Osmanlı İmparatorluğu'nda devlet gelirlerinden biri. Bir gelirin belirli bir bedel üzerinden bir emine veya mültezime süreli, yıldan yıla veya ömür boyu şartı ile kesilip verilmesi anlamındadır. İster iltizam suretiyle, ister emanet yolu ile tahsil edilen devlet gelirinden her bir kalemden tesbit olunan gelir. Toplamına da Mukata'a denilmiştir. Bu geliri işleyen görevliye de Mukata'acı denirdi. Hacegan'dan olan bu görevli yanında bulunan katiplerle çalışır; katiplerin geliri Piyade kaleminden karşılanırdı. Mukata'acı bu göreve hazine katipliğinden terfi ederek gelirdi. Göreve tayin veya görevden alma hakkı baş defterdarındı. Bir Mukata'ayı toplamak üzere emanet yolu ile alan kimseye ise Mukata'a Emini denirdi. Osmanlı Devleti'nde Mukata'a Miri ve Malikane adı ile iki gruba ayrılmıştı. Miri XVII. yüzyılda hazinenin mali sıkıntıya düşmesi üzerine, fazla geliri olan tımar ve zeametlerin devlete kalanlarının kimseye verilmeyerek el... (Devam)
Osmanlı İmparatorluğu deniz kuvvetlerine bilgili subay yetirtişmek maksadıyla XVIII. yüzyılda İstanbul'da açılmış olan ilk askeri denizcilik okulu. İmparatorluğun giriştiği savaşlarda uğradığı yenilgiler, bilgili subaylara olan ihtiyacı meydana koyduğundan I. Mahmud'un saltanatı zamanında ve 1734 yılında Üsküdar Mühendishanesi açılmış fakat bu okul hiçbir yeniliği kabul etmeyen, yeniçerilerin tepkisi dolayısı ile kapatılmıştı. Daha sonra III. Mustafa zamanında 1765'te okul ikinci defa Haliç Karaağacı'nda açılmış ise de, dersleri yarı gizli bir şekilde yapılan bu okul da kısa bir süre sonra kapatılmıştır. Cezayirli Gazi Hasan Paşa, kalyon devrinde donanmada görev alacak subayların ve komutanların matematik, coğrafya, gemicilik ve deniz ile ilgili dersler okutulan bir meslek okulundan mezun olmaları lüzumuna inandığından kaptan-ı derya olunca böyle bir okulun açılması için gerekli teşebbüslerde bulundu. III. Mu... (Devam)
Osmanlı Devleti ordusuna topçu ve istihkam subayı yetiştirmek üzere III. Selim tarafından 1795 yılında İstanbul'da açılan askeri okul. 1787 Osmanlı-Rus ve 1788 Osmanlı- Avusturya savaşları sonunda Osmanlı ordusunu sevk ve idare eden komutan ve subayların, düşman ordusunun komuta heyetine göre daha bilgisiz, erlerin de eğitim bakımından daha kifayetsiz oldukları anlaşılmıştı.
III. Selim 1792 yılında Haliç'te Halıcıoğlu mevkiinde Humbaracı Kışlası'nı inşa ettirdi. Burada Humbaracılar (topçular) ve Lağımcıların (istihkamcılar) yetiştirilmesine başlandı. Okul mahiyetinde olan kışla eğitimlerinde cebir ve geometri gibi dersler okutulmakla birlikte, daha çok arazi üzerinde uygulama yapılmakta ve öğrenciler pratik olarak yetiştirilmekte idiler.
III. Selim 1789 yılında Eyüp'te bir okul açmış (Mekteb-i Sultani) ve kabiliyetli gençleri buraya toplayarak eğittirmiş, Humbaracı Kışlası'nın açılmasından sonra da tah... (Devam)
Bütün devlet işlerine ait sadır olan hüküm ve fermanlar tarih sırasına göre özet kayıtları bu defterlere kaydedilirdi. Halen Başbakanlık Devlet Arşivi'nde mevcut 961-1323/1553-1905 yıllarına ait 263 adet mühimme defteri mevcuttur. 961 yılından önceye ait mühimmelerin de bulunması gerekir. Nitekim şer'iyye sicillerinde yapılan araştırmalar bu görüşü kuvvetlendirmektedir. 20 numaralı mühimme defteri mevcut değildir. Arşivde Kepeci Tasnifi'nde Nr. 70, 71, iki defter ile, Topkapı Sarayı'nda Koğuşlar Kütüphanesi Nr. 888 tarihi: 950-960/1551-1553 ve Topkapı Sarayı Arşivi E.12321 951-952/1544-1546 tarihli iki defter mühimme defteridir. Tarih bakımından Topkapı Sarayı'nda olanlar daha eskidir.
Ayrıca, dağılmış ve köhne durumda bulunan mühimme defter ve parçalarının birleştirilmesi ile meydana gelen mühimme zeyli defterleri mevcuttur. Bunlar 990-159/1572-1746 tarihleri arasında olup... (Devam)
Osmanlı Devleti Saray teşkilatının ilmiyye sınıfından yıldızlar ilmiyle uğraşan ve buna göre gelecekten haber veren müneccimlerin amiri için kullanılan bir deyimdir.
Osmanlılar döneminde "İlm-i nücum" denilen yıldız ilmiyle uğraşanlar ulema adını taşıyan din alimleri idi. Bu sebeple müneccimbaşılar bunlardan seçilirdi.
Osmanlı Tarihi'nde padişah cülusu, doğum, savaş ilanı, ordunun hareketi, sadrazamlara mühür verilmesi, denize gemi indirilmesi, sultan düğünü gibi durumlarda Müneccimbaşıları tarafından yıldızların uygun zamanları tespit ve buna göre hareket edilirdi; Bu sebeple Osmanlılarda müneccimlik önemli bir itiyat olarak benimsenmiştir.
İlmiyye sınıfından olan Müneccimbaşı ile ikinci müneccimin tayinleri Reis-i etibba yani Hekimbaşı tarafından olurdu. Bunlar gerektiğinde "Saat-ı muhtar" veya eşref saat denilen uğurlu zamanı sadrazama bildirirler, sadrazam da padişaha takdim eder. Hükümdar hangi... (Devam)
Osmanlı vezirleri ile devlet adamlarının ve tanınmış zengin kişilerin ecelleriyle öldüklerinde veya herhangi bir sebeble idam edildiklerinde bazen de sağlıklarında mallarına hükumet tarafından el konulması.
Osmanlı Devleti'nde malları ilk müsadere olanlar Candarlı Halil Paşa ile Yakup ve Mehmed paşalardır. Bu ceza, büyük bir suç sonucu uygulanırdı. Ancak zamanla bu sistem bozulmuş, sırf paraları için değerli adamlar katlolunmuş ve mallarına el konulmuştur.
II. Mustafa savaşların devamı için zenginlerin mallarını müsadere ettirmiştir. Devlet merkezindeki bu durum taşradaki büyük memurlara, beylerbeyilere cesaret vermiş ve bunlar eyaletleri dahilindeki birçok zengini katlederek mallarına el koymuşlardır.
Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından sonra (1826) II. Mahmud bir fermanla müsadereyi kaldırmıştır. Bazı istisnalarla devam eden bu usul Tanzimat'tan sonra ise tamamen kaldırılmış ve ancak mahkeme hükmüne b... (Devam)
Osmanlı İmparatorluğu'nda taşra görevlerine beylerbeyi, sancakbeyi, muhafız vs. olarak tayin edilen vezir veya beylerin görevlerini teslim almak üzere, kendi hareketlerinden önce gönderdiği memur, vali vekili.
Mütesellim doğrudan doğruya, teslim alacağı göreve tayin edilen tarafından vazifelendirilir ve söz konusu görevi asıl sorumlu ve yetkili adına halefinden devralırdı. Bir çeşit vekil olan mütesellimlerin memuriyetleri hükumet merkezinde tasdik olunurdu. Bunların azil ve tayinleri, sicilleri ile ilgili defterler reisülküttab kaleminde işlem görürdü. XVII. yüzyıldan itibaren mazul vezirler ve mevali, kendilerine tahsis edilen has veya arpalığa gitmeyip, İstanbul'da ikamet imkanı buldukları takdirde, bu yerlerin kendilerine ayrılan gelirlerini toplamak ve bakımlarını kontrol etmek üzere görevlendirdikleri vergi memurları da mütesellim adını taşımakta idiler. Sultan II. Mahmud devrinde 1826'dan sonra iller idaresinin tasfiyesin... (Devam)
Tanzimat'tan önceki dönemlerde, sadrazamların konaklarında yaptıkları divan için kullanılan bir deyimdir. Divan, ikindi namazından sonra toplandığı için bu ad verilmiştir. Divan-ı Hümayun belli günlerde toplandığı zaman sadrazamlar, bitirilemeyen veya arza gerek görülmeyen işleri konaklarında Salı ve Perşembe günleri haricinde hallederlerdi. Sadrazam Divan'da dava dinler ve diğer konular ile mevsimine göre hava kararana kadar meşgul olurdu. Karara bağlanacak konuları tezkireciler okurlardı. İkindi Divanı'nda Türkçe bilmeyenlere yardımcı olmak üzere tercümanlar da bulunurdu. Davacılar isteklerinin halli için sıra ile girerlerdi. Bu sırayı düzenleyen, ellerinde kamıştan asa bulunan kapıcılar ile muhafız yeniçerilerdi. Eğer dava sadrazamın halledeceği bir iş ise derhal yaptırılır veya yapılması için emir verirdi. Daha önemli ise Divan-ı Hümayun'a şer'i ve hukuki bir hükmü gerektiriyorsa kazaskere ve İstanbul kadısına ... (Devam)
Bir hükümdarın idaresi altında vergi veren halk için kullanılan bir deyimdir.
Genellikle yetiştirdiği ve ürettiği mallardan vergi ödeyen köylüler için kullanılır. Böylece, toplum tabakalarından köle ve esirlerin üstünde, şehirli esnaf ve tüccarların altındaki, tarımla uğraşan halk topluluğu demektir. Osmanlı Devleti'nde ise bu deyim zamanla özelleşerek Müslüman olmayan tebaaya tahsis edilmiştir. Reaya hukukunun düzenlenmesi Hz. Peygamber'in ehl-i zimmete verdiği ahidnamelerle başlar. Fetih yıllarında İslam ordularının kumandanları ile dört halife, Hz. Peygamber'in yolunda giderek yeni açılan ülkeler halkına ahidnameler vermişlerdir. Bu ahidnamelerde, zimmeti kabul eden şehir ve köy halkının, nüfuslarına ve gelirlerine göre tayin edilen vergi karşılığında korunmaları sağlanırdı.
Raiyyet olan halka sözünden dönmedikçe şiddet gösterilemez, onların İslam olmaları için baskıda bulunulamazdı. Reaya hukuku... (Devam)
Osmanlı Devleti'nde dışişleri ve yazışma ile ilgili görevlilerin amiri.
Dışişleri ile bizzat padişah ve Divan-ı Hümayun meşgul olurdu. Dışişlerinin daha çok teknik tarafı, 1453'ten 1650'ye kadar Nişancı'ya, bu tarihten sonra da reisülküttaba aittir. 1650'ye kadar reisülküttab, dışişleri genel sekreteri veya müsteşarı yerindeydi. 1650'den sonra Beylikçi denen yüksek görevli, dışişleri genel sekreteridir. 120 katip ve görevliden oluşan bir büro, beylikçinin emrindeydi. Ayrıca yabancı dil için pek çok tercümanlar kullanılırdı.
1836'da reisülküttaba "Hariciye nazırı" dendi ve modern Hariciye nezareti kuruldu.
Reisülküttab Divan-ı Hümayun üyesi idi. 1453'ten evvel reisülküttab, Divan katiplerinin başı idi. Sonra önemi arttı. Yazışmalar daha çok yabancı devletlerle olduğu için reisülküttab dışişleri konularında ihtisaslaştı. Hatta, reisülküttab, devletin aktif dış siyasetinin başlıca mercii hali... (Devam)
Osmanlı devlet teşkilatında Balkanlar'daki Osmanlı topraklarının yönetiminden sorumlu beylerbeyilik.
Osmanlı Devleti'nin ilk döneminde 1361 tarihinde I. Murad (Hüdavendigar) tarafından kurulmuştur. Gerçi Rumeli'nin ilk fatihi Süleyman Paşa da Orhan Gazi'nin beylerbeyisi durumunda idi ise de I. Murad (Hüdavendigar) Edirne'yi fethedip Bursa'ya döndüğünde lalası Şahin Bey'i orta uca getirip kendisine Rumeli Beylerbeyi unvanını vermekle, yeni bir askeri- idari yönetim biçimi meydana getirmişti. Rumeli Beylerbeyliği, Anadolu ve öteki beylerbeyilikler meydana geldikten sonra da özel durumunu uzun yıllar korumuştur.
Rumeli Beylerbeyliği'nin ilk merkezi Edirne şehri olup, merkez sancağı bu sebeple Paşa livası ve Trakya bölgesi de Paşaili adını taşımakta idi. XIV. ve XV. yüzyıllarda Rumeli beylerbeyisi hükumet merkezinde (Edirne) otururlar, Divan-ı Hümayun'a üye gibi katılırlar, terfi edecekleri zaman Divan'da küçük vezir, yani, s... (Devam)
İstanbul'da, Boğaziçi'nde, Avrupa yakasında bulunan bir hisar.
Fatih'in İstanbul kuşatması için bir ön tedbir olarak yaptırdığı bu hisar, Yenihisar, Yenice Hisar, Boğazkesen Hisarı, Yeni Kale, Güzel Hisar, Başkesen Hisarı gibi adlar da almıştır. Daha önce Yıldırım Bayezid'in Anadolu yakasında yaptırdığı hisarın (Akça Hisarı, Güzelce Hisar, Yeni Kale, Anadolu Hisarı) tam karşısında, Boğaz'ın en dar yerinde yapılan Rumeli Hisarı'nın yeri daha önce Hamaiyon diye anılıyordu. Fatih, Bizans'a Karadeniz yolu ile gelecek her hangi bir yardımı engellemek için bu hisarı yaptırmaya giriştiğinde Bizans İmparatoru buna tepki göstermişti. Fakat Fatih bu toprakların Cenovalılara ait olduğunu ve bu hisarı, ticaret gemilerini korsanlardan korumak için yaptırdığını bildirmişti. Böylece siyasi engelleri ortadan kaldıran Fatih, hisarın inşa hazırlıklarına 1452 kışında başladı. İşçi ve ustalarla inşaat malzemesi, Anadol... (Devam)
Osmanlı tarihinde ilk siyasi ve gizli komiteye verilen ad.
29 Mayıs 1807 günü Kabakçı Mustafa'nın düzenlediÄŸi ayaklanma sonunda tahttan indirilen Sultan III. Selim'i tekrar tahta geçirmek ve dağıtılan Nizam-ı Cedid'i yeniden kurmak maksadıyla Rusçuk'ta Tuna seraskeri Alemdar Mustafa PaÅŸa'nın çevresinde meydana getirilen gizli derneÄŸe bu ad verilmiÅŸtir. Nizam-ı Cedid taraftarlarının ileri gelenleri Kabakçı Mustafa ayaklanmasında öldürülmüş olduklarından bu gizli dernek, ikinci derecedeki mensupları tarafından meydana getirilmiÅŸtir. Bu kuruluÅŸ baÅŸta Silistre valisi ve Tuna seraskeri Rusçuklu Alemdar Mustafa PaÅŸa olmak üzere Mustafa Refik, Mehmed Tahsin, Mehmed Said Galib, Abdullah Ramiz ve Mehmet Emin Behiç efendilerden oluÅŸmakta idi. BeÅŸ kiÅŸilik bu komite aralarında sıkı bir iÅŸbirliÄŸi, dayanışma ve gizlilikle Osmanlı Devleti'nin düşmüş olduÄŸu siyasi buhrandan kurtarılması için o tarihe kadar görülmemiÅŸ teknik bir çalÄ... (Devam)
Osmanlı Devleti'nde, devletin gelir ve giderlerinin günlük kayıt işleriyle görevli Ruzname kaleminin sorumlusu.
Baş defterdarlığa bağlı olan ve Mizan adı ile de anılan bu büro hakkında ilk yazılı belge Fatih Kanunnamesi'dir. Buna göre, Ruznameci, hacegan-ı divan-ı hümayundan olup, merasimlere katılmak hakkına ve padişahın elini öpmek şerefine layık memurlardandır. Yeniçeri Katibi'nin altında Mukabeleci'nin de üstünde yer alırdı. Divan'da uzun yenli üstlük giyer ve ikinci kubbe altında Defterdar'ın arkasında, halı üzerinde otururdu. XVI. yüzyılın ikinci yarısında emrindeki 10 katip ve şagirdle Ruzname kaleminin işlerini yürütmekte idi. Biri veziriazam olunca hilat giydirilen rical-i devletten birisi de Ruznameci idi. Sadaret hatt-ı hümayunlarının okunması töreninde sadrazamın sol tarafında, Zahire nazırı ile Başmuhasebeci'nin arasında yer alırdı. Divan günlerinde Matbah-ı Amire'de pişen yemeklerden bir sofra da Ruz... (Devam)
Vezir, beylerbeyi tımar ve zeamet sahipleri dışında, diğer devlet işleri ile görevli Hazine ve Evkaftan maaş alan devlet memurlarının tayin kağıdı için kullanılır.
Bunlar Divan-ı hümayun rüus kaleminde bulunan rüus defteri adlı deftere kaydedilirdi. Rüuslar genellikle üç gruptur.
1-Rüus kalemi rüusları: Şeyhülislam ile İstanbul, Eyüp, Galata, Üsküdar kadılarının, Babüssaade ağası ile Yeni Saray ağası ve Enderun serkilercisi yönetiminde olan görev sahiplerinin, Anadolu'daki vakıfa ait hizmetlilerin ve kale muhafızlarının rüuslarına denirdi.
2-Ordu rüusları: Sadrazam yönetiminde olan vakıflar, seferde olan Kapıkulu süvari bölüklerine, cebeci, topçu, top arabacı, müteferrikalara ait rüuslardır. Bunları sefer zamanında sadrazam yazardı.
Üsküdar ve Boğaziçi halkını İstanbul'a taşıyan eski vapur işletmeciliğine verilen ad.
Bu işletmecilik sayesinde Boğaziçi yalıları arasında dostluklar kurulmuş, birbirinden uzak semtler arasında bağlantı sağlanmıştır.
1850 yılında resmen kurulan Şirket-i Hayriye'nin sermayesi, her biri üçer bin kuruş olan 2000 hisseye bölünmüştü. 100 hisse alan Sultan Abdülmecid'in emriyle bütün devlet ileri gelenleri, zamanın zenginleri, şirketten hisse senedi aldılar. Mustafa Reşid Paşa şirketin bir halk şirketi olmasını istediğinden, idaresi altı yıl süreyle Antuvan Kalcıyan ve Agop Bilezikciyan adında iki tüccara ihale olundu.
Kuruluşundan bir süre sonra çalışma alanını genişleten bu şirket, İzmit'e bile vapur işletmeye başladı. Buna bir de Tekirdağ hattı eklenince, Şirket-i Hayriye mahalli bir işletme olmaktan çıkarılarak imparatorluğun her yerinde çalışan büyük bir kuruluş haline geldi. Zamanla şirketin... (Devam)
Osmanlı İmparatorluğu'nda, sadrazamdan sonra gelen ikinci büyük görevli.
Bu müessese, bu adla XV. yüzyılın başlarında kurulmuştur. Bu tarihte, imparatorluğun en büyük müftüsüne şeyhülislam denmiştir.
1453'ten itibaren İstanbul Müftüsü, bu adı taşımaya başlamıştır. Onun için şeyhülislamlara sonraları da müfti efendi ve müfti'l-enam denmiştir.
Şeyhülislamın yüksek görevi, fetva vermekti. İcrada, adalet ve eğitim kuruluşlarının başında bulunan ise, kazaskerdi. Protokolde kazasker, şeyhülislamdan önce geliyordu. Şeyhülislamın kazaskerden önce gelmesi, sadrazamdan sonra devletin ikinci görevlisi haline yükselmesi, XVI. yüzyılın başlarında Zenbilli Ali Efendi iledir. Kesin şekilde Ebussuud Efendi ile bu durum ortaya çıkmıştır.
Tanzimat'tan sonra eğitim ve adalet işleri yavaş yavaş şeyhülislamın yetkisinden alınarak adliye ve maarif nezaretleri kurulmuştur. Fakat protokolde, sadrazamla eşit ve... (Devam)
Milli Kurtuluş Savaşı'nın öncüleri, bağımsız Türk devletinin kurulması amacıyla yaptıkları çalışmalara Erzurum ve Sivas kongrelerinde hukuki bir temel kazandırmışlar ve hareketin "Hakimiyet Milletindir" ilkesine bağlanması için , yabancı kuvvetlerin bulunmadığı Anadolu topraklarında Türk halkının yeniden seçeceği bir meclisin çalışmaya başlamasını öngörmüşlerdir. Mayıs 1919'dan Nisan 1920'ye kadar süren dönemde Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları önce Sivas Kongresi'nin bütün yetki ve görevlerini üzerinde toplayan "Heyet-i Temsiliye"ye seçilmişler ve kongrenin bağımsız Türkiye kurulması gayesiyle aldığı kararı gerçekleştirecek kurum ve teşkilatların yaratılması için çalışmışlardır.
23 Nisan 1920 Cuma günü ilk açılışı yapan Meclisin başkanlığına en yaşlı üye Sinop Mebusu Şerif Bey seçilmiş ve yabancı boyunduruğu kabul etmeyen bir milletin temsilci... (Devam)
11 Kasım 1831'de yayınlanmaya başladı. Basım işi için İstanbul'da Serasker Kapısı yakınlarında Kapıcıbaşı Musa Ağa'dan alınan bir konakta Takvimhane adı ile bir matbaa kuruldu. Vakanüvis Esad Efendi Takvimhane'nin başına getirildi. Gazetenin haftada bir defa çıkması kararlaştırıldı. Gazetenin ilk basımı 5.000 adettir. Haftada bir yayınlanması düşünülen gazete 1838'e kadar yılda 30 sayı olarak yayınlanabildi. 1839-1878 tarihleri arasında yayını durduruldu. 1891'de yayına tekrar başladıysa da bu 15 ay sürmüş ve yayıma tekrar ara verilmiştir. 1 Eylül 1908'de tekrar yayınlanmaya başlanan gazete, düzenli olarak İstanbul hükmetinin istifasına kadar devam etti.
Takvim-i Vekayi'nin düzensiz olarak Fransızca, Ermenice ve Arapça nüshaları da yayınlanmıştır. (Devam)
Kurtuluş Savaşı'nın devam ettirilebilmesi için Mustafa Kemal'in ordusuna yardım için çıkarılan emirler.
1. Her kazada bir Tekalif-i Milliye Komisyonu kurulacak.
2. Tüccar ve ahali elindeki çamaşırlık bez, erkek elbisesi yapmaya elverişli her çeşit kumaş ile kösele, astar, meşin, sahtiyan, çarıklık deri, mıh ve hayvan malzemesinin % 40'ına , bedeli sonradan ödenmek üzere el konacak.
3. Her ev bir kat çamaşır, bir çift çorap ve çarık hazırlayarak askerlerin kullanması için Tekalif-i Milliye Komisyonlarına teslim edecek.
4. İnsan ve hayvan yiyeceklerinin % 40'ına bedeli sonradan ödenmek üzere el konacak.
5. Her türlü nakil vasıtaları, ayda bir kez 100 kilometre olarak orduya taşıma hizmeti verecek.
6. Ordunun yiyeceğine ve giyeceğine yarayan bütün terk edilmiş mal ve malzemelere el konacak.
7. Muharebeye ilişkin her türlü silah ve mühimmat, üç gün içinde Tekalif-i Milliye Komisyonlarına teslim edile... (Devam)
Şinasi'nin teşviki ve yazı yardımı ile Agah Efendi tarafından çıkarıldı. Agah Efendi gazetesinde Şinasi'nin yazdığı yazılardan 25. sayıya kadar yararlanabildi.
Tercüman-ı Ahval, 22 Ekim 1860'da küçük boyda ve dört sayfa alarak çıkmağa başladı. Başlığının altındaki açıklamaya göre, "Bu gazete içte ve dıştaki durumlarla ilgili olarak seçilmiş bazı havadisleri ve maarif, sanayi ve ticaret ile başka faydalı hususlardan bahseden konuları kaplayacak ve şimdilik haftada bir kere, yalnız Pazar günleri yayınlanacaktı. Bu açıklamadaki "şimdilik" kaydının doğruluğu, 22 Nisan 1861 tarihli 25. sayıdan itibaren Tercüman-ı Ahval'ın haftada üç kere (Pazar, Salı, Perşembe) çıkmağa başlaması ile anlaşılıyor.
Tercüman-ı Ahval'ın matbaası Bahçekapı'da, şimdiki Dördüncü Vakıf Hanı'nın yerinde idi. Fiyatı 40 para (1 kuruş) idi.
Okullardaki öğretim sistemini tenkit eden bir yazısından dolayı hükumetçe i... (Devam)
Osmanlı mali sisteminde kullanılan bir terimdir.
Başlangıçta süvari askerlerinin hayvanları için verilen yem parası manasına kullanılırken sonradan yeniçeri askeri ile diğer memurlara verilen maaş hakkında kullanılır olmuştur. Ulufeler yevmiye üzerinden hesaplanırdı.
Yeniçeriliğin başlangıcında her yeniçeriye iki akçelik ulufe verilirdi. Başlangıçta 2 akçe olan yeniçeri ulufeleri zamanla artıp 7 akçeye kadar çıkmıştır. Ulufelerin dağıtımı her gün değil Hicri Kameri ay hesabıyla üç ayda bir yapılırdı. Maaş (ulufe) defteri kütük ve esami denilen ana defterlerden çıkarılmak suretiyle hazırlanırdı. Bu defterden üç suret çıkarılırdı.
Her üç ayda bir ve Salı günü ulufe almak kanundu. Bu konuda Yeniçeri Ağası ile herhangi bir nefer arasında fark yoktu. Osmanlı padişahları da bu ulufe işine dahildir. Padişahın ismi birinci bölük (orta) yoldaşları arasında lakapsız olarak mesela Ahmed b. Mehm... (Devam)
Osmanlı İmparatorluğu'nda bir kısım asker ve memurlara verilen, belirli bölgelerde tahsis edilmiş vergi kaynaklarına ve yıllık geliri 20.000 akçeye kadar olan askeri dirliklere verilen ad.
Osmanlı Devleti'nde bu sisteme, Tımar sistemi adı verilmiştir. Dirlikler yıllık gelirine göre sınıflandırılır. Zeamet'in geliri 20.000 ile 100.000 akçe arasındadır. Has'ın geliri 100.000 akçenin üzerindedir.
Tımarın 300 akçesine kılıç, üst tarafına da terakki denir. Zeamet, alay beyine, Tımar defterdara, divan katibine ve orta dereceli memurlara, has ile hükümdar, şehzade, vezir, beylerbeyi, sancak beyi, defterdar, nişancı gibi yüksek devlet görevlilerine verilirdi.
Tımar, Devlete düzenli gelir sağlayan kurumlar içerisinde, özel bir yer tutar. Bu müesseseye asker beslemek ve savaşta birçok ağır görevi yerine getirmek yükümlülüğü de verilmiştir.
Osmanlılarda toprağın gerçek sahibi devlettir. Devlet, birtakım hizmetler... (Devam)
Osmanlılarda ilk top kullanılması XIV. yüzyılın ikinci yarısında başlar. I. Murad zamanında ve I. Kosova Savaşı'nda top kullanılmıştır. Niğbolu Savaşı'nda, I. Bayezid'in İstanbul kuşatmasında Osmanlılar top kullanmışlardır. I. Murad zamanında bir Topçu Ocağı olduğu muhakkaktır. Bu suretle Topçu Ocağı'nın Yeniçeri Ocağı'ndan biraz sonra kurulmuş olduğu sonucuna varılır. D'ohsson Topçu Ocağı'nın II. Murad zamanında kurulduğunu iddia etmektedir.
Topçu Ocağı kurulduktan sonra Acemi Ocağı'ndan asker alınmaya başlandı. Top dökmek ve savaşta top kullanmak üzere iki sınıf halinde kurulan ocağa alınan erler şagird olarak deftere geçerdi. Kapıkullarının evlenmelerine izin verilince Topçu ocaklarının babalarının ocaklarına kaydedilmeleri kanun oldu. Topçu Ocağı erlerinden iyi hizmet edenler ya ortalarında terfi ederler veya bölüğe, tımara çık... (Devam)
Osmanlı padişahlarının Fatih Sultan Mehmed'den Sultan Abdülmecid'e kadar oturdukları ve devlet işlerini yürüttükleri saray.
İstanbul'da eski adı Zeytinlik olan Sarayburnu'nu bütünüyle kaplar. Bir tepenin üzerine kurulan sarayın çeşitli bina ve bahçeleri, Sur-i Sultani adıyla anılan ve 1478'de yapılmış 1400 m.'lik bir surla çevrilmiştir. Surun çeşitli şekillerde 28 kulesi vardır. Ana giriş bugün de eskiden olduğu gibi Ayasofya arkasındaki Bab-ı Hümayun adı verilen kapıdan sağlanır. Bu kapının üzerinde 1866
yılında yanan bir köşk vardı. Surun Marmara'ya bakan Otluk Kapısı ve Haliç tarafındaki Demirkapı adlı büyük kapıları ile aralarında koltuk kapılar vardır. Kıyıda Bizans surları üzerinde saraya sonradan adını veren Topkapı (Toplukapi) ve ayrıca üzerinde yapılmış köşkler bulunmaktaydı. Bu köşklerden Sultan İbrahim zamanında yapılmış olan Sepetçiler Köşkü günümüze kalan tek örnektir. Sur-... (Devam)
Osmanlılar döneminde, İstanbul'un imar, eğlence, sefahat ve zevk devrine adını veren saray ve semt.
Önceleri bir gezinti yeri, at ve okçuluk yarışlarının yapıldığı alan olan Kağıthane, 1720'den itibaren yeniden onarılmış İstanbul'un hayatında yeni bir dönem başlamıştır. Bu onarım faaliyetini başlatan Damat İbrahim Paşa, Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi vasıtasıyla Fransa'dan getirttiği planları esas alarak Kağıthane Deresi'ni bir park şeklinde yeniden düzenlemek istiyordu. Burada ilk önce, Paris'teki Fontainbleau Sarayı'nın bir benzeri olarak Sadabad Sarayı yapıldı ki bu isim sonradan semtin de adı oldu.
Sadabad Sarayı'nın en büyük özelliği, önündeki Kağıthane Deresi'nin muntazam bir taş kanal içine alınması, ayrıca arkasındaki geniş koruluğa sokulan ufak kanallara tabi bir ırmak görünüşü kazandırılması idi. Bu kanalcıklar arasında küçük göller meydana getirilmişti. Öte yandan derenin suları sa... (Devam)
Başlangıçta sadrazamın maiyyet memurlarından olan kethüda.
Sadrazamın sarayı ve şahsıyla ilgili işleri görürdü. Kethüda-yı Sadr-ı ali, Kethüda ve Kethüda Bey olarak da anılan sadaret kethüdası, sadrazamın Divan'a gittiği günlerde onu kapıya kadar götürür, sonra dönüp günlük işleriyle uğraşırdı.
XVIII. yüzyıl başlarında ve özellikle Damad İbrahim Paşa'nın sadrazamlığından itibaren giderek önem kazanan bir memuriyet oldu. Öyleki kethüda, Babıali'de birinci derecede söz hakkı olan bir memur durumuna geldi. Daha sonra kendisine bırakılan işleri yürütebilmek için bir de büro açıldı. Büro şefi olarak emrinde bir katip ve 30 kadar memur çalışırdı. Sadrazamın en yakın müşaviri olarak Kethüda Bey bütün iç işlerinden sorumlu idi.
Babıali'den çıkan bütün emirler onun tavsiyesine göre uygulanırdı. Bütün müracaatlar vezire ulaşmadan önce onun elinden geçer, o da "mahalli görüle" kaydını k... (Devam)
Osmanlı Devleti'nde bir yıllık olayları göstermek amacıyla hazırlanan eser.
Osmanlı tarihi, teşkilatı, biyografileri, coğrafyasıyla ilgili ilk salname 1263 (1847) yılında Ahmed Vefik Efendi tarafından, Hayrullah ve Ahmed Cevdet efendilerin yardımları ve sadrazam Büyük Reşid Paşa'nın emri ile yayınlanmıştır.
Salnameler, gittikçe gerek sahife sayısı, gerek boy bakımından, büyümüşler; küçük punto harflerle yazılan bin sayfalık eserler haline gelmişlerdir. Osmanlı Devleti'nin bütün memurları, rütbe ve nişanları ile bu eserlerde gösterilmiştir. 1297 (1880) yılına ait 35. cild, litografya tekniğiyle basılan son Salname'dir. Sonrakiler matbaa harfleriyle basılmıştır. 1888'den itibaren Sicill-i Ahval-i Memurin dairesince, bütün devlet ünitelerinde resmi bilgiler bir araya getirilerek tanzim edilmeye başlamıştır.
Salnamelerin ikinci Abdülhamid devrinde çıkanları en mükemmelleridir. Yalnız 1908'den öncekilerde... (Devam)
Osmanlı hükümdarlarına ait bayraklar için kullanılan bir deyimdir.
Bazı kaynaklara göre Osmanlılarda ilk saltanat sancağı, Selçuklu hükümdarı tarafından Osman Gazi'ye beylik alameti olarak verilen ak sancak olup, daha sonra çeşitli sancaklar bu adı almıştır. Saltanat sancakları Osmanlılarda Elviye-i Sultani, Alemha-yi Osmani, Alem-i Padişahi diye bilinen çeşitleri olmakla beraber asıl saltanat sancağı Ak alem denilen beyaz sancak idi.
Saltanat sancaklarının adedi dört iken Sultan Kanuni Süleyman, sadrazam İbrahim Paşa'ya seraskerlik beratı (1529) verdiği tarihten sonra yediye çıkarılmıştır.
Saltanat sancaklarının sopalarının başları altın alemli olup bayrakların üzerinde birer Kuran-ı Kerim asılı bulunurdu. Her padişah cülusundan sonra üzerine ismi yazılı yedi sancak yaptırırdı. Savaşlarda saltanat sancakları hükümdarın arkasında bulunur, padişahın bulunmadığı seferlerde tayin edilen vezire saltanat... (Devam)
20 Ocak 1921'de T.B.M.M'de Teşkilat-ı Esasiyye Kanunu'nun kabul edilmesi ve 1 Kasım 1922'de de hükümranlık hakkının kayıtsız şartsız millette olduğu ve halk hükumeti idaresinin kabullenildiğinin ilan edilmesi, saltanatı şeklen kaldırmış oluyordu.
Buna rağmen Sultan VI. Mehmed (Vahdeddin) padişahtı. İtilaf devletlerinin İstiklal Savaşı'nın kazanılmasından sonra T.B.M. Meclisi ile birlikte İstanbul hükumetini de Lozan Konferansı'na çağırmaları, bu ikiliğe bir son verme çarelerini de birlikte getirdi. 30 Ekim 1922'de yapılan bir Meclis toplantısıyla Osmanlı İmparatorluğu'nun dağıldığına ve yeni bir Türkiye Devleti'nin kurulduğuna karar verildi.
Nihayet 31 Ekim günü Meclis'in Müdafaa-i Hukuk grubu da toplanarak artık saltanatın kaldırılmasının gerektiğine karar verildi. Bu önerge 1 Kasım 1922'de Meclis'e sunularak yapılan uzun tartışmalardan sonra hilafet kalmak üzere saltanat kaldırıldı. İstanbul hükumeti de... (Devam)
IV. Mehmed'in hal'i ve II. Süleyman'ın tahta çıkmasıyla İstanbul'da karışıklıklar baş göstermiş ve asker cülus bahşişi istemiştir. Ancak hazinede para kalmaması yüzünden cülus bahşişini ödemeye imkan yoktu. Cülus bahşişine karşılık olmak üzere askerlerin maaşlarına zam yapılmak istendi. Sipahiler bunu kabul edip zamlı maaşlarını almaya başladılar. Ancak bazı yeniçeriler bunu kabul etmediler ve cülus bahşişi almakta direndiler. 4 Aralık 1687'de bütün ocaklılar bir araya gelerek bahşişlerini istediler. Bunun üzerine ocakların bahşişleri dağıtıldı. Yeniçeri Ağası Harputlu Ali Ağa padişahtan aldığı hatt-ı hümayunla ocak zorbalarını temizlemeye başladı. Bunun üzerine yeni bir ayaklanma daha çıktı ve Köprülü Fazıl Mustafa Paşa sürgün edildi, Ali Ağa da zorbalara bir fenalık yapmayacağına dair söz vermesi üzerine yine ağalıkta bırakıldı. Daha sonra çıkan olaylarla da sadrazam Siyavuş Paşa azledi... (Devam)
Osmanlı Devleti'nde eyalet teşkilatıyla tımar usulünün uygulandığı zamanlarda, beş-on ilçelik yerin mutasarrıfı ile sipahisinin idare amirine verilen addır. Osmanlıların ilk devirlerinde, beylere ya da hükümdar evladlarına has olarak verilen mıntıkalara "Sancak"' denilirdi. Bu sancakları idare edenlere de "Sancak Beyi" adı verilirdi.
Sancak teşkilatı, diğer Türk beyliklerinde olduğu gibi Osmanlı Beyliği'nin kuruluşu sırasında da aynı usul uygulanmıştır. Osman Bey, idaresi altındaki yerleri kardeşi, oğul ve silah arkadaşı olan aşiret beylerine "beylik" olarak vermişti. Orhan Bey de, idaresi altındaki yerlere, oğul ve sonra beyler tayin etmişti.
Orhan Gazi'nin ölümünden sonra, Sultan I. Murad'ın tahta geçişinden itibaren yapılan bir değişiklikle devlete iştirak hakkı aileden alınarak, beylikler, hükümdar oğullarına inhisar ettirilmiştir.
Yıldırım Bayezid devrinde oğullarından Ertuğrul, Süleyman, İsa ve Me... (Devam)
Osmanlı Devleti'nde XVII. yüzyılda çıkan askeri ayaklanma.
Bu ayaklanma sonunda ayaklananlar tarafından ölüme mahkum edilen kişiler Atmeydanı'nda bulunan büyük bir çınar ağacının dallarına asılmış oldukları için Çınar Vakası ve İslam inancında adı geçen Cehennem'de bulunan ve meyveleri insan kafası olan Vakvak ağacına benzetilmesi sebebiyle de Vaka-i Vakvakiye olarak adlandırılmıştır.
Büyük Valide Kösem Sultan ve ocak ağalarının öldürülmesi ile sonuçlanan ayaklanmanın neticesinde iktidar, içoğlanları ve onlarla işbirliği yapan bazı kişilerin eline geçmiştir. Bunlar daha önceki ayaklanmalardan ders almayarak, devlet işlerine karışmak, hazineden gereksiz harcamalar yapmak, yetkilerini
kötüye kullanarak kendilerini resmi görevlerinden üstün saymakta idiler. Bu arada Girit Savaşı'nın sürmesi ve başarı elde edilememesi hükumet otoritesini sarsmıştı. Paranın değer kaybetmesi iktidarı ellerine geçire... (Devam)
Osmanlı Devleti'nde XIV. yüzyılda kurulan Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması olayı (15 Haziran 1826).
Duraklama devrinden sonra bozulmaya başlayan Yeniçeri Ocağı, özellikle III. Selim'in ıslahat girişimlerinden Nizam-ı Cedid'e karşı direnişleriyle devletin varlığı yönünden tehlikeli olmaya başladılar.
Çıkan olaylar sonucunda III. Selim öldürüldü. Alemdar Mustafa Paşa'nın yardımıyla tahta geçen II. Mahmud, askeri alanda köklü bir değişiklik yapmak istiyordu.
Osmanlı Devleti 1768'den beri yaptığı savaşlarda yenilgilere uğramış ve toprak kaybetmişti. Ayrıca, yeniçerilerin devlet işlerine karışmaları, ayaklanmaları, askerlik alanında yeni bir düzenin gerekliliğini ortaya koyuyordu. Bu konuyla ilgili çalışmalara hemen başlandı. Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa, Sekban-ı Cedid Ocağı'nı kurdu. Levend ve Üsküdar kışlalarındaki yeni ocağın askerleri, Batı'ya uygun eğitilmeye başlandı. Yeniçeri Ocağı'na ... (Devam)
İlk adı Goeben olan Yavuz zırhlısı 1912'de Alman tezgahlarında yapılmış devrin en üstün cihazlarıyla donatılmıştı. 28 ton ağırlığında, saatte 28 mil yapabiliyordu.
Goeben, Breslau zırhlısı ile birlikte Çanakkale Boğazı'ndan Türk karasularına sığınarak Osmanlıların resmen I. Dünya Savaşı'na katılmalarına sebep olmuştur. Bu gemiler güya 5 milyon altına satın alınarak Osmanlı donanmasına katılmış, ancak askeri mürettebatı değiştirilmemişti. Osmanlıların savaşa sokulması için apaçık bir oyun olmasına rağmen gemiler, aynı mürettebatla Osmanlı donanması adına Karadeniz'e açılmış ve Sivastopol'u ve Odesa'yı bombardımana tutmuştur (30 Ekim 1914). Böylece Osmanlı Devleti fiilen savaşa katılmış oldu. Almanlar, Osmanlı'yı savaşa sokarak üzerlerindeki baskıyı azaltmak istemişlerdi. Bir tertiple Türk kara sularına sokulup Osmanlılarca satın alınmalarını sağladıkları bu iki gemi aslında dünyanın... (Devam)
Silah taşıyan anlamında kullanılan bir deyimdir.
Osmanlı Devleti'nde, ileri gelen devlet adamları ve vezirlerin kapı halkından, bir bölüğüne kapıkulu süvarilerinden ikinci bölüğe verilen bir addır.
Osmanlılarda, Yıldırım Bayezid devrinde Silahdarlık kurulmuştu. Ancak Osmanlı sarayında ayrıca bir Silahdarlar bölüğü kurulmamış, padişahın silahını taşımak, öteki silahları ile birlikte diğer kıymetli mücevher ve eşyaları korumakla tek bir silahdar vazifelendirilmişti.
Silahdarlar Enderun'a alınan gençler arasında zamanla yetişerek bu mevkie yükselirlerdi. Hasbahçe bostancılığından zülüflü baltacılara, oradan seferli odasına, daha sonra has odaya geçen genç; bir süre hizmetten sonra tülbent ağası, rikabdar ve çuhadar olur, bundan sonra Silahdarlığa yükselirdi. Padişahın gezintilerine katılmak, padişaha buhur ve gülsuyu sunmak görevleri arasında bulunuyordu.
Yıllık geliri 20.000-100.000 akçe arasında olan ve esas olarak askeri bir görev karşılığı tahsis edilen dirlik.
İslamiyet'in başlarından itibaren fethedilen arazinin kuru mülkiyeti, devlet hazinesine kalıyor, devlet de bu arazinin yalnız tasarrufunu kişilere bırakıyordu, özel mülkiyete konu olmayan, fakat üzerinde halk tarafından ziraat yapılabilen bu topraklara "miri arazi" denirdi. Bu arazideki çalışmalardan devletin haraç alması masraflı bir teşkilatı gerektirdiğinden Osmanlı Devleti bu hakkı dirlik sahiplerine verdi.
Dirliklerin sırası şöyle idi:
Has, zeamet, tımar. Ayrıca yurtluk ve ocaklılar da vardı.
Tımar ve zeamet sahipleri askeri birer kumandan durumundaydı. Zeamet sahibi zeametin bulunduğu yerde oturmak, orada mülki görevler yapmak, asker yetiştirmek ve hazırlamak zorundaydı.
Zeametin en küçük sınıfına "kılıç" adı verilirdi. Geliri 30.000 akçe olan bir zeametin ilk 20.000 akçesi, kılıç, ... (Devam)
Sultan Abdülaziz rejimine karşı olanlar tarafından İstanbul'da gizli olarak kurulan cemiyet.
Tahta çıktığında büyük ümitler beslenen Sultan Abdülaziz, gün geçtikçe kendisinden umutlu olanları hayal kırıklığına uğratıyordu. Memleket idaresinde gösterdiği yetersizlikler, artan dış borçlar, Girit ayaklanması ve Mısır meselesi halk arasında tedirginlik yaratıyordu. Böyle bir ortamda vücut bulan Yeni Osmanlılar Cemiyeti çeşitli kişilerle yapılan görüşme ve anlaşmalardan sonra Sağır Ahmed Bey'in yalısında son şeklini alarak çalışmaya başlamıştır (1865). Cemiyet üyelerinin Veliefendi Çayırı'nda yaptıkları bir toplantı, Suphi Paşazade Ayetullah tarafından ihbar edilmişse de Ahmed Midhat Efendi'nin ihtiyatlı davranışları sayesinde büyük zararlara uğranılmadan atlatılmıştır.
Cemiyetin amacı, memlekette anayasalı bir idare oluşmasını sağlamaktı. Cemiyetin fiilen çalışmaya başlaması, Mısırlı Pren... (Devam)
Sultan Fatih Mehmed tarafından İstanbul'da yaptırılan medreseler.
Bunların sayısının sekiz olmasından dolayı "Sahn-ı Seman" olarak isimlendirilmiştir.
Medreseler, Fatih Camii'nin iki tarafında sıralanmıştır. Bunların dördü güneyde, diğer dördü de kuzeydedir. Yüksek öğrenim verilen Sahn-ı Seman medreselerine girebilmek için, ilk eğitimin verildiği İbtida-i hariç ve orta dereceli eğitimin verildiği dahil medreselerini bitirmek gerekirdi, Sahn-ı Seman'a girenler, önce Tetimme medresesine alınırdı. Bu medrese Sahn-ı Seman'ın idadisi durumundadır. Medreselerde hücre sahipliğine hak kazanan öğrenciler ulemadan sayılırdı.
Derslerin nasıl bir sıra takip edeceği, sınıfların ayrımı, kısaca eğitim programı, Sultan Fatih Mehmed'in Türkistan'dan getirttiği bilginler, Ali Kuşçu ve Molla Hüsrev tarafından düzenlenmiştir. Okutulan derslerden hadis ve tefsir bölümü başlı başına bir ihtisas alanıydı. Bunlardan başka... (Devam)
Anayasa, ülke üzerindeki egemenlik haklarının kullanım yetkisinin içeriÄŸinde belirtildiÄŸi ÅŸekliyle devlete verildiÄŸini belirleyen toplumsal sözleÅŸmelerdir. Hans Kelsen'in Normlar HiyerarÅŸisi'ne göre diÄŸer bütün hukuki kurallardan ve yapılardan üstündür ve hiç bir kanun ve yapı anayasaya aykırı olamaz. Anayasa, bir devletin yönetim biçimini belirtir. Toplumların ülke üzerindeki egemenlik haklarının, bireylerin temel haklarının hangi koÅŸullar altında devlet tarafından kullanılabileceÄŸini belirleyen temel kanunlardır. Devletin temel kurumlarının nasıl iÅŸleyeceÄŸini belirler. Genel olarak genel hükümler, temel hak ve özgürlükler bireylerin topluma karşı görev ve sorumlulukları ile yasama, yürütme, yargı gibi anayasal devlet organlarını tanımlayan bölümlere sahiptir. Türkiye'de Anayasa Ayrıca bakınız: Türkiye C... (Devam)