İbn-i Fadlan, Oğuz ülkesine ulaştığında (X. yy. başları) Oğuzların başında Yabgu unvanlı bir idareci bulunuyordu. Yabgu, Göktürk kültür sahasında kullanılan bir unvan olmakla, Karluk hükümdarı da aynı unvanı taşıyordu. Bu esnada, Oğuzlar ile düşman olduğu anlaşılan Hazarlar ve Oğuzların coğrafyasına epey uzak olan Uygurlar Kağanlık ile temsil olunuyorlardı. Oğuz Yabgusu'nun Küzerkin adlı bir naibi vardı. Küzerkin adına İbn-i Fadlan'ın verdiği bilgiler dışında herhangi bir habere rastlanılmıyor. Bununla birlikte, Kaşgarlı Mahmud, Karluklara ait olan "Kül-Erkin" unvanından bahsediyor, ki bu iki kelimenin birbirine benzerliği derhal dikkati çekiyor. Küzerkin'den başka Yinal ve Tarkan adlı iki unvana daha rastlamaktayız.Bunlar muhtemelen askeri idareci idiler.
İbn-i Fadlan'ın, Oğuzların iç ve dış meselelerini kendi aralarında kurdukları meclislerde (Kengeş) tartıştıklarını ve karar aldıklarını, ancak içlerinden en zayıf birinin bu kararı bozabileceğine dair anlattıkları, Oğuz Yabgusu'nun idarî pozisyonunu ortaya çıkarmak bakımından önemli ipuçları taşımaktadır. Evvela, Kengeş kararlarına müdahale edecek kişinin sıradan bir kişi olmadığı, kuvvetli ihtimal, bir aşiret reisi olduğu açıktır. Hududü'l-Alem, Oğuzların kabileler halinde yaşadıklarını ve her kabilenin başında bir reis bulunduğunu bildirmektedir. Şu halde, reisin gücü kararların uygulanmasını etkileyebildiğine göre Yabgu mutlak otoriteye sahip bir konumda bulunmamaktadır. İkinci hususa gelince, Selçuklu Devleti'nin kuruluşunu hikaye eden tarihçilerin, Selçuk ve babası Dukak'ın Oğuz Yabgusu'nun kararlarına karşı çıkacak ya da ona karşı saygıda kusur edecek kadar cesur oldukları şeklindeki tasvirleri eğer -inandırıcı bulunursa- yukarıda verilen örnekler ile örtüşmektedir.
Buna göre Oğuzların, bulundukları coğrafyada konfederal bir yapıya sahip olduğu ve aşiret reislerinin güçlerinin devam ettiği, konar-göçer geleneklerinin de canlılığını sürdürdüğü savunulabilir. Ancak bu yapının Oğuzlar arasında anlaşmazlıklara da imkan verdiği görülmektedir. Bu cümleden olarak, Mangışlak/Siyah Küh bölgesine göçeden Oğuzlar da böyle bir çekişmenin sonucu olarak ana kütleden kopmuşlardı.
Oğuz Yabgu Devleti'nin ne zaman yıkıldığı hususu açık olmamakla birlikte, X. yüzyılın sonlarına doğru zayıfladığı ve kuzeyden gelen Kıpçak baskısı nedeniyle dağılmaya yüz tuttuğu aşikardır. Bu dönem, Selçuklu ailesinin de ana kütleden koparak Cend şehrine geldiği zamandaki olaylara yaklaşmaktadır. O halde, Oğuzların batı ve güney yönünde yaptıkları muhacereti de anlamak mümkün olacaktır. Buna göre, Oğuz Yabgu Devleti'nin dağılmasıyla Oğuzlardan bir bölük Karadeniz'in kuzeyinden Peçenekleri takip ederek ve daha çok onların açtığı boşluğu kullanarak Balkanlar'a doğru gitmişlerdir. Sayıca az olan bu topluluğa Ruslar "Tork" Bizanslılar ise Uzoi/uz diyorlardı. Oğuzların bu bölüğü yine bir Türk boyu olan Peçenekler tarafından 1065'te tam anlamı ile imha edildiler.Kurtulabilenler ise Bizans ordusunda paralı asker olarak görev yaptılar. Tarihin garip bir tecellisi olarak Malazgirt Savaşı'nda (1071) "kendileri gibi giyinen ve kendileri gibi savaş çığlıkları atan" kan akrabalarının tarafına geçtiler.
Oğuzların ikinci grubu ise başlangıçta Cend şehrine göç eden ve Selçuk'un ailesinin etrafında toplanan Oğuzlardan oluşmakta idi. Onlar, ana kütleden koparak İslam kültür sahasında bulunan ancak yukarıda belirtildiği gibi halkının bir kısmını Oğuzların oluşturduğu ve yine Oğuz Yabgusu'nun hakimiyetinde bulunan Cend şehrine geldiklerinde, gerçekte, sadece şehir değiştirmeyip yeni bir kültür dairesinin de içine dahil olmaktaydılar. Eserinden bütün Oğuz ellerini gezdiği ve boyları yakından tanıdığı anlaşılan Kaşgarlı Mahmud'un "zamanımızın hükümdarları bunlardandır ifadesi" ile ilk defa Oğuz boylarından birinin adı XI. yüzyılda siyasî olaylarla birlikte anılmaya başlamıştır. Öte yandan, Maveraünnehir bölgesinde tespit edilen Avşar adlı köyün varlığı da Oğuzların erken yerleşmelerde boy adlarını da kullanmaya başlamaları bakımından herhalde yine bir ilki oluşturmaktadır. Şüphesiz Avşar Köyü'nün ahalisi de aynı boyun mensupları idiler.
Reşidüddin, Selçuk'un Kınık boyundan olduğunu bildirir, ancak, o bunu fazla önemsemez.Reşidüddine göre Oğuzlardan padişah çıkaran boylar sırayla Kayı, Yazır, Eymür, Avşar ve Beğdili'dir.
İslam coğrafyası Makdisi'ye göre, İsficab'ın kuzeydoğusunda bulunan Ordu kasabasında Türkmenler oturuyordu. Onlar, İsficab hakimine vergi veriyorlardı. Türkmenlerin İslamiyet'i seçen ilk Türk zümresi olduğu kuvvetle muhtemeldir. Çinlilerin de adlarını bildiği bu Türkmenlerin, Karlukların hakimiyet sahaları içinde oturuyor olmaları yüzünden, Karluklardan bir zümre olabileceği veya Göktürk hakimiyeti sona erdikten sonra Uygur ve Oğuz baskısı yüzünden "Göktürk" terimini kullanmayan Karlukların "Türkmen" adını kullandıkları fikri ileri sürülmüş ise de bu görüşler Kaşgarlı Mahmud tarafından teyid olunmamaktadır. O, "Karluklar, Türkmenlerden bir bölüktür", "Bunlar (Karluklar) Türkmenlerden bir boydur", "Karluk göçebe Türklerden bir bölüğün adıdır. Oğuzlardan ayrıdırlar. Oğuzlar gibi Türkmendirler" diyerek, Karlukları Türkmenlerin bir kolu saymaktadır.
Bunun yanı sıra, Kaşgarlı Mahmud her ne kadar Karluklar için "bölük" veya "boy" diye bahsediyorsa da, onları listesini verdiği 22 Oğuz boyu arasında saymamıştır. Kaşgarlı'nın onları Oğuzlardan ayrı sayması; aralarında lehçe bakımından bir ayrılığın olmasından kaynaklanmış olabilir. "Oğuzlar gibi Türkmen" oldukları şeklindeki ifade ise kan kardeşliğinden ziyade yaşama tarzındaki benzerliği, belki de konar-göçerliği ortaya koymaktadır. Efsaneye göre, Oğuz Kağan'ın isim verdiği dört kabileden biri de Karluklar idi. Ebu'l-Gazi'ye göre, Kün Han'ın küçük kardeşlerine ve oğullarına yemek vermesi esnasında Karluklar, çadırın dışında Iğdır ve Büğdüz'ün atlarını tutmakla meşgul idi. Yani "aileden" değildi. Muhtemelen, Karluklar, Oğuzların yakın akrabaları idi ve bir müddet Türkmenler ile birlikte yaşamışlardı. Bunlar gibi, 24 Oğuz (Türkmen) teşekkülü içinde iki boyu meydana getiren Halaçlar da Türkmenlerden ayrılmışlardı.
Kaşgarlı Mahmud, esasında Türkmen adını Oğuzlara vermektedir. Onun "Oğuzlar bir Türk boyudur. Oğuzlar Türkmendirler. Bunlar 22 bölüktür. İki boy olan Halaçlar bunlardan ayrılmışlardır" şeklindeki ifadesi Oğuz-Türkmen aynîliğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Zaten bu hususta bir şüphe de bulunmamaktadır.
Türkmenlerin İslâmiyet'i kabul eden Türk zümrelerinin öncüleri olmaları yüzünden bunlara yakın oturan ve İslamiyet'i benimseyen Oğuzlara da "Türkmen oldu" denilmekte idi. Bunlar, Müslümanlar arasına girerek her halde Arapça veya Farsça öğrendiklerinden, Müslüman tüccarlar ile Oğuzlar arasında tercümanlık yapıyorlardı. Yine Müslüman tüccarlarla yakın ilişkileri sebebiyle giyim ve kuşamları da diğer Türk zümrelerinden farklı olduğu öne sürülmüştür. Ebu'l-Gazi'ye göre fizikî görünüş olarak da Maveraünnehir ve başka yerlerdeki kardeşlerine benzemiyorlardı.
Kaşgarlı, Türkmen adının onlara "Zülkarneyn" tarafından "Türk-Mânend" (Türke benzeyen) şeklinde verildiğini kaydediyorsa da, İslâm dünyasında İslâma giren Türk zümrelerine "Türk-mânend" denildiği ve buradan "Türk-men" adının türediği şeklindeki izah tarzı daha çok kabul görmüştür. Ebu'l-Gazi, bu adın Farslar tarafından verildiğini, fakat cahil halkın "manend" kelimesini telaffuz edememesi yüzünden "Türk-men" şekline dönüştüğünü bildirmektedir. Ayrıca bu adın "Türk-i iman" kelimelerinin birleşmesi ile türetildiği ve "imanlı Türk" manasına geldiği de bazı tarihçiler tarafından kaydedilmiştir. Fakat, bu tür izahlar güvenilir olmaktan oldukça uzaktır.Ancak, dikkati çeken bir husus gerek Kaşgarlı'da gerekse İslâm kaynaklarında, adı geçen kavmin ısrarla "Türk"e benzetilmesidir. Bu durum, "Türkmenlerin Göktürkleri meydana getiren On-ok unsurlarından birinin bakiyesi veya akrabası mı'" sorusunu akla getirmektedir.
Netice olarak, Türkmen adı X. yüzyılda Ordu şehrinde oturan küçük bir topluluğun adı iken, belki de Müslüman komşularının kendilerine verdikleri tarihî rol sayesinde; XI. yüzyılda Karluk, Halaç ve Oğuzları da içine alan siyasî bir terim olmaya başladı. Ancak Karluklar ve Halaçlar erken devirlerde bu birlikten ayrıldılar. Bu yüzden Türkmen adı sadece Oğuzlara verildi. Kaşgarlı Mahmud XI. yy.'da Oğuz boylarından meydana gelen Türkmen teşekküllerini kaydetmekte, hatta onların da kendi içlerinde "dedelerinin isimlerini alan" irili ufaklı oymaklara ayrıldığını bildirmektedir. Öte yandan Oğuzların, XIII. yüzyıla kadar kendilerini Türkmen diye isimlendirmemeleri her halde konar-göçer ve yerleşik farkından kaynaklanıyordu ve Türkmenler konar-göçer hayatı temsil ediyordu. XIII. yüzyıldan itibaren ise Oğuz adı bütünüyle terk edilmeye başlandı.
-
NOT: Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Görevlisi Sayın Yrd. Doç. Dr. Tufan Gündüz'ün Genel Türk Tarihi Ansiklopedisi'nin 2. cildinde yer alan "Oğuzlar / Türkmenler" adlı makalesinden yararlanılarak yazılmıştır.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.