II. Bayezid zamanında padişahlara geçen Çağala Paşa Yalısı ile II. Selim (1566-1574) devrinde yapılan bir kasır (şimdiki Bayıldım Köşkü) vardı.
I. Ahmed (1603-1617) zamanında, bu körfezin gerisinde şimdiki İnönü Stadyumu yerindeki tepenin toprakları 1614'den itibaren taşıttırılarak denizin doldurulmasına başlanmış ve bu iş ancak II. Osman (1618-1622) zamanında bitirilmiştir.
Bir süre Miri Bahçe (padiÅŸah mesiresi) olarak kullanılmıştır. Dolmabahçe adı buradan gelir. Ä°ÅŸte Dolmabahçe'deki kasır ve sarayların yapımı bundan sonradır. Önce Çinili Köşk denen bir kasır, XVIII. yüzyıl ortasında da BeÅŸiktaÅŸ Sarayı denen büyük ve ahÅŸap bir saray yaptırıldÄ... (Devam)
İslam ülkeleri edebiyatında, İslam öncesi kullanılan harflere rakam değeri verilerek bir olayın, bir kişinin tarihini gizlice yazmak anlamına gelen bir hesap çeşididir.
Sekiz kelimeden meydana gelir. Bu sekiz kelimenin aslının nereden geldiği ve nasıl şekillendiği hakkında kesin bir bilgi yoktur. Bu sekiz kelime şöyle sıralanır; ebced, hevvez, hutti, kelemen, sa'fes, kareşet, sehaz ve dazıgilen. Bir söylentiye göre ilk altı kelime Şuayb Peygamber ile savaşan altı Medyen hükümdarının veya altı şeytanın adını vermektedir.
Diğer bir söylentiye göre ise her kelime, Adem'in yaratılış ve Cennet'ten ayrılış hikayesinin dönemlerini belirtir. Ayrıca haftanın günlerini gösterir. Harflerin sayı değerlerine göre yapılan büyü ve sihirlere "Hesab-ı Cümel" denir. Buna göre birden başlayarak dokuza kadar sıralanan harfler üç defa tekrarlanınca elde Allah'ın birliğini gösteren "bir" kalır ve böylece her şeyin bire çevrile... (Devam)
Osmanlı İmparatorluğu'nda deniz veya kara ordularının kazandıkları büyük zaferler, kale veya ülkelerin ele geçirilmesi, padişah çocuklarının doğuşları, padişah kızlarının veya kız kardeşlerinin düğünleri dolayısıyla yapılan şenliklere verilen ad.
Donanma buna sebep olan olayın padişah üzerinde veya halk üzerinde yarattığı etkiye göre 3 gün 3 geceden az olmamak, 40 gün ve geceyi de aşmamak üzere sürekli eğlenceler, top- tüfek atışları, deniz ve kare fener alayları, oyunlar, yarışlar vb. gösteriler şeklinde yapılırdı. Donanma başta padişah olmak üzere bütün vezirler, devlet memurları, halk, oyuncular, çalgıcılar, şarkıcılar, çeşitli sanatçılar katılmak zorundaydılar. Bazı büyük şenliklere yabancı devleti elçilikleri de katılırlardı.
Donanma padişah tarafından süresi belirtilmek suretiyle yayınlanan bir fermanla bütün imparatorluk şehir ve ka... (Devam)
Osmanlı döneminde ağa, bey, paşa gibi devlet memurlarına verilen unvandır. Bu unvan, Bizanslılardan Selçuklu Türkleri'ne geçerek yerleşmiştir.
Günümüzde de yeterli eğitim görmemiş, orta sınıf halkı için kullanılır. Bundan başka terbiyeli, saygılı anlamına da gelmektedir.
XVIII. yüzyıldan sonra şehzadeler, Çelebi Sultan yerine Efendi olarak anılmıştır. Bu dönemde emirlere ve diğer yüksek rütbeli kişilere Efendi sıfatı ile hitap etmek adet olmuştur.
Osmanlıların kuruluş döneminde padişahlara da Efendi deniliyordu. Bu deyim imparatorluğun yıkılışına kadar devam etmiştir. XVI. yüzyıldan sonra efendi kelimesi genellikle tahsilli kimselere bir tür rütbe anlamında kullanıldı.
İstanbul kadısına İstanbul Efendisi, Yeniçeri katibine Yeniçeri Efendisi, Reisülküttaba Reis Efendi, padişahların ilk eşlerine Kadın Efendi, Şeyhülislama yalnızca Efendi denilmesi XVIII. yüzyılda adet olmuştur. Tanzimat'tan s... (Devam)
Osmanlı İmparatorluğu'nda, bazı devlet hizmetlerinde görevlendirilen sorumlu kişilere verilen ad.
Osmanlı saray teşkilatında dört eminlik vardı: Matbah-ı amire emini (saray mutfağı emini), şehremini (sonraları İstanbul Belediye Başkanlığı adını aldı), arpa emini ve darphane emini. İlmiye teşkilatındaki eminliklerin bir kısmı kadılıklara bağlı olarak çalışırdı. Bab-ı meşihata bağlı çalışan en önemli görevli, fetva emini idi. Yeniçeri Ocağı'nda da emin unvanlı bir memur bulunduğu gibi, geçici işler için de bu namda insanlar görevlendirilirdi. Ocağın çuha ihtiyacını çuha emini karşılardı. Çeşitli işlere bakan, devşirme emini, ambar emini adı altında görevliler vardı.
İmparatorlukta devlete ait kıymetli eşyanın korunmasından sorumlu olan memurun unvanı, hazine emini idi. Bağlı olduğu devlet dairesine ait para ve eşyayı dağıtmakla görevli olan memurun unvanı da sarf eminidir. İdari kuruluşlar... (Devam)
Emir-i alemlik Osmanlılarda, kuruluş ile birlikte başlayan bir müessesedir. Osmanlı saray teşkilatında ise emir-i alemlerin, padişahın sancaklarının bakımı, mehterhane-i tabl-ı alemin yönetimi, seferlerde ak alemin taşınması, san-
cakbeylerinin atanmalarındaki törenin yürütülmesi gibi hizmetleri yanında, bazı törenlere katılmaları da görevleri arasında idi. Sancağa çıkan şehzadelerin refakatinde bulunan hükumet merkezinin gönderdiği görevliler arasında bir de emir-i alem bulunurdu. Emir-i alemler ayrıca padişahların Cülus-ı hümayunlarında düzenlenen kılıç alaylarında kapıcıbaşılardan sonra yer alırlardı. Arife ve bayram tebriklerinde ise Kırım hanzadelerinden sonra nakibü'l-eşraf ve şehzadeler hocası huzurdan çıkınca emir-i alemler üzengi ağalarının önünde tebrike girerlerdi. Sefer sırasında emir-i alemlere hizmet etmek üzere yanlarına yedi Voynuk verilirdi.
Tanzimat'tan sonra, Fransız Akademisi örnek alınarak kurulan ilk Osmanlı Akademisi.
Tanzimat, Batı kurumlarının Osmanlı topraklarına sokulmasını istiyordu. Bu yolda bilim ve eğitim alanındaki çalışmaları bir düzene sokmak için, 1846'da Meclis-i Maarif-i Umumiye kuruldu. Fikir ve bilim adamlarını içine alan bu kuruluş, Encümen-i Daniş isimli bir akademinin kurulmasını kararlaştırdı. Meclis-i Maarif adına Ahmed Cevdet Paşa tarafından hazırlanan ve Encümen-i Daniş'in kurulma sebeplerini anlatan bir yazı, Sultan Abdülmecid'e sunuldu (26 Mayıs 1851).
Kuruluşunda Fransız Akademisi örnek alınan Encümen-i Daniş'in amacı; ilmi ve teknik eserleri telif ve tercüme ederek, Darülfünun'da izlenecek ders kitaplarını hazırlamaktı.
18 Temmuz 1851'de Sultan Abdülmecid'in yayınladığı İrade-i Seniye'yle, Encümen-i Daniş büyük bir tören yapılarak açıldı. Sadrazam Reşid Paşa, padişahın, devlet yetkililerinin ve bilim adam... (Devam)
Osmanlı İmparatorluğu'nda, Topkapı Sarayı'nın Babüssaade'den sonra gelen kısımlarında hükümdarın hizmetiyle görevli kişilerin adı.
Darüssaade Ağası'nı da kontrolü altında bulunduran, Babüssaade Ağası, Enderun'un da yöneticisidir. Bundan sonra gelen hazinedarbaşı, kilerbaşı ve saray ağası da Enderun yönetiminden sorumludurlar, ikinci grup yöneticiler arz ağaları, hasodabaşları, silahdarlardır. Üçüncü grup yöneticiler ise tülbent ağası ve miftah gulamıdır. Bunlara kapıcılarbaşı, çavuşbaşı, bostancıbaşı, darüssaade ağası da katılabilir.
Enderun Ağaları, padişahın her türlü hizmetinde bulunur; ona arkadaşlık, yoldaşlık ederek eğlenmesini, rahatça çalışmasını, mutlu olmasını sağlarlardı. Zaman zaman padişahın müşavirliğini yapar, zaman zaman da zayıf mizaçlı hükümdarları kontrolleri altına alarak onları yönetirlerdi. Bunlar, padişahın Harem-i Hümayun dışındaki hayatından da so... (Devam)
Bir şeyin iç yüzü, büyük konakların iç kısmı; eski saraylarda harem ve hazine dairelerinin bulunduğu kısım.
Topkapı Sarayı'nda da Babüssaade veya Akağalar bölümünden sonra başlayan kısmın adı.
Padişahın günlük hayatını geçirdiği Enderun, Osmanlı siyasi tarihinin de bir anlamda sahnesidir. Enderun, ayrıca İmparatorluğu yönetecek elemanların yetiştirildiği bir okuldur. Bu özellikleri ile devlet yönetiminde hizmet alanı ve sarayın en önemli bölümüdür. Enderun Murad Hüdavendigar tarafından yaptır-tılan Edirne Sarayı'nda bu amaçla ayrılan bir bölümde kurulmuştu. Ancak kuruluşu gerçekleştiren kesin çizgileriyle ilk padişah Fatih oldu. Onun kanunnamesinde enderun halkının görev, hak ve yetkileri tek tek belirtildi. Sonraki hükümdarlar tarafından teşkilat geliştirildi. Töre, gelenek ve örfleri kesin çizgileriyle belirerek, imparatorluğun yıkılış tarihine kadar yaşadı.
Kul, köle, hüküm altında bulunan, müptela, düşkün anlamlarına gelen kelime. Genellikle savaş esnasında düşman eline düşen tutsak, düşman elinde kalan askerler için kullanılmıştır.
Zamanın inanışlarına göre ele geçirilen şehirlerin halkı, yenilen orduların askerleri, borçlarını ödemeyen yurttaşlar, mahkemelerin köle kabul ettiği kimseler esir sayılırdı.
Esir salıverilmedikçe ya da sahibi tarafından hürriyetine kavuşturulmadıkça esirlikten kurtulamazdı. Esir üzerinde her türlü tasarruf hakkı sahibine aitti. Sahibi dilerse, evinde, işinde çalıştırır, dilerse satardı.
Esirler, esir pazarlarında alınıp satılırdı. Osmanlılarda esir ticaretinin önemli merkezleri Bağdat, Belgrad, Medine, Erzurum, Kahire, Sofya ve Halep'ti. Ortaçağda her yıl beyaz ve siyah ırktan binlerce esir, Müslüman ülkelere sokulurdu. Bağdat esir pazarlarının en önemlisiydi. Hilafetin doğu ve batı ucundaki vilayetler Bağdat sa... (Devam)
Bugünkü Romanya'nın batı kısmını teşkil eden bir bölge; XV-XVII. yüzyıllarda Osmanlı egemenliği altında kalmış olan beyliğin Türkçe adıdır.
Doğuda Boğdan, güneyde Eflak, güneybatıda Demirkapı bölgeleri yer alır. Batıda Macaristan, kuzeyde ise Maramureş ile komşudur.
Osmanlılar ile Erdel arasındaki ilk temas XIV. yüzyılın ikinci yarısına rastlar. Erdel'e ilk planlı Osmanlı akını 1391'de yapılmıştır. Sonuç alan akına 1420'de girişilmiştir. Erdel voyvodası Csaky Laszlo Osmanlılara karşı koymuş ise de, Hateg civarında yenilmiştir. 1 yıl sonra girişilen akını, Tuna Uçbeyi yapmıştır. Bu akında Braşov civarında Sekel ve Saksonlar yenilmişlerdir. Macar Kralı barış istemiştir. Erdel'e 1426'da ikinci ve 1432'de daha büyük üçüncü Osmanlı akını yapılmıştır. Bu sırada Macar Kralı Erdel'i güneyden savunmak için bu bölgeyi Alman şövalyelerine vermeye kalkmışsa da muvaffak olamamıştır. II. Murad ... (Devam)
İstanbul'un fethinden sonra, şimdiki Şehzadebaşı Camii'nin bulunduğu yerin karşısında yeniçeriler için yapılan kışlalara verilen isim.
Yeniçeri Ocağı son devirlerde yüz doksan altı orta idi. Bu eski odaların da yüz doksan dokuz daire olduğu kaynaklarda belirtilmektedir. Buna göre her ortanın ayrı bir dairesi olduğu görülmektedir. Her daire mutfak, kiler, zabitan ve nefer koğuş ve odalarını içine alırdı. Bu kışlaların yüz kadarı cemaat, altmış biri bölük, otuz dördü sekban ve dördü de solak ortalarına aitti. Yirmi altı tanesi eski odalar denilen bölümde, yüz yetmiş üçü de yeni odalar kısmında idi.
II. Mahmud devrinde, 1826'da Yeniçeriliğin kaldırılması sırasında ilk önce yeni odalar yakıldı, bir süre sonra da eski odalar kaldırıldı. (Devam)
Biri İstanbul'da, diğeri Edirne'de yaptırılan iki saray.
Eski Saray (İstanbul) İstanbul'da yaptırılan Eski Saray, bugünkü İstanbul Üniversitesi merkez binasının bulunduğu yerde Fatih Sultan Mehmed tarafından, 1454-1457 yılları arasında yaptırılan saraydır.
Bu saray geniş bir alanı kaplamakta idi. Yapılarının bir kısmı Süleymaniye Camii yapılırken yıkılmış ve yerine de 1866'da eski Seraskerlik Dairesi (bugünkü üniversite merkezi binası) yapılmıştır.
Kaynaklara göre sarayı çevreleyen surların üzerinde kule bulunmadığı dört kapısının olduğu bunlardan birinin haremağalarının kontrolü altında ve daima açık tutulduğu, diğer kapının ise kapalı bulunduğu bilinmektedir.
Yeni Saray yaptırıldıktan sonra bu saray ölen hükümdarların kızları, kadınları, anneleri, cariyeleri ve gözdelerine ayrılmış, bunların hizmetleri için de çok sayıda haremağası, kapıağası, kapıcı, baltacı gibi gör... (Devam)
Osmanlılarda el sanatları ile uğraşan, geçimlerini yaptıkları eşyanın satışı ile sağlayan kimselere verilen ad.
Osmanlı İmparatorluğu'nda reayayı teşkil eden halk, kazanç kaynaklarına göre sınıflandırıldığı için bu kelime de benimsenmiştir.
Evliya Çelebi, XVII. yüzyılda reayanın kazanç gruplarına göre sınıflara ayrıldığını açıklamaktadır. Bunlara örnek olarak Esnaf-ı Reisan-ı Bahr-i Sefid (Akdeniz armatörleri), Esnaf-ı Tüccaran-ı Kahveciyan (Kahve ithalatçıları), Esnaf-ı Bezirgan-ı Pirinççiyan (pirinç tüccarları), Esnaf-ı Karhane-i Şem-i Asel-i Sultani (Beyaz bal mumu fabrikatörleri), Esnaf-ı Emin-i Darbhane-i Al-i Osman (Osmanlı Devlet darphanesi sanatkarları), Esnaf-ı Katiban-ı Kütüp, (Yazma kitap kopye edenler), vb. gösterilebilir.
Bu resmi adlardaki tanımlama zorluğu ve kullanışsızlık, esnaf kelimesinin bu iş alanlarında toplu olarak kullanılmasını da kolaylaştırmıştır.
Osmanlı Devleti'nde sefer emri alan Yeniçeri, XIX. yüzyıl başında Sultan II. Mahmud tarafından Yeniçeri ordusunun bünyesinde yapılmak istenen ıslahatta meydana getirilen talimli askere verilen ad
Osmanlı İmparatorluğu'nda sefer açıldıkça, kapıkulu askerinin asıl gücünü meydana getiren Yeniçerilerden bir kısmı çeşitli kalelerde nöbetçi, bir kısmı da İstanbul ve Edirne kışlalarında korucu ve oturak, bir kısmı da kapılı sınıfında oldukları için, sefere katılmazlardı. Sefere katılacak Yeniçeriler, bu askeri teşkilatın asıl vurucu gücünü teşkil ederlerdi
Eşkinciler sefere çıktıklarında, orta veya bölük sandıklarına iki altın verirlerdi. Bu para ile sefer sırasındaki yiyecek ihtiyaçları karşılanırdı. "Kumanya-baha" denilen bu para, herhangi bir sebeple sefere katılmayan eşkincilerden de alınırdı. Eşkinciler arasında ocağa yeni kaydedilen acemiler de bulunabilirdi. Ancak eşkincilerin satışı kesin o... (Devam)