Osmanlı Devletinin Avrupada Genişlemesi, Osmanlı Devletinin Avrupada İlerlemesi, Osmanlı Devletinin Avrupada Büyümesi, Osmanlının avrupada ilerlemesi, osmanlının avrupada genişlemesi, osmanlı devletinin avrupada büyümesi
(ii) Osmanlı Devleti'nin Avrupa'da Genişlemesi: Şimdiye kadarki açıklamalardan anlaşılacağı gibi, burada Osmanlıların ayrıntılı tarihe girmek, çizilmeye çalışan genel çerçevenin dışında kalmaktadır. Bu bakımdan, siyasi tarih açısından önemli bazı değerlendirmelerle yetinmek gerekiyor.
Osmanlıların ilk üç kurucu sultanlarından Osman Gazi, küçük bir kavmin başındayken, dirayetiyle ve hoşgörülü yönetimiyle çevresindeki aşiretleri denetimi altına almış ve Osmanlı tarihine, çevresine halk toplayan bir kavmin şefi olarak geçmiştir. Orhan Gazi, babasının çevresine topladığı bu halkı devlet biçiminde örgütlemiş ve Avrupa'ya yerleşmek için ilk adımı atmıştır. Devlet kurucu olarak Osmanlıların ilk "devlet başkanı" sayılabilir. İlk geniş zaferlere girişen I. Murat, babasından devraldığı devleti, bir imparatorluk biçimine sokan sultandır. Döneminde devletin sınırları Grek yarımadası hariç hemen hemen Balkan yarımadasını içine alacak biçimde genişlemiş ve burada 5 yüz yıl sürecek bir egemenliğin ilk tohumları atılmıştır. Bu egemenlik, birbirinden çok farklı din, dil ve ırk unsurlarını aynı potada bir araya getiren yeni Osmanlı uygarlığının doğuşunu simgelemektedir.
Osmanlıların Balkanlar'da ilerlemeye başlaması, Batı'da çöküşle aynı zamana rastladı. Esnek olmayan ve dirim gücünü yitiren Avrupa toplumu çöküşünün en alt noktasıydı. Köylüler toprak ağalarına, işçiler tüccarlara başkaldırıyordu. Kara ölüm (veba) Batı Avrupa ve Akdeniz'i mahvetmişti. Coğrafi keşifler, Avrupa'nın geriye kalan enerjisini Atlantik Okyanusu'nun ötesine götürmüştü. Bu durum, ancak Osmanlıların işine geliyordu. Osmanlıların Balkanlar'daki ilerlemesine karşı Papa urban bir Hıristiyan birliği sağlamak istediyse de, Katolik ve Ortodoks kiliseleri arasındaki düşmanlık bunu engelledi: "Osmanlılar yalnızca düşmandırlar, ama hizipçi Yunanlılar düşmandan da beterdir" sözü o zamana aittir. Osmanlılar bu ayrılıktan yararlandılar ve Katolikliğe karşı Ortodoks Kilisesi'ni himayeleri altına aldılar.
I. Murat, Balkanların himaye altındaki devletlerinin Hıristiyanlarına belirli bir hoşgörü göstererek, olası bir tepkiyi önledi. Ortodoks patriği 1385'te Papa'ya yazdığı mektupta, Sultan'ın kilisenin tam bir serbesti içinde bıraktığını söylemektedir. I. Murat ayrıca Balkanlardaki askeri sınıfın üyelerini Osmanlı Hizmetine geçirdi. Böylece, hala kendi prenslerinin komutası altında savaşan binlerce savaşkanı çok akıllı bir biçimde kullanmaya başladı. Buna karşılık onlara vergiden bağışıklık ve belirtilen devlet topraklarından yararlanma hakkı sağladı. Devletin askeri gücü daha da artırmak amacıyla babası tarafından koruma birliği olarak kurulan "yeniçeri" birliğini tam bir milis gücü biçimine dönüştürdü. Böylesine bir özümleme süreciyle uzun yıllar sağlıklı bir biçimde işleyecek olan çok ırklı, çok dinli ve çok dilli bir imparatorluğun tohumlarını atmış oldu.
Osmanlıların bu genişlemesinin nedenlerini yalnız askeri yeteneklerine bağlamak çok eksik olur. Devletin, üzerinde egemenlik kurduğu halkların din ve toplumsal yaşamlarına karışmaması, "cizye" adı altında az bir vergi alınması, keyfi muamelenin olmaması ve Bizans'ın bozuk yönetimine karşı can ve mal güvenliğinin tam olarak sağlanması, bu başarılı genişlemeyi etkilemiştir. Özellikle Ortodoks halk, Osmanlı yönetimini, Katolik baskısına karşı bir kurtuluş olarak görmüştür. Bir başka kolaylaştırıcı öğeyse, Balkanlara yüzyıllar önce gelip Hıristiyan olan ama Türklerle aynı ırktan gelen kavimlerin (Peçenekler, Gagavuzlar, Kumanlar, Vardar Türkleri gibi ve bazıları hala Türkçe konuşan kavimler) özümleme sürecine yardımcı olmalarıdır.
Dolaysıyla, bu kuruluş ve genişleme döneminde Osmanlı yönetimine karşı, Haçlı seferlerinde bile, bir halk ayaklanmasına tanık olmuyoruz. Osmanlıların genişlemesinin maceracı ve çapul bir istila olmadığı, tarihteki öteki Doğu istilalarının aksine, belirli bir program içinde bilinçli bir yayılma olduğu anlaşılmaktadır. Osmanlı genişleme politikasının başarısının en güzel göstergesi, I. Murat'tan sonra iktidara geçen I. Bayezıt'ın (Yıldırım) yenilgisinden sonra devletin ayakta kalmasıdır.
Atalarının özümleme politikasını Anadolu'da uygulamayan, gazi geleneğinin çok ötesinde yeterli kaynaklara sahip olmadan devletin yeteneklerini zorlayan Bayezıt, 15. yüzyılın başında Timur kuvvetlerine Ankara yakınlarında yenilince, Anadolu topraklarında yalnız ordusu değil, devleti de parçalandı. Anadolu'da daha önce Selçukluların Moğol istilasıyla yıkılmaları gibi, bu önemli yenilgi de Osmanlıları kısa ömürlü bir devlet yapabilir, bölgedeki kaderi aynen tekrarlanabilirdi. Ama devlet Anadolu'da belirli bir süre dağıldıysa da Balkanlar'da dimdik ayakta kaldı ve I. Mehmet devleti yeniden toparlamak olanağına sahip oldu. Bu yenilginin ortaya çıkardığı önemli gerçek, bozgunun Balkanlar'daki Hıristiyan tebaa üzerinde hiçbir tepki yaratmaması ve düzenin sürerek Osmanlı yönetimine bağlı kalınmasıdır. Anadolu'da parçalanan "zorba" bir Müslüman gücüne karşı, üzerinde "zorla" egemenlik kurulan ve dolaysıyla "ezilen" Hıristiyan unsurların fırsattan yararlanarak ayaklanmaları işten bile değildi. Tek başına bu bile Balkanlar'daki Osmanlı yönetiminin, öteki devletlerinkinden daha adil, yumuşak, bilinçli kısaca daha iyi olduğunu göstermektedir. Ne var ki, bu basit gerçeğe Batılı tarih kitaplarında çok az yer verilmekte, bunun yerine basmakalıp suçlamalar doldurulmaktadır.
Not: Bu ilgili makale Oral Sander'in "Siyasi Tarih ilkçağlardan 1918'e" adlı eserinden yararlanıp yazılmıştır.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.