İstanbul Aksaray'da Yusufpaşa Çeşmesi karşısında, Bayrampaşa deresi boyunca uzanan Ahmediye Caddesi'nin sağında bulunan alanın adı idi.
Et Meydanı'nın Kanuni Sultan Süleyman'ın sadrazamlarından Makbul İbrahim Paşa tarafından yeni odaların düzenlenmesi sırasında yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Bu yıllarda, yeni odalar adı verilen kışlalar yapılırken Yeniçerilere getirilen et tayınlarının kışlaya özel bir kapıdan girmesi istenmiş ve yeni açılan yedi kapıdan biri, bu işe ayrılmıştı. Böylece, et kapısının karşısındaki bu alana "Et Meydanı" denilmişti.
Yedikule ve Edirnekapı salhanelerinde kesilen etler, Seğirdim Çavuş ve neferleri tarafından her sabah bu meydana getirilerek et tomruğuna teslim edilirdi. XVII. yüzyıldan sonra Yeniçerilerin sık sık ayaklanmaları, Et Meydanı'nın siyasi bir önem kazanmasına sebep olmuştu. İsyanın belirtisi olarak kaldırılan kazan, Et Meydanı'na konur, ayaklanmaya kat... (Devam)
Yunanca ethnos, millet ve etairos, arkadaş- ortak kelimelerinden yapılmış ve Osmanlı yönetimindeki Yunanlılara milliyetçi duygular aşılayan gizli bir Yunan derneğine verilen ad.
Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılarak bağımsız bir Yunanistan kurmak için 1844 yılında Odessa'da kuruldu. Ksantos, Etniki Eterya'yı kurmadan önce Aya Mavna adasında Mason Locası'na girerek, gizli dernekler konusunda bilgi topladı. Yönetmenliğin, yemin ve gizli işaretlerini hazırlamayı bu dernekte öğrendi.
Etnik-i Eterya'nın temel amacı: Eski Doğu Roma İmparatorluğu'nu tekrar dirilterek, Ayasofya'yı kilise olarak açmaktı.
Kısa zamanda genişleyen teşkilat, üyeler arasında çeşitli dereceler oluşturdu. Başkanlara "çoban", ikincilere "papaz", "üçüncülere "tavsiyeli", dördüncülere de "zararsız" takma adlarını verdi. İstanbul'da "reis" ve "fedai" adıyla iki askeri derece meydana getirildi. Daha sonraları rütbe sayısı yediye yükseltildi. ... (Devam)
Osmanlı Devleti'nde XVIII. yüzyılda meydana getirilen bir askeri teşkilatın adı.
XVII. yüzyılda akıncı ve yürük teşkilatında ortaya çıkan çözülme, Osmanlı Devleti'nin Rumeli'deki savaş gücünün azalmasına yol açmıştı. Yoklamalarda eşkinci veya yamak olarak kayıtlı bulunanların yerlerinde olmadıkları, sefer zamanlarında da bunlara bırakılan askeri görevlerin yapılmadığı görülmekte idi. İkinci Viyana kuşatmasından (1683) sonra sürekli savaşma durumu Rumeli yerli kulları arasındaki bu aksaklığın düzeltilmesini zorunlu kılıyordu. 1691 'de çıkarılan bir fermanla Rumeli'deki yürükler sağ, sol ve orta kolda yeniden yoklamaya tabii tutuldular. Evlad-ı Fatihan adı altında yeniden bir disiplin altına alındılar. Böylece eski yürük ve tatar göçebe toplulukları yerleşik hayata geçmiş olsalar dahi, yeni bir kuruluş halinde, yine askeri bir hizmetle Evlad-ı Fatihan'da görev aldılar. Bu göreve tayin edilen vezir ve... (Devam)
Osmanlı Devleti, idari teşkilatında en büyük yönetim birimi.
İmparatorluk eyaletlere, eyaletler sancaklara, sancaklar kazalara, kazalar nahiyelere bölünürdü. Tanzimat döneminde birkaç kazanın birleşmesinden mutasarrıflık kurulmuştur. Eyaletler, beylerbeyiler ve XVI. yüzyıl ortalarından sonra vezirler tarafından idare olunmuştur. Beylerbeyi ve vezirlerin hem idari ve hem askeri salahiyetleri vardı. Kazai konularda kadılar hüküm verirlerdi. Her eyalette vezir ve beylerbeyinin nezareti altında, tıpkı başkent İstanbul'da Divan-ı Hümayun'un bir modeli gibi eyalet divanı tertip edilirdi. Buna "Paşa Divanı"da denirdi. Bu divanda eyalet paşasından başka, kadı, kenar defterdarı, tımar defterdarı, tezkereciler, subaşı, asesbaşı vb. bulunurlardı. Paşa divanında verilen kararlar, yörenin şer'i mahkeme sicillerine kaydedilirdi. Bir müracaat sahibi, eyalet divanında verilen karardan hoşnut olmazsa, merkezdeki "Divan-ı Hümayun'a başvurab... (Devam)
İstanbul'un Fatih ilçesine bağlı, Haliç kenarında Cibali ile Balat arasında bir semttir.
"Fener" isminin Haliç surları üstündeki "Diplophanarios" kapısından geldiği sanılmaktadır. Bizans İmparatoru Konstantinos'un M. 325 senesinde İstanbul surlarını batıya doğru genişletmesi üzerine İstanbul'un mahalleleri arasına girmiştir.
Fatih Sultan Mehmed 1453'te İstanbul'u fethettiği zaman, Fener şehrin en tenha semtiydi. Fatih, İstanbul'un nüfusunu arttırmak ve hareketlendirmek için Mora seferinden ve Trabzon'un fethinden sonra getirttiği 1500'den fazla Hıristiyan aileyi Fener'e yerleştirdi. "Fener Kapısı" olarak bilinen ve eski surlardaki "Diplophanarios" kapısının biraz batısına düşen kapı, Fatih devrinde açıldı. 1599'da Rum Patrikhanesi buradaki Hagios Georgios (Aya Yorgi) Kilisesi'ne yerleştirilince, Fener semti milletlerarası ün kazandı. Rum nüfusu arttı. Ayakapı ile Fener arasında yapılan zengin Rumların evleri, Eflak v... (Devam)
Osmanlı son döneminde kullanılan koyu kırmızı renkli, tepesinde kenara veya arkaya sarkan püsküllü, silindir şeklinde bir tür şapka.
Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasıyla resmi giyecek olarak kabul edilen fes, Osmanlı İmparatorluğu'na Fas şehrinden gelmiş ve adını bu şehirden almıştır.
Fesin Osmanlılar tarafından kabulü, II. Mahmud devrinde serasker ve Kaptan-ı Derya Koca Hüsrev Paşa'nın Akdeniz seferinden dönüşünde Fas'tan getirdiği fesleri Kalyoncu askerine giydirilmesiyle benimsenmiş ve yayınlanan bir tamimle resmen kabul edilmiştir.
1832'den 1925 yılına kadar kullanılan fesi Tanzimat döneminde İstanbul'da sivil ve asker bütün görevliler giymiş, sarık yalnız bilginler ve din adamları tarafından kullanılmıştır. Taşrada, sarık tercih edilmiş, bu sebeple de halk, fesli ve sarıklı olarak ikiye ayrılmıştır.
Fesin yüzyıllar boyu kullanılan sarığın yerini alması önemli bir yenilik olmuş, bu yü... (Devam)
Bir ülke, yer veya önemli şehir zaptedildiği zaman, hükümdar tarafından komşu dost ve düşman hükümdarlara, valilere, hanlara, şehzadelere verilen ve yapılan fethi bildiren resmi mektup.
Bu usul, bütün İslâm devletlerinde çok eski devirlerden itibaren uygulanan bir usuldü. Osmanlı Devleti'nde de bu gelenek sürdürüldü.
Fetihnameler müslim, gayr-i müslim, dost veya düşman bütün devletlere yazılırdı.
Fetihnamede muharebenin tarihçesi, elde edilen başarı güzel bir ifade ile anlatılırdı. Bir bakıma tarihçesi olurdu.
Elde edilen ganimetlerden derlenen hediyelerle beraber gönderilen fetihname Türkçe, Arapça, Farsça yazılırdı. Ayet-i kerime, hadis-i şerif cümleleri bulunurdu. Fetihnameyi resmi görevliler, bazen alim kişiler yazardı. Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'un fethine ait olan fetihnamesini Molla Gürani yazmıştı.
I.Bayezid'in Ankara Savaşı'nda Timur'a esir düşmesiyle Mehmed Çelebi'nin I. Mehmed olarak tahta çıkması arasında geçen 11 yıllık zamana tarihlerde "Fetret Devri" veya "Saltanat Fasılası" denilmiştir.
Yıldırım Bayezid Timur'a esir düştüğü zaman Emir Süleyman, İsa, Mehmed, Musa, Mustafa ve Kasım adlarında altı erkek çocuğu vardı. Bunlardan Kasım hariç diğerleri Ankara Savaşı'na katılmıştı.
Emir Süleyman, savaşın kaybedildiğini görünce veziriazam Çandarlızade Ali Paşa, Murad Paşa ve Yeniçeri Ağası Hasan Ağa ve diğer bazı devlet büyükleriyle birlikte savaş alanını terketti. İsa Çelebi savaştan kaçtıktan sonra Balıkesir'e, Mehmed Çelebi de Amasya'ya çekildi. Mustafa ve Musa Çelebi ise esir düştü.
Timur'un amacı, Osmanlı Devleti üzerinde ve kendi hakimiyetini tanıyan, birkaç Osmanlı beyliği meydana getirmekti. Bu sebeple Bayezid'in dört şehzadesini Osmanlı tahtına ortak etti. Mustafa Çelebi'yi... (Devam)
Fetva, bir olay hakkındaki hükmü belirten, yargı koyan, güçlükleri çözen kuvvetli cevap anlamındadır, İslam dinine ait şer'i ve hukuki bir meseleye hüküm mahiyeti taşımamak üzere dini konularda uzmanları tarafından verilen cevaptır.
Fetvayı verene müftü, belirttiği delillere dayanarak hüküm verene de kadı denirdi. Fetva verebilecek bir müftünün beş özelliği olması gerekirdi: 1- İyi niyet, 2- İlim ve vekar, 3- Bilgide kuvvet, 4- Kimsenin etkisinde olmamak (istiğna) ve yeterlilik (kifayet), 5- Hak ile batılı kolayca ayırt edebilecek yetenek.
Abbasi, Emevi, Selçuklu devletlerinde var olan "fetva" Osmanlı Devleti'nde de yaşadı. Uygulamada Hanefi mezhebi esas olarak kabul edildi. Yalnız fıkıh hükümleri değil, ülkenin örfünden alınarak, vücuda getirilen hükümler de fetvaların konuları arasında yer almıştır.
Fetva Emini:
Şeyhülislamlık kalemi amiri.
Bu kalemde çuhadar, telhisçi, kethüda, müsevvit, ... (Devam)
Kırım hanlarının veya valilerinin takdim ettikleri, çeşitli ırklardan seçilmiş kadınlara verilen isimdir.
Bunlar büyük bir özenle saray terbiyesine göre yetiştirilir ve saraya girdikten sonra kendilerine İslam hayatının özellikleri öğretilirdi. Cariyelerin bu ilk devirlerine "acemilik devri" denir, daha sonra şakirt, usta ve gedikli olurlardı.
Gedikliler yaptıkları hizmete göre hazinedar kalfa, çaşnigir usta gibi isimler alırlardı. Gedikli cariyeler uzun etek, yerde sürünen elbise giyerler, bellerine altın işlemeli veya mücevher tokalı kemerler takarlardı. (Devam)
Düşman üzerine sefere çıkan padişahların tuğları ile Otağ-ı Hümayun'u taşıyanlar için kullanılan bir tabirdir.
Sefer sırasında padişahın tuğları ile Otağ-ı Hümayun, yabancı sınırına kadar önde gider, sınırda, askeri birlikleri beklerdi. Memleket içinde veya ordu ile birlikte giderken tuğlar ve Otağ-ı Hümayun'un nakli için dört otağcı tayin olunurdu. Bunlardan ikisine "Kondurucu", diğer ikisine de "Göçürücü" adı verilirdi. Bu dört otağcıdan biri "Konakçıbaşı" idi. (Devam)
Osmanlı Devleti'nde Yeniçeri Ocağı'na kayıtları yapılmadan, kısaca yeniçerilikle ilgileri bulunmadığı halde savaşa gönüllü olarak katılanların komutanlarına verilen addır.
Yeniçerilik sürdüğü müddetçe gönüllülerden savaşlarda kahramanlık gösterenler "tashih bedergah" yoluyla Yeniçeri Ocağı'na alınırlardı. Tanzimat'tan sonraki askeri teşkilâtlar dışında, yapılan savaşlara katılan gönüllüler, askeri eğitim görmedikleri halde ve bir kısmı macera peşinde olmaları sebebiyle bölük veya tabur gibi ayrı bir kuruluş şeklinde faydalanılmamış; bunlar sonradan askeri birlikler içine katılmışlardır (Devam)
Tımar sahiplerinin savaş zamanında yanlarında götürdükleri savaşçılar için kullanılan bir tabirdir.
Kapıkulu askerlerine "Gulam-ı der" de denmektedir. İran'da Şah Abbas zamanında Osmanlılardaki kapıkulu teşkilatı örnek olarak kurulan Gulam kıtaları veya şah nökerleri adı verilen bu orduyu, kullar ağasının emrinde sayıları dört bin kadar olan süvari kıtaları meydana getiriyordu. (Devam)
Acemiliğe alınmayan veya sayıları beşten eksik olan esirlere verilen ad.
Bu kelime Arapça, küçük çocuk demektir. Acemilerden alınan bir çeşit vergi olan pençik kanununa göre esirler; şirkar, beççe, gulamçe, gulam, sakallı ve pir sınıflarına ayrılırlar ve bu sıraya göre vergiye dahil olurlardı. Üç yaşına kadar olan çocuklara süt emer anlamına gelen şirha, üç yaşından sekiz yaşına kadar yavru demek olan beççe, sekizden on iki yaşındakilere kadar olanlara gulamçe, buluğa erenlere de gulam, iyice traşı gelenlere sakallı, yaşlılara da pir denirdi. (Devam)
Padişahlar hakkında saygı ifade eden bir unvan olarak kullanılmıştır.
Osmanlıların nazarında hakanların derecesi, mevkii pek yüce idi. Hakanın huzuruna secde etmedikçe girilmez, huzurunda asla yüzüne bakılmaz, hakan müsaade vermedikçe oturulmazdı.
Osmanlılarda, hakan yeryüzünde Allah'ın vekili, Allah'ın gölgesi, bütün milletin öz babası, büyük velinimeti sayılmıştır. Bu sebeple hakanın bütün buyruğuna itaat şarttır. (Devam)
Padişahın tahtından indirilmesi anlamına gelen bir kelimedir.
Kuvveti elinde tutan askerler, idari, ilmi ve askeri yöneticilerin de isteği ve onayı ile çeşitli dönemlerde ayaklanarak padişahları hal' etmişlerdir. Osmanlı padişahlarından III. Selim, Genç Osman, Sultan İbrahim, Sultan Abdülaziz, V. Murad ve Sultan II. Abdülhamid hal' edilerek tahtlarından indirilmişlerdi. (Devam)
Cariye, hizmetçi gibi kelimelerin yerine kullanılır. Türkçeleşmiş bir tabirdir. Genellikle hizmetçi, yani orta işlerini görenlerdir. Cariye gibi halayık da 1908 Temmuzundan sonra ortadan kalkmıştır. (Devam)
Osmanlılarda sarayda bir kısım erkekler için kullanılan bir deyimdir. Bunlara sadece "Haseki" de denirdi. Kadınlar arasında da bu unvanı taşıyanlar bulunduğu için birbirine karışmasın diye erkeklere "Haseki Ağası" denilmiştir. Haseki ağalığı bostancıbaşıdan sonra gelen bir mevki idi. (Devam)
Osmanlı İmparatorluğu'nun eski dönemlerinde uzun kış gecelerinde yapılan toplantılar için kullanılan bir tabirdir.
Bu toplantılardaki gaye bir araya gelinerek kurulan sohbet meclisinin kuru geçirilmemesidir. Bu münasebetle helva pişirilerek yenilmesi, toplantıların "Helva Sohbeti" diye anılmasına sebep olmuştur. Özellikle Esnaf teşkilatı mensupları uzun kış gecelerinde, aralarında toplantılar yaparlar, helva pişirip yerler; düzenledikleri oyunlarla geç saatlere kadar eğlenirlerdi.
Helva sohbetleri için gereken harcamalar müştereken yapılırdı. Sıra ile yapılanlar da olurdu. (Devam)
Topkapı Sarayı'nda, Hırka-i Saadet dairesinde, Ramazan'ın on beşinci günü yapılan ziyarette görevli alay hakkında kullanılan bir deyimdir.
Topkapı Sarayı'nda padişahlar, Ramazan'da, Enderun ve Birun halkı da beraberinde olduğu halde, dini ve sade bir törenle Hz. Muhammed'e ait hırkayı ziyaret ederlerdi. Hırka-i Saadet Alayı, padişahların Dolmabahçe ve Yıldız saraylarına taşınmalarından sonra, daha gösterişli bir şekilde yapılmaya başlanmıştı. Ancak, Abdülhamid döneminde deniz yolunun tercih edilerek tören yapılması, Hırka-i Saadet Alayı'nın ihtişamının azalmasına sebep olmuştur (Devam)
Padişahlar hakkında kullanılan bir tabirdir. Padişahtan başkası için kullanılmazdı. Ancak tasavvufta dinde makbul sayılanlar hakkında da kullanılmıştır (Devam)
Güvenilen, bir yeri idareyle görevli memur anlamındadır. Halk arasında kahya da denir. Bir kişinin maiyetinde ve onun emirleriyle çalışan, güvenilir olması sebebiyle teferruatlı işlerin idaresi kendisine teslim edilen kimse. Osmanlı teşkilat tarihinde bu unvan genellikle gördüğü işle birlikte anılırdı. Hazine kethüdası, defter kethüdası, sadaret kethüdası gibi. (Devam)
Yeniçeri Ocağı'nda bölük ve sekbandan seçilen, yaşlılığı dolayısıyla sefere katılamayan kıdemli yeniçerilerdir. Bunlar, İstanbul'un muhafazasında kalır, ocağı beklerlerdi. Fatih döneminde kurulmuş olan bu teşkilatın Kanuni devrinin sonlarında mevcutları 80 iken 1595'te sayıları bine yükselmiştir. Zaman zaman bir kısmı sefere götürülür, fakat savaşa katılmayıp geri hizmette görevlendirilir, tecrübelerinden yararlanılırdı. Bundan başka has ahıra bağlı mer'a ve çayırları, koruları, su yollarını korumakla da görevli idiler. (Devam)
Osmanlı saray teşkilatında Kapıkulu ocaklarından köprü yapmak veya tamir etmek, düşman tarafından yapılmış lağımları etkisiz hale getirmek, kaleleri uçurmak veya gedikler meydana getirmek yolları açmak gibi görevleri olan teşkilatın adıdır. Ocağın başında bulunan amire lağımcıbaşı denilirdi. Bu teşkilat mensupları görevlerini uygulayarak öğrenir, bilgilerini arttırırlardı. Birçok savaşlarda ele geçirilmesi imkansız olduğu düşünülen kaleler, lağımcı ocağından yararlanılarak elde edilmiştir. Ancak diğer ocaklar gibi bu teşkilat da zamanla bozulduğundan 1792'de yeni bir düzenleme ile ıslahına çalışılmıştır. (Devam)
Yeniçeri Ocağı subaylarındandır. Asıl vazifesi Acemi oğlanlarının komutanlığıdır. Maiyetinde Rumeli Ağası ve Anadolu Ağası adlı iki yardımcısı vardı. Rumeli ağası Rumeli, Anadolu ağası Anadolu acemilerinin komutanıydı. İstanbul Ağası'nın bir vazifesi de İstanbul'un merkez komutanlığıdır. Diğer vazifeleri saray ile saray mutfağının odununu temin etmekti. Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından sonra İstanbul Ağası unvanı Hatap Emini'ne çevrildi. İstanbul Ağası'nın vazifeleri de 1826'da İhtisap nazırlarına devredilmiştir. (Devam)
İlk çağın sonlarında Sykai adı ile kurulmuş olan bu küçük iskan yerinin çevresi, Roma imparatoru I. Constantin (324-337) tarafından bir sur duvarı ile çevrilmişti.
Galata, Bizans İmparatorluğu'nun son zamanlarında Venedik, Ceneviz gibi deniz ticareti yapanların bağımsız bir kolonisi durumuna getirildi.
1387'de Osmanlılarla Cenovalılar arasında yapılan bir anlaşma gereğince, Osmanlılar burayı Bizans'a karşı bir saldırıda kullanma yetkisine sahip oldu. Nitekim Yıldırım Bayezid tarafından yapılan "İstanbul Kuşatması"nda burada 6000 asker bulunduğu belirtilir.
Galata, 1393 yılında Osmanlı saldırısına uğradığı zaman Fransa'dan yardım talebinde bulundu. Fransa, Mareşal Boucaut komutasında gönderdiği kuvvetle Galata'yı kurtardı.
Osmanlılar Bizans'ı ele geçirince (1453) Cenovalılar, birtakım özel haklar almak suretiyle Galata'yı, Fatih'e teslim ettiler... (Devam)