Cennet, yeryüzünde eşi bulunmayan bir yerdir, ancak kesin yerini hiçbir insanın bilmesine izin verilemez. Gelecekte bir zaman... Tanrı Cennet'in yolunu açıklayacaktır. BİR HAHAM MESELİ
Ortasından büyük, hayat veren ırmağın aktığı Cennet'in nerede olduğunu kimse öğrenememiştir. Kitabı Mukaddes'in Tekvin kitabı ;söyle der: "Ve Rab Allah şarka doğru Aden'de bir bahçe dikti" (Tekvin 2:8). Bu tarifin Güney Irak'ta eskiden Sümer ve Akadlar Ülkesi denilen yer olduğu anlamı çıkarılmaktadır. Yüzyıllar boyunca pek çok insan bu efsanevi İrem bahçesini aramışsa da, asla bulunmuş değildir.
İbrani hikâyesinde yer alan günah ve cezalandırılma anlamından yoksun olmalarına rağmen benzer efsaneler Sümerler zamanında da bilinmekteydi. Aziz Paulus'tan sonraki ilahiyatçılar Cennet'i bir yeryüzü cennetinden çok tanrısal bir ödül yeri olarak düşünmüşlerdir. (Korintoslulara I... (Devam)
Ve allah Nuh'a dedi: Önüme bütün beşerin sonu geldi; çünkü onların sebebile yeryüzü zorbalıkla doldu ve işte ben onları yeryüzü ile beraber yok edeceğim. Kendine gofer ağacından bir gemi yap... Ve ben, işte ben kendisinde hayat nefesi olan bütün beşeri yok etmek için yeryüzü üzerine sular tufanı getiriyorum. TEKVİN 6: 13,17
Kitabı Mukaddes'te dünyanın tümünü boğan büyük Tufan hikâyesi Tekvin kitabının 6-9 bölümlerinde anlatılır. Tanrı, yarattıklarını insanlığın günahları nedeniyle yok etmeye karar verdiğinde namuslu bir insan olduğu için yalnızca Nuh'u kurtarmıştı. Tanrı ona, küçük küçük odaları olan bir eve benzeyen bir gemi yapması için ayrıntılı bir talimat verdi. Yağmurlar başlayınca Nuh ailesini ve yeryüzündeki yaratıkların her birinden birer çifti gemisine aldı.
İsrail'in Allahı Rab şöyle diyor: Kavmimi salıver ki, çölde bana bayram etsinler. ÇIKIŞ 5: l
Tevrat'ın Çıkış Kitabı İsrailliler'in Mısır'da baskı altında bulunmalarının ve Musa tarafından kölelikten kurtarılmalarının hikayesiyle başlar. Musa İsrailli bir çiftin oğlu olmasına rağmen Mısırlı bir prenses tarafından yetiştirilmişti.
Yetişkinliğinde bîr İsrailli köleyi döverken yakaladığı Mısırlı bir kâhyayı öldürmüştür. Yaptığı iş açığa çıkınca Musa çöle kaçmak zorunda kaldı. Burada Yanan Çalı önünde Tanrı'dan bir vahiy aldı. Bunun sonucunda Mısır'a döndü ve kardeşi Harun ile İsrailliler'in salıverilmelerini talep etti. Firavun bu isteği reddederek ülkesinin başına on felaket getirdi.
Ailenin ilk doğan çocuğunun ölmesi olan onuncu felaket bütün Mısırlı aileleri de etkilediği için Firavun... (Devam)
Ve Rab Sodom üzerine ve Gomorra üzerine göklerden kükürt ve ateş yağdırdı; ve o şehirleri ve bütün havzayı ve şehirlerde oturanların hepsini ve toprağın nebatını altüst etti. TEKVİN 19:24-25
Sodom ve Gomorra kentlerinin yıkılması Kitabı Mukaddes'in Eski Ahit kitabında anlatılan en ilginç hikâyelerden biridir ve aynı hikâye Kur'an'da da yinelenmiştir. Başlıca karakterler en büyük patriyark olan İbrahim ile yeğeni Lût'tur.
Kentler bugün de hâlâ geçerli olan toprak hakları, eşcinsellik, ardıllık ve aile içi zina gibi ciddi ahlaki ikilemlerin yükü altındaydılar. Olay Kitabı Mukaddes ahlak kuralları için bir benzetme olarak görülmüşse de, bu kentlerin ve hikâyede anlatılan olayların varlıkları konusunda herhangi bir kanıt var mıdır?
KİTABI MUKADDES'İN HİKYESİ
Hikâyede İbrahim ile Lût, Kenan topraklarında çobanlar olarak sürülerini otlatırlar. Hayvanlar çoÄ... (Devam)
Dün kentinden ve hemşehrilerinden söz ettiğinde aklıma tekrarlamakta olduğum bir hikâye gelmişti ve senin, nasıl bir esrarengiz rastlantıyla Solon'un anlattıklarıyla harfiyen uyuştuğunu görmekle şaşırdığımı söylemiştim. PLATON, KRİTİAS, İÖ 4. YÜZYIL.
İnsanlığın Çok Eski çağlarının derinliklerindeki ve eski dünyanın tümüne hâkim olan büyük ve güçlü bir milletin akıl almayan bir felaket sonucunda neredeyse bir gece içinde sona ermiş olması insanları iki bin yıldır meşgul etmektedir. Burada büyük Atlantis ada milletinden söz ettiğimiz kuşkusuzdur.
ATLANTİS: EFSANENİN İÇERİĞİ
Atlantis'in doruk noktasına 11 bin yıl önce eriştiği söylenirse de, literatürde ortaya çıkışı ancak 2350 yıl önce, İÖ 359 ve 347 yılları arasıdır. Ülkenin adı Yunan filozofu Platon'un Sokrates ile öğrencileri arasındaki haya... (Devam)
Zeus bize ünü sonsuza kadar sürecekse de gelmesi çok uzun süren ve yerine getirilmesi çok uzun sürecek olan bu alameti gönderdi. Yılan sekiz yavruyu ve onları yumurtlayan serçeyi yedi ki bu dokuz eder ve biz de Troya'da dokuz yıl savaşacağız ama onuncu yılda kenti alacağız. HOMEROS, İÖ YAKLAŞIK 750.
Troya Savaşı Efsanesi üç güzel kadın arasındaki rekabet hikayesiyle başlar: Zeus'un karısı Hera ve kızları Aphrodite ve Athena. Aralarındaki kıskançlık ölümlü Kral Peleus ile yeni karısı deniz perisi Thetis'in düğünlerinde başlamıştı. Uyumsuzluk tanrıçası Eris kutlamaya altın bir elma getirmiş ve bunun oradaki "en güzel kadına" bir armağan olduğunu söylemişti.
Hera, Aphrodite ve Athena elmanın ve unvanın kendilerine ait olduğunu iddia ettiler. Eris hiç de masumane olmayan bir öneride bulundu: Ailesindeki kadınlardan hangisinin elmayı hak ettiğine Zeus kara... (Devam)
İsa, Kral Hirodes'in günlerinde Yahudiye Beytlehem'inde doğduğu zaman, işte, Şark'tan Yeruşalim'e müneccimler gelip dediler: "Yahudiler'in kralı doğan zat nerededir, çünkü onun yıldızını Şark'ta gördük ve ona secde kılmaya geldik. Ve işte Şark'ta gördükleri yıldız, önlerince gidiyordu, ta çocuğun bulunduğu yere kadar gelerek üzerinde durdu. Onlar da yıldızı gördükleri zaman taşkın sevinçle sevindiler. MATTA 2: 1-2,9-10
Eski çağların gizleri içinde Hıristiyan inancına göre İsa'nın Nasıra'da Mesih olarak doğduğunu bildiren Beytlehem Yıldızı kadar tartışmalını çok azdır. Matta İncili'nde yıldızın tarifi pek kısadır. "Doğu"daki bir yıldızın müneccimlere Yahudiye'deki Mesih'i bulmaları için yol gösterdiği söylenir. Onları Mesih'in kehanetlerdeki doğum yeri olan Beytlehem'e Yahuda kralı Hirodes gönderdiği için müneccimlerin yıldızı Beytlehem Yıldızı olarak bilin... (Devam)
Ve vaki olurdu ki, sandık göç ettiği zaman Musa derdi: Kalk, ya Rab ve düşmanların dağılsınlar ve senden nefret edenler senin önünden kaçsınlar. Ve konduğu zaman derdi; Ya Rab, İsrail'in on binlerce binlerine dön. SAYILAR 10: 35-36
Eski İsrail tarihçelerinde Kutsal Ahit Sandığı, pek çok rolü üstlenmiş muamma bir olgudur. İsrailoğulları Mısır'dan çıktıktan hemen sonra çölde yapılan Kutsal Ahit Sandığı, Tanrı'nın Sina Dağı'nda Musa'ya verdiği Ahit Levhaları'nın taşındığı kutuydu. Levhalar ve onların içinde bulunduğu sandık böylece Tanrı ile İsrailoğulları arasındaki ahdin tanıklığıydı. Tanrı'nın kesin buyruğu üzerine (Çıkış 25: 10) sandık akasya ağacından yapılmıştı, uzunluğu iki buçuk, eni bir buçuk ve yüksekliği de bir buçuk arşındı, içi ve dışı saf altınla kaplıydı ve üzerinde altın pervaz vardı.
Phoibos, senin gibi yaparak altın postu elde etmek için Pontus'un ağzı ile kara kayalar arasından Argo'yu geçiren o eski zaman insanlarının muhteşem başarılarını hatırlatacağım. RODOSLU APPOLONİOS, İÖ 3. YÜZYIL
Konusu genç bir kahramanın bir yolculuğa çıkıp uzak bir yerden dönerek yetişkinliğe geçişi olan İason ile Argonotlar efsanesinin Yunanistan'da eskilere dayanan kökleri vardır. En azından lirik şair Pindaros'un hikâyenin bir versiyonunu İÖ 5. yüzyılda yaratmasına kadar uzanırsa da, en çok bilinen versiyonu İÖ 3. yüzyılda Rodoslu Apolonios'un Argonautika'sıdır.
İASON'UN MİRASI
Efsane, Tesalya'da İolkos kralı Aison'un iktidar yükünden bıkıp devlet dizginlerini, oğlu İason'un erişkinliğine kadar kardeşi Pelias'a bırakmasıyla başlar. Pelias tek sandaletli bir adama karşı uyarılmıştır ve İason yetişkin bir insan olup tahtta hak iddia etme... (Devam)
Böylece Minos, utancını gizlemek için canavarı bir hapishanede saklamaya karar verdi ve büyük yetenek sahibi ünlü mimar Daedalos'un çizimiyle bir yer yaptı. Bu hapishane gözleri aldatan labirent geçitleriyle... OVİDÎUS, 1. YÜZYIL
Theseus ve Minotauros hikâyesinin (ki, bazı bölümleri İÖ 6. yüzyıl sonralarına kadar izlenebilir) İÖ 2. yüzyıl kaynağı Atinalı Apollodoros'a göre Theseus, Atina'nın eski bir kralıydı. Babası ölümlü kral Aigeus ise de, "biyolojik babası"nın Tanrı Poseidon olduğu iddia edilmiştir.
Theseus'un hikâyesinin ana konusu bir gencin çeşitli güçlüklerle başederek ergenliğe erişmesidir. Yunan mitolojisinde çok rastlanıldığı üzere erkekliğe giden yol gurur, ironi ve hüzünle kaplıdır. Ancak bu hikâyenin başka bir tarihsel gerçeği var mıdır?
Theseus'un Troizen köyünde doğumundan sonra Aigeus, yeğenleri Pallasoğulları'nın int... (Devam)
Tanrı rahibin hizmetkârına keten bezi verince o da James'e gitti ve ona göründü. APOKRİFA.
Basit bir biçimde söylemek gerekirse Torino Kefeni, 430 santimetre uzunluğunda ve 110 santimetre eninde büyük bir keten kumaş parçasıdır ve üzerinde -önünde ve arkasında- çarmıha gerilerek öldüğü anlaşılan bir insanın görüntüsü vardır.
Yalnızca bu bile ilgi uyandırmaya yeterliyken, bunun İsa'nın kefeni olduğu iddiası (kilise yetkilileri bu iddiada bulunmamışlardır) bir tartışma konusu olmuştur. Bu iddia nedeniyle ayrıntılı bilimsel incelemeler yapılmış, uluslararası konferanslar toplanmıştır. 1978'de İtalya'daki Torino'da sergilenen kefen, üç milyon kişi tarafından ziyaret edilmiştir. Gelecek sergilerde bu sayının çok daha yüksek olacağı kuşkusuzdur.
Bazıları kefen tarihinin 1357'de, Charney'li II. Geoffrey'in Fransa'da Lirey'de sergilemesiyle başladığın... (Devam)
Eğer tam olarak ne olduğunu görebilsek kendimizi, Odisseia ya da Eski Ahit kadar iyi bir temele dayanan, esin kaynağından ve insanlığın mirasından kopması imkânsız bir konuyla karşı karşıya bulurduk. Bunların hepsi gerçektir, gerçek olmalıdır ve ayrıca gerçek olması daha çok ve daha iyidir. WINSTON CHURCHILL, 1956
Kral arthur efsaneleri "gerçek" midir? Ve bunlar tarihi gerçekleri yansıtmakta mıdır? Çağdaş Arthur meraklılarının çoğu, Churchill'in bu saptırıcı özdeyişi karşısında pek rahat değillerdir. Bu insanlar elimizdeki tarihi ve arkeolojik kanıtlarla Arthur'un varlığını kanıtlamamız "gerektiğine" inanmaktadırlar. Ancak bu, sorunu daraltmak olur. Arthur esrarının "gerçeği" yalnızca tarih ve arkeolojide değil, aynı zamanda mitolojide, folklorda, edebi eleştiride ve diğer disiplinlerdedir. Camelot'yu araştırırken bir değil pek çok Arthur ile karşılaşmaya hazır o... (Devam)
Ve yine bir aşağılanma, yıkım ve yok olma geliyor... Gökyüzünden reçine yağmuru yağdı. Yüz Oyan adında biri geldi: Onların gözlerini çıkardı. Kan Akıtıcı geldi: Kafalarını kopardı. POPOLVUH, 16. YÜZYIL.
2012 aralık ayında dünyada yaşayan insanlar korkunç bir felaketle yeryüzünden silinecekler. Son yangınlara, sel ve şeytanların istilasına bakarak bunun beklenmedik ve korkunç bir biçimde geleceği söylenebilir. En azından eski Maya takviminin "nihai geri sayımı"na girerken bunları beklememiz gerektiği söylenmektedir.
Belki bir iki gün farkla o kader ayının 23. günü, Uzun Sayı döngüsünün 13 Bak'tun'unun sonuncu günü olacak ve böylece İÖ 3114 yılında böyle bir olayla başlayan 1.872.000 günlük yolculuğunu tamamlayacaktır. Bu gayet ayrıntılı sistem hakkında ne biliyoruz ve Mayalar 2012'de ne olacağını düşünmüşlerdi?
(Solda) Bir hiyeroglif kitabı olan Dresden ... (Devam)
Ülkenin sakinleri olan diğerleri gibi bu insanlar da, Aztlân adlı ve yaşadıkları yerdeki Yedi Mağaralar'dan ayrıldılar. Aztlân, "Beyazlık" ya da "Balıkçılların Ülkesi" demektir. FRAY DIEGO DURAN, 16. YÜZYIL.
Aztekler ve müttefikleri 15. yüzyılda ve 16. yüzyıl başlarında orta ve güney Meksika'da bir imparatorluk kurdular, imparatorluk, Hernân Cortes'in İspanyol Seferi sonunda, ancak yüz yıl yaşadıktan sonra yıkıldı. Günümüz Meksika ulusal efsanelerinde, Aztekler, kahraman yerli geçmişi ve yabancı istilasının trajedisini temsil edecek biçimde popüler hayal gücünde idealleştirilmiştir.
Aztek baÅŸkenti Tenochtitlan'ın İspanyol sömürgesi Mexico City'ye dönüştürülmesi ve çaÄŸdaÅŸ milletin baÅŸkenti olmaya devam etmesi Aztekler'i İspanyol öncesi kolektif 3000 yıllık kültürel mirasın en önemli temsilcileri olarak diÄŸer kızılderililerin üzerine çıkarmaktadÄ... (Devam)
Avustralya Aborijin sanatı bütün dünyaya sunulmuş dünyanın son büyük sanat geleneğidir. WALLY CARAUNA, 1993
Avrupalılar 1788'de Brîtanya Birinci Filosu'nun Botany Körfezine çıkmasıyla Avustralya'yı ele geçirdiklerinde, ülkeyi kendi Avrupalı değerlerine göre biçimlendirmişlerdir. Avrupalılar kıtanın haritasını çıkarmışlar, devasa araziyi tarlalara ve çiftliklere bölmüşler, sanki boş bir toprakmış gibi doğal yerlerine İngilizce adlar vermişlerdir. Aynı kültürel gelenekten arkeologlar ise, Aborijinler'in Avustralya'ya yerleşme tarihlerini tespit için ciddi bir kaygı içinde olmuşlardır. En son tahminleri 60.000 yıl ya da daha öncesidir.
Avustralya Aborijinleri'nin bazı konularda kendi görüşleri vardır. Yeryüzünün yaratılıp düzenlendiği, dere ve tepelerin yapıldığı, insanların kendi ülkelerine yerleştirildikleri Düş-Zamanı'ndan bu yana, burada olduklarını bilip söyleme... (Devam)
Bizler diğer türlerin çok yakın akrabalarıyız. Ama yine de onlardan ışık yılları kadar uzağız. RICHARD DAWKINS, 1992.
Etiyopya'nın ve Kenya'nın kurak topraklarında, bilinen en eski atalarımız olan australopithecus'ların fosilleri bulunmaktadır. Eski çağların tortuları arasından 4,5 milyon yıl öncesine ait dişler, kafatası parçaları ve zaman zaman da bacak ve kol kemikleri çıkmaktadır.
Titizlikle kazılıp birleştirildiklerinde bunlardan, yaklaşık bir metre boyunda, şempanze boyutunda 450 santimetre küp beyinleriyle maymunu andıran atalarımızın görüntüsü çıkmaktadır. Bunlar kısmen iki ayak üstünde yürürlerdi, büyük ölçüde vejetaryenlerdi ve kuru tohumlar ile kökleri ezmek için çok iri azıdişleri vardı. Modern insanın atası değillerse de, akrabası oldukları genellikle kabul edilir ve australopithecus sözcüğü, zaman zaman ilk insangiller iç... (Devam)
Dil kültürel bir yapı değildir... o beyinlerimizin biyolojik yapısının belirli bir parçasıdır. STEPHEN PINKER, 1994.
Birbirimizle konuşmak, bizim yapabileceğimiz en basit ve en karmaşık şeylerden biridir. Konuşmak bir zahmet gerektirmez, üstelik keyif verir. İnsan olmanın ve toplumun katılımcı bir üyesi olmanın bir parçasıdır. Biz bir tür olarak en derin duygularımızı, bilgi ve anlayışta ilerlememizi ve çoğunlukla da, günlük yaşantımızın önemsiz şeylerini iletmek için dili kullanırız.
İletişim kurduğumuzda evrimin en şaşırtıcı ürünlerinden birini -dili-kullanmaktayız. Çıkardığımız seslerin pek çoğu genelde benzersizdir. Her biri sahip olduğumuzun farkına bile varmadığımız gayet karmaşık gramer kurallarına uygundur ve toplumun sıradan bir üyesinin emrindeki 60 bin kelimelik bir dağarcıktan seçilip alınır. Dilsiz bir hayatı hayal bile güçtür ve i... (Devam)
...bunlar ne Homo erectus'un "yeni ve gelişmiş" biçimleriydi ne de Homo sapiens'in kaba prototipleri. Bunlar kendileriydi: Neanderthaller'di yani aile tarihimizi en çok zenginleştiren özel, başarılı ve şaşırtıcı insan gruplarından biri. ERICK TRINKHAUS VE PAT SHIPMAN, 1992.
Neanderthaller'in başına gelen, yeryüzünde yaşayan sayısız türün çoğunun başına gelenlerden farksızdır: Soyları tükenmiştir. Bunda olağandışı bir durum yoktur ve insan evrimi hakkında daha çok bilgi elde ettiğimizde, Neanderthaller'in aynı kadere uğramış çok çeşitli insan tiplerinin ve insanın atalarının yalnızca en sonuncuları olduğunu öğrenmekteyiz.
Ancak Neanderthaller hakkında şaşırtıcı ve olağandışı olan şey çok yakınlarda, yalnızca 30 bin yıl önce soylarının tükenmesi ve böylece de gezegenimizde soyumuzun tek canlısı olarak bizim türümüzü, yani Homo sapiens... (Devam)
Jean-Marıe Chauvet ile iki arkadaşı 1994 yılının Aralık ayında Fransa'nın Ardeche Bölgesi'nde mağaralarda araştırma yapmaktaydılar. İnsanlığın ilk resimlerini bulmayı umuyorlardı ama o ana kadar fazla bir başarı elde edememişlerdi. Hepsi de Üst Paleolitik Dönemin (40 bin -10 bin yıl önce) görkemli yeraltı resimlerini ve Lascaux, Niaux ve diğer ünlü yerlerin resimlerini biliyorlardı. Ancak Ardeche Irmağı'nın üzerindeki tepenin derinliklerinde bulacakları şeye hiç de hazırlıklı değillerdi.
Bir yamacı tırmanınca küçük bir kaya çıkıntısına rastladılar. Arka tarafında bir moloz yığını vardı. Taşları dikkatle yoklayarak bir hava akımı aradılar.
Evet, bir hava akımı hissedebiliyorlardı. Heyecanla düşmüş taş ve toprağı kaldırınca tepenin derinliklerine inen dar bi... (Devam)
Tek sesli ama önce dört, sonra iki, sonra üç ayaklı, yeryüzünde ya da gökyüzünde ya da denizde bundan daha değişken bir şey yoktur. Bu şey ayakları üzerine kalktığında gücü en zayıf, yürüyüşü en yavaştır. SFENKS'İN OİDİPUS'A SORDUĞU BİLMECE.
Sfenksle en çok ilişkilendirilen bilmece, Yunan efsanesinde Oidipus'un çözdüğüdür. Ancak el-Gize'deki piramitlerin yanında duran ve kötü ruhlu Yunan sfenksinin uzaktan akrabası olan Büyük Sfenks'i saran muammaların sayısı Oidipus'a sorulan bilmeceyi çocuk oyuncağı bırakacak kadar çok daha fazladır. Sfenks ne zaman yapılmıştır? Kim, kimin için yapmıştır? İçinde ya da altında gizli odalar var mıdır? Bu soruların muhtemel cevapları, arkeoloji, eski tarih ve jeoloji karışımı içindedir.
Avustralya'nın yerli halkının ataları, bazı geleneksel inanışlarına göre hem doğanın hem de insanların oluşturulduğu Düş-Zamanı'nda yaratılmışlardır. Bu nedenle onlar için kökenleri bir muamma değildir. Oldum olası hep oradadırlar. Kökenlerinin zamanı da önemli değildir. Çünkü Düş-Zamanı geçmişi, günü ve geleceği, kronolojiyi önemsiz bir kavram yapacak biçimde birleştirir.
Ancak bilimadamları için ilk Avustralyalıların gelişlerinin yeri ve zamanlaması 200 yıldır çözülmeyi bekleyen bir esrardır. İlk Avustralyalılar kimlerdi? Nereden gelmişlerdi? Buraya nasıl varmışlardı? Ne zaman gelmişlerdi? insan evriminin küresel tarihindeki yerleri neydi?
Ortaya çıkacak olan tablonun, bize insanın yeryüzündeki serüveninin en heyecan verici, en esinlendirici ve şaşırtıcı bir olayını göstereceğine inanıyorum. TOM DILLEHAY 2000.
Okyanus denizi amirali Kristof Kolomb, 1493'te İspanya sarayına bir grup Amerikan yerlisini getirdiği anda entelektüel tartışma da başlamış oldu. Bu garip insanlar kimlerdi? Anayurtlarına nasıl gitmişlerdi? Asya'dan Amerika'ya karadan mı yoksa denizden mi gitmişlerdi? Yoksa "bilinmeyen bir kaptan" Kolomb'dan çok önce Akdeniz'i ve arkasından Atlas Okyanusu'nu aşmış mıydı? Kızılderililer, kayıp kıta Atlantis'ten ya da İsrailoğluları'nın Kayıp On Kabilesi'nden hayatta kalanlar mıydı?
Beş yüzyıldır bilimadamları da, efsane yaratıcıları da insan geçmişi hakkındaki bütün tartışmaların bu en kalıcısı üzerinde hiç durmaksızın fikir yürütüyorlar.
... avcılar ülkenin zenginliğinin çoğunu silip süpüren kanlı bir dalga gibi Amerikalar boyunca aktılar. PAUL MARTIN, 1999
Günümüz insanları olarak bizler, son Buzul Çağı'nın sonundaki, daha yalnızca 13.000 yıl önceki atalarımızın dünyasına kıyasla korkunç derecede yoksullaşmış bir dünyada yaşamaktayız. Afrika, Avrupa, Asya ya da Amerika'da yaşayan o avcı-toplayıcı insanlar çok büyük boyutlu vahşi hayvanları -megafauna- görebiliyorlardı. Bugün bu tür hayvanlar yalnızca Afrika'da kalmıştır: Fil, zürafa, suaygırı ve gergedan.
Buzul Çağı avcıları Avrupa'da, Kuzey Asya'da ve Kuzey Amerika'da mamutları görmüşler ve belki de onları başarıyla avlamışlardı. Avrupa hayvanları arasında dev geyikler, tüylü gergedanlar ve mağara ayıları vardı. Amerika kıtasında ise doğal ayıklamanın ancak milyonlarca yılda ürettiği ve evrim zamanı açı... (Devam)
Geçmişinin büyük bir kısmında insanlar yiyeceklerini avlanarak ve toplayarak sağlamışlardır. Atalarımız evcilleştirilmiş hayvan ve bitkileriyle yerleşik toplumlar halinde yaşamadan çok önce bir tür olarak evrim geçirmiştik. Çiftçilik çok yeni bir olaydır ve arkeologlar insanın yaşam biçiminde neden böyle radikal bir değişikliğin gerçekleştiğini anlamaktan hâlâ çok uzaktalar.
Çiftçilik ilk kez 12.000 yıl önce verimli Ortadoğu topraklarında başlamış ve bu tarihten hemen sonra dünyanın altı başka bölgesinde de birbirlerinden bağımsız olarak keşfedilmiştir: 9000 yıl önce Orta Meksika'da, ondan biraz sonra Güney ve Kuzey Çin'de, sonra 7000 yıl önce Orta Andlarda ve son olarak da, 4500 yıl kadar önce Birleşik Devletler'in doğusunda ve Sahra-... (Devam)
Heykel ve resim hemen hemen aynı anda çıkmışlardır ve bunların en iyi örnekleri öylesine bir mükemmeliyete erişmiştir ki, bunları keşfedenler, bu ürünlerden, bazı bakımlardan Yunanlılar'ın eserlerinden bile daha üstün olarak sözetmişlerdir. W, J. SOLLAS, 1911
Arkeolojik malzememizin çoğunluğunu, parıltılı altınlar değil eskidikleri, kırıldıkları ya da işe yaramadıkları zaman atılan ya da kaybolan döküntüler oluşturur. Araştırmacılar sözünü ettikleri kapların bir tekinin bile örneğini görmeden, kırık çanak çömlek parçaları hakkında kitaplar yazarlar ve sonra bunları üretenlerin hayatlarım canlandırmaya çalışırlar.
Buna kıyasla kaya resimleri gerçek bir belgedir: GeçmiÅŸten gelen bu resimler bize eski insanların kendi dünyalarını nasıl algıladıklarım gösterir. "Algılamak", "görmek"ten daha doÄŸru bir terimdir, çünkü algılamak, insan gözÃ... (Devam)
Piramit merdiven basamağı gibi sıra sıra inşa edilmişti. Bu şekilde tamamlanınca kalan taşları yerlerine kısa tahta kütüklerden yapılma makinelerle kaldırdılar. HERODOTOS, İÖ YAKLAŞIK 430.
Herodotos'un yaşadığı zamanlardan bu yana Mısırlılar'ın piramitleri nasıl inşa edip dikili taşları nasıl kaldırdıkları hakkında pek çok tartışma yapılmıştır. Ne yazık ki, Mısırlılar'dan günümüze bu konuları anlatan fazla bir belge kalmadığından, ortaya atılan bütün kuramlar, ancak deneysel arkeolojiyle sınanarak inanırlık kazanabilmektedir.
Taşların ham olarak taşocaklarından çıkarılması, yontulması ve yontulmuş bu taş blokların ve dikilitaşların nakliyesi konularında pek çok yanıtlanmamış soru varsa da, belki de en büyük esrar, piramitlerin ve dikilitaşların gerçekten hangi teknikle yapıldığıdır.
(Solda) Piramit yapımının erken bir aşamasını gösteren kr... (Devam)
Alplerde olay: Hauslabjoch'ta bulunan ceset. Ölü adamın kimliği henüz tespit edilemedi. Cesedin yanında bulunan eşyalardan, kazanın on dokuzuncu yüzyılda olmuş olacağı tahmin ediliyor. POLİS RAPORU, KONRAD SPİNDLER'DEN, 1994.
19 Eylül 1991'de iki Alman dağcısı modern çağlardaki mükemmel korunmuş ilk en eski insan cesedini buldular. Yer İtalyan Güney Tiroller'inde, Avusturya uluslararası sınırından yalnızca 90 metre berideydi. Alpler'in bu bölümü, adını dar ve uzun Ötztal Vadisi'nden alan Ötztaler Alpleri olarak bilinir.
Ceset günümüzde bir Avusturyalı gazetecinin, vadinin adından yola çıkarak "Ötztal" ve Himalayalar'daki efsanevi dev kar adamını simgeleyen "yeti" sözcüklerinden türettiği "Ötzi" adıyla anılmaktadır. Ancak çoğu kimse ondan, yalnızca "Buzadam" olarak da söz eder.
Bu keÅŸfin ıssızlığı Buzadam'ın sonunun nasıl geldiÄŸi konusunda pek çok varsayımÄ... (Devam)
Tanrıça, doğanın ve toprağın kendisidir, mevsimlerle birlikte nabız atar gibidir, ilkbaharda hayatı ve kışın ölümü getirir. MARIJA GIMBUTAS, 1999
Cinsiyet farklılığının bilincinde olduğumuz ve Hıristiyan tanrısının erkek olarak temsil edilmesinin giderek daha çok sorgulandığı günümüzde, tarihöncesi bir ana tanrıça kültü hayli taraftar kazanmıştır. Özgün insan toplumunun anaerkil olduğu ve yakın zamanlarda hâkim duruma geçen ataerkilliğin daha sonraki bir aşamada geliştiği kuramları 19. yüzyıldan bu yana üretilmektedir.
Bu varsayımın savunucuları, eski Ortadoğu ve Ege efsanelerinden destek aldıklarım iddia etmektedirler. Antropologlar, hâkim figür olan bir "Büyük Tanrıça"nın yanı başında, doğuşu ve ölümü yıllık mevsim döngülerini sembolize eden "ölen tanrı"lı bir erken dönem evrensel dinini seçmeye çalışmışlardır. Bu inancın en g... (Devam)
Bayım, bu büyük kalıntıların haşmet ve yöntemine mi, yoksa özgün yapıları ya da kullanımlarına ait bir tek iz ve söylence olmadan burada olmalarındaki kaderlerinin garipliğine mi hayran kalayım, bilemiyorum. RAHİP GROVER, 1847
Rahip Grover'in bu düşünceleri megalitlerin yüzyıllardır insanlar için taşıdığı çekiciliği ifade etmektedir. Geçmişten kalan bu megalitler, çok etkileyici ve harikulade yerlerdir ama onlar hakkındaki bilgilerimiz açısından da bir o kadar esrarengiz ve gariptirler. Yunanca "büyük" ve "taş" kelimelerinden üretilmiş "megalit", yalnızca "büyük taş" demektir ve megalitik bir yapı da Stonehenge gibi büyük taşlardan oluşturulan bir yapıdır.
Bu nedenle megalitler herhangi bir bölgede ve herhangi bir dönemde inşaat için kullanılabilirler. Megalitlerin yakın yüzyıllara kadar kullanıldığı Hindistan'daki Khasia tepeleri ya da Etiyopya v... (Devam)
"Bundan dolayı" Rab diyor, "işte artık: İsrailoğullarını Mısır diyarından çıkarmış olan Rabbin varlığı hakkı için değil, ancak, İsrailoğullarını şimal diyarından, kendilerini sürmüş olduğu bütün memleketlerden çıkarmış olan Rabbin varlığı hakkı için, diyecekleri günler geliyor. Ve atalarına vermiş olduğum topraklarına onları tekrar getireceğim." YEREMYA 16: 14-15
İÖ 721'de Asur kralı Büyük Şarrukin, ordusuyla güneye yürüyüp Suriye'den geçti ve İsrail Krallığı'na saldırdı. Başkent Samiriye'yi yerle bir etti, milletin liderlerini aileleriyle birlikte çiftçiler, zanaatkarlar ve tüccarlar olarak yeni bir hayata başlamaları için Suriye'nin kuzeyine sürgüne gönderdi.
İsrail milleti o zaman Reuben, Gad, Aşer, Efraim, Manasseh, Dan, Naftali, İssahar, Simeon ve Zebulon kabilelerinden oluşuyordu ve sürgünler bu nüfusun yalnızca bir azınlığını ol... (Devam)
Kayıp bir çağın sessiz görüntülen, Bir tapınağın bu ağırbaşlı taşları Soru sormayan ovada Her çağdaş bilgenin muamması. EDWARD G. ALDRIDGE, 19. YÜZYIL ORTALARI
Stonehenge'i nasıl yapmışlardı? Buna en kolay verilecek cevap, "çok güç" olacaksa da, gerçek cevap, "düşündüğümüzden çok daha kolay"dır. Stonehenge, ünlü olduğu kadar benzersizdir ve bize ipucu veren de işte bu benzersizliğidir.
İngiltere'deki diğer taş daireler -ki bunlar yüzlercedir ve bazılarının çapları da daha büyüktür- doğal durumlarında bırakılmıştır. Yalnızca Stonehenge'dekiler kenarları düzeltilip dört köşe haline sokulmuşlardır. Dik taşların üzerinde yer alan yatay taşlar ise bir kapı üzerindeki lento gibi sanki kalaslarmışçasına zıvanalarla tutturulmuştur.
Birbirine bitişik taşlar da yine bir ağaç ustası tekniğiyle kanallar ve yuvalarla birleştirilmiştir.... (Devam)
Bir süredir boş zamanlarımda Avrupa dillerinin çarpıcı yakınlıkları üzerinde çalışıyorum ve her gün bu işte yeni ve çok heyecan verici yanlar buldukça onları kaynaklarına doğru izliyorum. JAMES PARSONS, 1767
Avrupa ve Batı Asya, pek çok kültür ve halklar görmüşse de, Avrupalılar'ın çoğu ile Batı ve Güney Asyalılar'ın büyük bir kısmı Neolitik ya da Erken Tunç Çağı'nda Avrasya'ya yayılmaya başlayan bir tek dil ailesine ait olan akraba dilleri konuşmuşlardır. Pek çok Hint-Avrupa dilinde aynı soydan gelen birkaç kelimeyi alıp da İrlanda'dan Batı Çin'de, ipek Yolu'nun vaha kentlerinin halkı Toharlar'a kadar izlersek bu dil sürekliliği hakkında bir izlenim elde edebiliriz.
Bu kelimeler arasındaki benzerlikler bunların Proto-Hint-Avrupa olarak bilinen ortak bir ata dilinden türemeleriyle (Fransızca, İspanyolca ve İtalyanca'nın Geç Dönem Latince'sinden türediği g... (Devam)
Mısır Afrika'nın ayrılmaz bir parçası olduğuna göre, Mısır'ın eski ve yeni sakinleri de coğrafi anlamda "Afrikalı"dırlar. Eski Mısırlılar' in "siyah" olup olmadıkları İse çok daha karmaşık bir konudur. Pek çok çağdaş yazar -özellikle Mısır'ı "kara Afrika" uygarlığı olarak göstermek isteyen "Afromerkezciler"- için Mısır'ın coğrafi konumu, insanlarının temelde "siyah" oldukları için yeterli bir kanıttır. Ancak bu soruya doğru bir cevap vermek için yalnızca "siyah" kelimesinin anlamını değil, bunun eski zamanlarda ne anlama gelebileceğini de tanımlamak zorundayız.
Gize'deki özel mezarlardan çıkarılan iki 4. Hanedan "yedek" kafası. Biri daha tipik Mısırlı fiziki yÃ... (Devam)
Kronos'a (Ba'al Hammon) tapan Fenikeliler, özellikle de Kartacalılar, büyük bir istekte bulunduklarında, mutlaka başarılı olmak istiyorlarsa, çocuklarından birini tanrıya kurban ederek yakarlardı. CLEITARCHUS, İÖ 4. YÜZYIL SONLARI.
Kartaca, Doğu Akdeniz'den gelen Tyroslu (bugünkü Sur) Fenikeliler tarafından "Yeni Kent"leri (Kart-Hadaşt) olarak şimdiki Doğu Tunus'ta kurulmuştur. Bugün aynı yerde Tunus kentinin bir banliyösü vardır. Arkeolojik kayıtlarda İÖ 8. yüzyıl ortalarının daha öncesinden bir bulguya rastlanılmamışsa da, sözlü geleneklerde (örneğin Vergilius'un Aeneis'ine. göre) kenti İÖ 814 yılında kardeşi Tyroslu Pygmalion'dan kaçan Kraliçe Dido'nun kurduğu söylenegelmektedir.
Romalılar Kartaca'da yaşayanlara Phoenikes'ten (Fenikeliler) türetilen Poeni adını vermişlerdi. Pön Savaşları sözü de buradan gelir. Kartaca'nın Akdeniz'in ortasında olması ve verim... (Devam)
Şaşkınlıktan donakaldım: Bu (Tres Zapotes Dev Başı 1) bir sanat eseri olarak abartmasız görkemli bir heykeldi.,. Ama beni şaşırtan Etiyopyalı tipiydi. Bu ülkede zencilerin bulunduğunu ve bunun da dünyanın ilk çağında olmuş olması gerektiğini düşündüm. MELGAR Y. SERRANO, 1869.
Eski Mezoamerika'nın en eski uygarlıklarının yaratıcıları Olmekler, Afrika'dan mı gelmişlerdi? Eldeki bütün kanıtlar bunların Amerika kıtasına Kuzeydoğu Asya'dan gelen Paleo-Kızılderililer'in soyundan olan Amerikan yerlileri olduklarını göstermektedir. Ayrıca Afrikalıların Kristof KoIomb'dan önce Amerika'ya geldikleri iddiasını doğrulayacak herhangi bir fiziki bulgu yoktur.
Arkeologlar Olmek ülkesinde ya da Amerika kıtasının bir başka yerinde Afrika'ya ait tek bir alet, bitki ya da hayvan kalıntısı, insan iskeleti, bir dil unsuru ya da herhangi bir somut kanıt bulamamışlardır. Şu halde ... (Devam)
Yüzümü tanyerine çevirerek sana bir harika yarattım. Bütün kokulu çiçekleriyle Punt topraklarını senden huzur istemek ve senin verdiğin havayı solumaları için sana getirdim. III. AMENHOTEP'IN MEZAR TAPINAĞINDAKİ KİTABEDEN.
Kral Sahure'nin hükümdarlığından (İÖ yaklaşık 2450) III. Ramses zamanına kadar (İÖ yaklaşık 1170), en az bin üç yüz yıl eski Mısırlılar düzenli olarak Punt diye bildikleri bir bölgeye ticari seferler yapmışlardır. Punt'un Mısır'ın güneyinde bir yerde olduğu bilinmekteyse de, çağdaş bilimadamları bunun tam yerini ve Mısır ticari heyetlerinin hangi kara ve deniz yolundan gittikleri konusunu uzun zamandır tartışmaktadırlar.
Punt ülkesi ve halkı hakkındaki bilgimiz metinlerden ve resimlerden gelmektedir. Resimlerde çizilmiş sahneler ve kazınmış yazılar, tüccarların oraya altın, aromatik reçineler, ince tahtalar, fildişi ve ... (Devam)
Kocam öldü ve oğlum yok... Korkuyorum. ANKHESENAMUN, MISIR KRALİÇESİ, TUTANKHAMON'UN DUL KARISI, İÖ YAKLAŞIK 1323
Mısır Firavunu Tutankhamon'un (İÖ 1333-1323) mezarının 1922'de Howard Car-ter tarafından bulunması, entelektüel dünyanın gözlerini kamaştırmıştı. Mezarın dört odasından çıkan 2000'den fazla nesne, Mısır'ın eski gücünün zirvesinde bir hükümdarın, inanılmaz servetini ortaya koyuyordu.
En şaşırtıcı şeylerden biri de, kralın 10 kilo som altından yapılma iç tabutu ve onun içindeki mumyasıydı. Ceset çok kötü durumda olmasına rağmen, kral hakkında önemli bir gerçeğin bilinmesini sağlamıştı: Tutankhamon 20 yaşında ölmüştü.
İlk otopsi, tabutlar hemen açıldıktan sonra 1925'te Dr. Douglas Derry tarafından yapıldı. Derry "sol yanakta... yuvarlak bir çöküntü ve onu dolduran deride bir yara izi" buldu. "Bu çöküntünün çevresindeki d... (Devam)
Kurumuş derisi ve çökük göz boşlukları dışında uyuyan bir adama benzeyen kişiye bakarken garip bir duyguya kapıldım ve böylece çağımızın çok eski yüzyıllarında bu kasvetli Lop bölgesine yerleşmiş ve herhalde buradan hoşlanmış olan yerli halkın bir temsilcisiyle karşı karşıya olduğumu hissettim. AUREL STEIN, 1928.
Dünyanın en îyi korunmuş mumyaları Mısır'da ya da Peru'da değil, Batı Çin'de Tarım Havzası'nın büyük bir kısmını oluşturan Taklamakan Çölü'nde bulunmuştur, insanın biçimini öldükten sonra yapay olarak korumayı isteyen eski Mısır ve İnka uygarlıkları ile seleflerinin mumyalarının aksine Tarım mumyaları, Avrasya'nın ikinci büyük çölünün kuru ve tuzlu kumları arasında son derece doğal olarak korunmuştur.
Tarım mumyaları ilk olarak 20. yüzyılın başında İsveçli Sven Hedin, Alman Albert Von La Coq ve İngiliz Aurel Stein'in Çin'i bat... (Devam)
Mithra Kültü, bildiğimiz kadarıyla, 1. yüzyılın sonlarına doğru Roma'da ortaya çıkmıştır. Kültün ana esrarı tanrı Mithra'nın bir mağarada beyaz bir boğayı öldürmesidir ve bu eylemin insanlığa kurtuluş getirdiğine inanılmıştır. Boğa öldürme sahnesi ("tauroctony") ülke boyunca tanrının bütün tapınaklarında (mithraeum) çok küçük farklılıklarla betimlenmişti.
Bazı mithraeum'larda resmedilmiÅŸ bir iki dize ile yakınlarda Berlin'de bulunan bir papirüs parçası dışında herhangi bir ayin metni olmadığı için, Mithra Kültü'nün sırlarını çözmeye yarayacak elimizdeki tek ipucu bunlardÄ... (Devam)
Belki de geçmişin ve günümüzün bir avuç bilimadamı dışındakilerin çoğu için "Kelt"... içine herhangi bir şeyin konulacağı ve herhangi bir şeyin çıkarılabileceği bir tür sihirli torbadır... Ünlü Kelt alacakaranlığında her şey mümkündür ve bu tanrılarınkinden çok mantığın alacakaranlığıdır. J. R. R. TOLKİEN, 1963.
Günümüzde bizler Keltler'i Avrupa'nın Atlas Okyanusu kıyıları halklarından biri olarak düşünürüz ama Keltler bir zamanlar (İÖ 2. binyıl ile İÖ 1. yüzyıl arasında) Avrupa kıtasının en çok yerine dağılmış insanlarıydı. Tarihte ilk bilinen Keltler'e İÖ 5. ve 6. yüzyılların Yunan tarihçilerinin yazılarında rastlıyoruz.
"Kelt" terimi (Yunanca Keltoi, Latince Celta, çoğulu Celtae] ilk önceleri Yunan Massalia (çağdaş Marsilya) kolonisinin iç taraflarında yaşayan insanları tanımlamak için kullanılırdı. Terim daha sonra Latince Galli (Ga... (Devam)
Kartallara katıldığımda (Dünmüş gibi hatırlarım) Yola çıkmadan önce Bir kız öptüm Clusium'da. ROSEMARY SUTCLIFF, 1954
Lejyonlar, Roma'nın önce İtalya'yı, sonra da en geniş çağında İskoçya'dan Büyük Sahra'ya, İspanya'dan Basra Körfezi'ne kadar uzanan büyük imparatorluğu kurdukları askeri birlikleriydi, Her lejyon ortalama 6000 kişiye ulaşabilirdi. Her lejyonda, ilk sırada dört, ikinci ve üçüncü sıralarda üçer olmak üzere 10 cohors bulunurdu (cohors= 300 kişi).
Yedi lejyonun yan yana gelen 25.000 kişilik ağır piyadesi, 2,5 km'lik bir cephe oluştururdu. Roma devleti işgalci niteliğini yitirip topraklarını savunan bir güce dönüşürken, cohors'un gücü 500-600 kişiye yükselmişti.
Lejyonlara ünlü esnekliğini ve gücünü veren iki piyade silahı vardı: 2 metre uzunluğunda bir mızrak (pilum) ve 50 santimlik enli ve ağır bir kılıç (gladius). Korun... (Devam)
1640 baharında Schalkholzer Bataklığı'ndan bir insan cesedi çıkarıldı. Adam herhalde öldürülmüş ve oraya gömülmüştü. BAUERNCHRONIK DES HARTICH SIERK AUS WROHM, 1615-64.
Kuzey Avrupa'nın şaşırtıcı derecede iyi korunmuş bataklık cesetleri hem popüler hayalgücünü hem de bilimsel varsayımları uzun bir süre etkilemiştir. Bu ıssız ve tehlikeli bataklıklarda bu insanların ne işleri vardı? Nasıl bu kadar iyi korunabilmişlerdi? Ve cesetlerin çoğunun şiddete maruz kaldıkları gözönüne alınırsa neden burada ölmüş ya da öldürülmüşlerdi? Bunlar tanrılara ya da bu sulak yerlerin ruhlarına mı kurban edilmişlerdi? Yoksa kaza ya da cinayet çok daha inandırıcı bir açıklama olabilir miydi?
Bataklık cesetlerinin ilk esrarı olan bu kadar iyi korunmuş olmaları kolaylıkla açıklanabilir. Burada en önemli şey, bataklıklardaki bataklık yosununun turba oluşt... (Devam)
Kehanet Ocağı Delphi'de olan, tanrı ne konuşuyor ne de gizliyor, yalnızca bir işaret gönderiyor. HERAKLEİTOS, İÖ 6. YÜZYIL.
Eski Yunanlılar, Tanrıların ölümlülerle konuştuklarına ve gelecek konusunda rehberlik edebileceklerine inanırlardı. Tanrılarla iletişim kurmak günlük hayatın bir parçasıydı. Kâhinler kent kent dolaşıp kehanet satarlar, fal bakarlardı. Bir kuşun uçuşu, bir kurbağanın kalıntıları, bir rüyadaki görüntüler, hatta bir hapşırmanın zamanlaması bile, eğer doğru yorumlandığı takdirde, tanrıların iradesini bildirirdi.
Yunanlılar'ın en önemli buldukları ilahi mesajlar Kehanet Tapınaklarında iletilenlerdi. Bunlar genelde sabit mekânlardı ve tanrılara ve kahramanlara burada doğrudan doğruya danışılabilirdi. En ünlüsü Delphi'deki Apollon Tapınağı'ydı ancak eski literatürde daha pek çok tapınaktan da söz edilmektedir.
...Madalyon tabletlerde bunları yapan insanların kendileri hakkında bilgiler yazdıklarını ve bu tabletler aracılığıyla bir gün yok olmuş bir ırkla konuşarak kentin üzerindeki esrar sisini dağıtacağımızı düşünüyorduk. JOHN LLOYD STEPHENS, 1841
Guatemala, Meksika ve Belize'yi kaplayan ovalar üzerinde uçmak, Orta Amerika'nın son büyük vahşi topraklarını görmek demektir. Kereste ve toprak elde etmek amacıyla ormanların giderek azalmasına rağmen bölge, hâlâ dünyanın en önemli arkeolojik alanlarından biridir.
Burası bin üç yüz yıl önce Maya uygarlığının yoğun bir biçimde iskan edilmiş merkeziydi: Sayısız büyük kentte yüksek piramitler ve geniş alanlara yayılmış saraylar vardı, geniş meydanlarında ustalıkla oyulmuş anıtlar tanrısal hükümdarlarını yüceltirdi. Çok uzun zaman önce terk edilmiş bu kentler bugün yalnızca ağaç kökleriyle birbirine bağlanmış ... (Devam)
Basitçe söylemek gerekirse: Her ne olursa olsun, pampa'daki mesaj bizim için olmayabilir! Hayvan biçimindeki biçimler, bende onların içinde yatan sırların Darwin'in Türlerin Kökeni'nden çok Alis Harikalar Diyarında'ya daha yakın olduğu duygusunu uyandırmaktadır. ANTHONY AVENI, 2000
Peru'nun güney kıyılarının Nazca halkı küçük krallıklar federasyonuydu: Çiftçiler, balıkçılar ve uzman dokumacılar. Bunlar, hassas bir Çizim tahtası potansiyeline sahip bir çöl olan Pampa de Ingenio'nun kenarlarında yaşarlardı.
Burada ince kum ve küçük taşlardan oluşan toprak tabakasını kaldırmışlar ve beyaz alüvyonun üzerine yerden asla tim olarak görülemeyecek büyüklükte gayet karmaşık bir çizgiler ve figürler ağı bırakmışlardır. Çölün tepesinden bir uçakta bakıldığında, bazıları bir uçak pisti kadar geniş olan bu çizgilerin vadiler ve alçak
Tiwanaku büyük bir kent değildir ama orada bulunan büyük binaların görülmeye değer olduklarından söz edilir. Başlıca binalardan birinin yakınında büyük taş temeller üzerine inşa edilmiş yapay bir tepe vardır. Bu tepenin ilerisinde insan biçimli iki taş put yer alır... Bunlar o kadar büyüktür ki, küçük devlere benzerler... Bu taş heykellerin yanında, eskiliği ve üzerinde yazı olmaması bu büyük temelleri kimin attığını ya da bunlar inşa edildiğinden bu yana ne kadar zaman geçtiğini bilmeyi imkânsız kılan bir bina daha vardır... CIEZA DE LEON, 1553
Bolivya'da Titikaka Gölü yakınındaki yaylalarda bulunan Tiwanaku arkeolojik alanı Amerika'larda ilk Avrupalı vakanüvislerin dikkatini çeken en eski anıtların bulunduğu bir yerdir. Bazı anlatımlara göre büyük İnka imparatoru Pachacuti bile 15. yüzyıl sonlarında bölgede zafer yürüyüşü yaparken kalıntıların taş i... (Devam)
Bilebildiğimiz kadarıyla Proes ya da Pahee's adını verdikleri bu teknelerle, bu insanlar, bu denizlerde adadan adaya yüzlerce mil dolaşmaktadırlar, Güneş gündüzün, Ay ve yıldızlar da gecelen pusula işlevini görmektedir. KAPTAN JAMES COOK, 1769
Kaptan Samuel Wallis, HMS Dolphin gemisiyle 17667da yoğun bir sabah sisi içinde Tahiti adasına yaklaşmaktaydı. Sis dağılınca gemisinin uzun boylu, "sağlam yapılı" savaşçılarla dolu düzinelerce kanoyla çevrili olduğunu gördü. Tahiti çok geçmeden Avrupa'da, uzak bir tropik cennet olarak tanındı.
Burada kadınlar güzeldi, yoksulluk diye bir şey yoktu, insanlar soylu vahşi türünün en üstün örnekleriydi. Ancak daha aklı başında bir gözlemci olan Kaptan James Cook adayı 17697da ziyaret ettiğinde, o günden beri bilimadamlarım şaşkına çeviren bir soruyu ortaya attı: Tahitililer bu ıssız yurtlarına nereden gelmişlerdi? Yalnızc... (Devam)
Bir keresinde bu adaya kurban edilmek üzere on dört yaşında bir kız getirilmişti. Ancak başrahip kızı kabul etmedi. Vücudunu titiz bir muayeneden geçirince memelerinin birinin altında küçük bir ben bulmuştu. Bu nedenle tanrılarına kurban edilmeye değer bulunmamıştı. PEDER BERNABECOBO, 1653
İnka İmparatorluğu'nu Konu edinen ilk vakayinameyi yazan İspanyol vakanüvislerinden Peder Barnabe Cobo, bize şimdi Bolivya Cumhuriyeti'nde olan Titikaka Gölü'ndeki Güneş Adası'ndan getirilen genç kızın yukardaki hikâyesini anlatır. Kız, eski Andlar'ın en büyük hac merkezlerinden ve dini tapınaklarından birinde kurban edilecekti. Ancak kız, kurban edilemeyince hikâyesini İnka İmparatorluğu'nun 1532'de fethinden birkaç yıl sonra adaya gelen bazı İspanyollar'a anlatacaktı.
İnkalar hakkındaki bilgilerimiz Cobo gibi eski zaman vakanüvislerin... (Devam)
İnsanlar size "bilmeceyi çözdünüz mü" diye sorarlarsa, bunu yaptığımızı iddia edemeyeceğimizi ama çok daha yeni ve ilginç bir şey bulduğunuzu söyleyebilirsiniz. KATHERINE ROUTLEDGE, 1915
Paskalya Adası'nın (Rafa Nui ya da Rapanui) coğrafyası, jeolojisi ve ekolojisi oraya birinci binyılda belirsiz bir tarihte yerleşen Polinezyalılar'ın kaderini biçimlendirmiştir. Adanın ıssız sular ortasında olması ile 1722'de Avrupalı seyyahların gördükleri kurak manzara birleşince, görkemli moai'leri (taş heykeller) dikmek için çok uygun çıplak bir sahne olduğu ortaya çıkıyor.
Doğa ile kültür arasındaki bu mesafe Batı bilimini kuşaklar boyunca şaşırtmıştır. Ancak yakın zamanlarda yapılan araştırmalar Rapa Nui arkeolojik veri tabanını zenginleştirmiş ve ekolojik bağlamı biraz daha açıklığa kavuşturmuştur.
Eski çağlar araştırmacılarının çoğu için Elam'ın âdeta egzotik, her şeyden uzak bir yeri vardır: Mezopotamya'nın doğusunda telaffuzu güç adlar, alışkın olunmayan mekânlar, pek az anlaşılan bir dil ve barbar bir halk. DANİEL T. POTTS, 1999
Tam gelişmiş bir yazı sistemi olduğu varsayıl-dığı takdirde Proto-Elam yazısı, dünyanın en eski çözülmemiş yazısıdır. Bu yazı, Kitabı Mukaddes'te Pers eyaletinin adı olan Elam'da ve klasik coğrafyacılarca eski başkenti Susa'nın adıyla anılan Susiana'da yaklaşık beş bin yıl önce kısa bir süre (ÎÖ 3050-2900) kullanılmıştır.
(Üstte) İran platosunda tabletlerin bulundukları yerler işaretlenmiş proto-Elam yerleşim birimleri. Proto-Elam yazısı Mezopotamya'da Uruk'ta kullanılan proto-çivi yazısından kısa bir süre sonra görülmüştür.
Burası günümüzde Batı İran'ın petrol alanları bölgesine denk düşmektedir. Ancak pr... (Devam)