Osmanlı İmparatorluğu'nda XIX. yüzyılda kurulan Adliye teşkilatının bağlı olduğu makam. Avrupa usulüne göre kurulmuştur. Önce 1837'de Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye meydana getirildi. 1868'de bu teşkilatın yerine Şura-yı Devlet ve Divan-ı Ahkam-ı Adliye adlarıyla iki ayrı teşkilat kuruldu. Bir müddet sonra Divan-ı Ahkam-ı Adliye kaldırılarak yerine 1878'de Adliye Nezaretia teşkil edildi.
Müslüman olmayan azınlıkların mezhep işleri o zamana kadar "Hariciye Nezareti" tarafından yürütülürken, 1880'de "Adliye Nezareti" tarafından yürütülmeye başlandı. 1881'de çıkarılan bir nizamname ile nezaretin adı Adliye ve Mezahib Nezareti" olarak değiştirildi. Bu nezaret 1880'den itibaren Ceride-i Mehakim" adlı haftalık ve 1909'dan itibaren de Ceride-i Adliye adlı on beş günlük iki dergi çıkarmıştır.
Orhan Bey zamanında kurulan Yaya ve Müsellem ordusu.
Sınırları genişleyen devletin ihtiyacına yetmez hale geldiğinden, esirlerden istifade yoluna gidilerek yeni maaşlı bir askeri teşkilat kurulması düşünülmüştür.
Bu düşünce ile I. Murad zamanında (XIV. yüzyılın son çeyreği), Çandarlı Kara Halil ile Molla Rüstem'in çalışmaları sonucunda, Gelibolu'da Acemi Ocağı kuruldu.
Savaş esirlerinin 1 akçe gündelikle Lapseki, Çardak ve Gelibolu arasında işleyen at gemilerinde 5-10 yıl çalıştırıldıktan sonra 2 akçe gündelikle Yeniçeri olmaları kararlaştırıldı. Ayrıca bazı esirlerin Anadolu'da Türk çiftçilerinin yanlarına verilerek, Türkleştirilmeleri de düşünülmüş ve teşkilat genişletilmiştir.
İstanbul Ağası'nın odasına verilen addır. Acemi oğlanları için Sultan Fatih Mehmed tarafından yaptırılan odaların otuz birincisi İstanbul Ağası'nın odasıydı. Ağa bölüğü önceleri bir bölükken, Acemilerin çoğalmasıyla dokuz bölüğe çıkarılmıştır (Devam)
Osmanlılarda padişahlar tarafından verilen hat, ferman anlamına kullanılan deyimdir. Menşei Abbasi ve Selçuklulara kadar dayanan ahidname geleneği Osmanlılarda da devam etmiş ve ahidname-i hümayun adıyla anılmıştır (Devam)
Kanunnamelerle hükümlerin ve kanun mahiyetinde olan kararların kaydedildiği defterdir. Kalemlerin hepsinde ahkam defteri bulunur, her sene için ayrı bir defter tutulurdu. Defterin dolması ile bir sene içinde ikinci deftere geçildiği de olurdu. Önemsiz kalemlerde defterin dolmaması halinde aynı deftere devam edilirdi. (Devam)
Osmanlı Sarayında kullanılan hizmetlilerin bir kısmına verilen addır.
II. Murad zamanında sarayda görevlendirilen Akağalar, halifeliğin ilgasına kadar sarayda görevlendirildiler.
Akağalar, Boşnak ve Anadolu menşeli hadımlardır. II. Murad zamanında sayıları 40 kadardı.
Akağaların en büyüğü Kapı Ağası idi. Ondan sonra sırasıyla Has Odabaşı, Hazinedarbaşı, Kilercibaşı, Saray Kethüdası gelirdi. Terfi sırası aşağıdan yukarı doğruydu. Has Odabaşı terfi ederse Kapı Ağası olurdu. Yukarıdaki hizmetlilerden başka beş asker Köse başı unvanını alırdı. Köse başından alt sırada Başeski bulunur, iki asker de Üzengi Ağası adını taşırdı.
Kapı Ağası'nın, sarayın kapılarının muhafazası, içeri girip çıkanların kontrolü, padişahın özel hizmetleri gibi görevleri vardı. Akağalar genellikle kapı bekçiliği, hazine-i hümayanun korunması, harem ve diğer dairelerin denetlenmesi gibi görevleri üst... (Devam)
Bayrak taşıyanlar hakkında kullanılan bir tabirdir.
Bu anlamda sancakdar da kullanılırdı. Alemdarlık Yeniçeri Ocağı'nda bir vazifeydi.
Ebu Eyyub el- Ensari Alemdar-ı Resul olarak tarihe geçtiği gibi Sultan Mahmud zamanında sadrazamlık eden Mustafa Paşa da alemdarlıkla şöhret bulmuştur (Devam)
İlk defa Sultan II. Murad zamanında kurulmuş, Anadolu Beylerbeyi unvanı ile bir görevli, eyaletin başına geçirilmiştir.
Anadolu Beylerbeyi eyaletin askeri ve idarî iÅŸlerini yönettiÄŸi gibi açılan seferlere eyalet askerleri ile birlikte katılırdı. Sırada, Rumeli Beylerbeyi'nden, sonra gelirdi. Zamanla Anadolu Beylerbeyi'nin önemi azalmış; Mısır, BaÄŸdat ve Budin beylerbeylerinden sonra yer almaya baÅŸlamıştır. (Devam)
Divan üyesidir. Anadolu Defterdarlarına XVIII. yüzyıl başlarında Şıkk-ı sani unvanı verildi.
III. Selim zamanında, Nizam-ı Cedid'in kurulmasıyla Şıkk-ı sani defterdarı, Nizam-ı Cedid hazinesine memur oldu. Bu makam da Nizam-ı Cedid'le birlikte kaldırıldı. (Devam)
1826 yılına kadar Yeniçeri Ağası'nın resmi makamı olan binadır. Süleymaniye'de İstanbul Müftülüğü ile İstanbul Üniversitesi'nin Botanik Enstitüsü olarak kullanılan yerinde idi. Ağa Kapısı evvelce Çarşıkapı'da iken XVII. yüzyıl ortalarında buraya taşındı.
1826 yılında Yeniçeri Ocağı'nm kaldırılışına kadar yeniçerilerin en büyük subayı olan Yeniçeri Ağası burada çalışırdı. Burası, Yeniçeri Ağası'nın komutanlık makamı idi. Yanında ağanın lojmanı ve haremlik kısmı da vardır. Osmanlılarda "kapı" sözcüğü resmi daire anlamına geldiği için buraya Ağa Kapısı, Ağa Dairesi de denmiştir.
II. Osman, ayaklanan zorbalardan kaçarak 1622 yılında Ağa Kapısı'na sığınmıştır.
Birçok defa yanan bu bina her seferinde yeniden selamlık ve haremlik kısımları ile bir saray gibi yapıldı. 1659 yılında İstanbul'un dörtte üçünü yakan yangında Ağa Kapısı harabeye döndü. 1749'da Küçükpazar ... (Devam)
Seri hareketlerinden dolayı, Osmanlı Türklerinin hafif süvari kuvvetlerine verilen addır.
Akıncılar iyi binici olan atlılardan meydana gelirdi. Akıncılar ya sınırdaki yerlerde veya sınıra yakın bölgelerde bulunurlar, yaz kış akın yaparlar; mal ve esir alırlar, düşmanın durumu, yollar ve düşman kuvveti hakkında önemli bilgi getirirlerdi.
Akıncıların hepsi de Türklerden seçilirdi. Babadan oğula geçmek üzere bir ocak da meydana getiren akıncılar, savaş zamanında ordunun keşif kolu hizmetini görürlerdi.
Akıncı kanunnamesi gereğince, bin akıncıya, bir binbaşı, yüz ere bir subaşı ve on ere de onbaşı komuta ederdi. Düşmanla karşılaştıklarında, belirli aralıklarla arka arka durarak takımlara ayrılırlar; hücum eden öndeki kısmın yardımına arkadakiler yetişirdi. Akıncıların hücumları çok ani ve sert olduğu için, düşman saflarını sarsarlar ve parçalarlardı.
Bir akının "akın" adını alabilmesi... (Devam)
Divan üyesidir. (Rumeli ve Anadolu kazaskerlerine Sadreyn efendiler de denirdi.) Sıra bakımından Rumeli kazaskerlerinden sonra gelirdi. Anadolu kazaskerlerinin hanelerinde açtıkları divana, Anadolu Kazaskeri Divanı adı verilirdi. (Devam)
Osmanlı Devleti'nde memurlara bir çeşit ek ödenek ve azil, yahut emekli edilen mülki ve ilmi memurlara mazuliyet ve emeklilik maaşı hakkında kullanılan bir tabirdir.
Arpalık, zeamet ve tımar gibi kayda tabi olmayıp muhtelif kişilere verilebilirdi. Mesela sadaretten azil veya emekli edilen vezirlere, harpte yararlılık gösterenlere, eşkıya takibine memur edilenlere ve buna benzer hizmetlerde görev yapanlara bir veya çeşitli "sancak" arpalık olarak verilirdi.
Arpalık, ilim adamlarına yılda en çok 70.000 akçe, Yeniçeri Ağası'na 58.000 akçe, saray mensuplarına ise 19.999 akçe olarak tesbit edilirdi. Bu usul birçok yolsuzluklara yol açması üzerine XVIII. yüzyılda kaldırıl (Devam)
XIII. yüzyılda doğarak Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda büyük rolü olan bir teşkilattır. Sıkı bir ahlak disiplini içinde oldukları için bir tarikat, ilk önce esnaf teşkilatı arasında yayıldıkları için de bir esnaf teşkilatı zannedilmiştir,
İstanbul'un fethine kadar kuvvetli bir teşkilat olarak yaşadı. Yerini XV. yüzyılda Lonca teşkilatına bıraktı. Ahi başkanları zaviye (küçük tekke)yi yaptırarak içerisini halı, kilim ve başka eşya ile döşerler ve kandiller asarlardı. Zaviyelerde imamlar, müderrisler, ketipler, vaizler, sileh talimcileri, hattatlar, şairler, şarkıcı ve rakkaslar bulunurdu.
Ahi zaviyelerine kabul olunanlar, Ahe terbiyesini okuyarak, dinleyerek ve birlikte yaşayarak alıyorlardı. Zaviyede öğretmen ve pirler önünde şarkılar ve ilahiler okunur, oyunlar oynanırdı. Ahi teşkilatına ilk giren adayın başı traş edilir, tövbe ve telkin verilirdi. Taç, hırka ve şalvar giyerlerdi. Bu adaylar uzun bir de... (Devam)
Valde alayı: Tahta yeni çıkan Osmanlı padişahının eski saraydaki (Üniversitenin bulunduğu yerde) valdesini yeni saraya (Topkapı Sarayı) getirmesi sebebiyle yapılan alay.
Sürre alayı: Mekke ve Medine halkına Osmanlı Devleti tarafından gönderilen para ve hediye sebebiyle Saray avlusunda yapılan merasim.
Kılıç alayı: Tahta yeni çıkan padişahın cülusundan bir süre sonra, bazen deniz yolu ile gidip karadan, bazen karadan gidip... (Devam)
İstanbul Boğazı'nın en dar (780m.) yerinde, Rumeli Hisarı karşısında, Göksu Deresi'nin başındadır. Karadeniz'den Bizans'a gelebilecek yardımları önleyecek bir ileri karakol olarak 1395 yılında Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezid tarafından yaptırılmıştır.
Bu kale savunma özelliği taşıyan bir askeri yapıydı. Bu sebeple de Hisar'a "Gözlüce" adı verilmişti. Kaleler XIII. yüzyıla kadar gemilerin Boğaz'dan geçişini engelleyemezlerdi. Yıldırım Bayezid'den yarım yüzyıl sonra Fatih Sultan Mehmed İstanbul'u Türk-İslam ülkesi yapmak isteyince Anadolu Hisarı'nın karşısına Rumeli Hisarı'nı kurdu.
Fatih Sultan Mehmed, Rumeli Hisarı'nı yaptırırken (1452) her iki kalenin toplarla takviye edilmesiyle Boğaz'dan geçişin kontrolünü sağlamış ve Anadolu Hisarı'nı da bazı ilavelerle onartmıştır.
Kale çeşitli adlarla tanınır. Tarihçi Tursun Bey'e göre Yeni Kale, Şeyhülislam Hoca Sadeddin Efendi'ye göre Akçahis... (Devam)
Büyük Millet Meclisi'nin seçimi iki yılda bir yapılır. Seçilen üyenin görev süresi iki yıl olup, yeniden seçilebilme olanağına sahiptir. Eski kurul, yeni kurulun toplanmasına kadar görevini sürdürür.Yeni seçim yapılmasına olanak bulunmadığında, toplantı dönemi yalnız bir yıl uzatılabilir. Büyük Millet Meclisi üyelerinin her biri, sadece kendisini seçen ili... (Devam)
Metrenin resmen kabulüne kadar kullanılmış olan ölçülerden birinin adı idi.
Bu makamda "Zira" tabiri de kullanılırdı. O zamanlar metreye "Zira-i aşari" denilirdi.
Türkiye'de yakın tarihe kadar kullanılmış olan arşın, üç çeşittir. Çarşı arşını 68 cm. olup kumaş ve benzerini ölçmek için kullanılır. Sekizde birine Urub, onaltıda birine de Kerah adı verilir.
78.8 cm. uzunluğunda olan mimar arşını, III. Selim zamanında değişikliğe uğradığından abanoz ağacından bir arşın yaptırıldı ve bu arşın esas alındı. Yarım arşına "Kadem" denir. Bu yeni arşın, 1869 tarihinde metre karşılığı olarak kabul edildi. Tanzimat'tan sonra, bu çeşitli arşınlar ve yabana uzunluk ölçülerinin karışıklığa sebep olması üzerine resmi muamelelerde yeni arşın kabul edildi.
Türkiye'de 26 Mart 1931 tarihinde çıkan 1782 sayılı kanunla "metre" sistemi kabul edildi ve bu sistem 1933 tarihinden sonra uygulanmaya başl... (Devam)
Olağanütü durumlarda ve padişahın huzurunda kurulan divan.
Meclis demek olan divanda padişahtan başka kimsenin oturmayıp ayakta durarak işin hemen bir karara bağlanması bu adın verilmesine sebep olmuştur.
Saraydaki ayak divanlarında, padişahın oturduğu taht Topkapı Sarayı'nda Babüssaade adı verilen kapının önünde kurulurdu.
Sadrazamlar da ayak divanına başkanlık ederlerdi. Fakat sadrazamların ayak divanları genellikle savaş zamanı ordugahta olurdu.
Tanzimat'tan sonra bu çeşit divanlar kaldırılmıştır. (Devam)
Görevlinin, yetkili makam tarafından görevine son verilmesidir.
Tayin ve azil aynı olmakla beraber birbirine karşıt sonuçlar doğurur. Biri görev verir, diğeri görevden alır. Bu bakımdan azil yetkisinin tayin eden makamda bulunması tabiidir.
Osmanlı İmparatorluğu'nun yüksek idarecileri arasında sıkça rastlanan azil, devlet düzeni yönünden önemli bir hatayı gerektiren suçlarda uygulanmıştır. Azl ile birlikte azlolunanın hayatına da son verilebilirdi. (Devam)
Osmanlı imparatorluğu döneminde Şeyhülislamlık makamıdır. Şeyhülislam'ın vazife gördüğü bu yere, fetvaların burada verilmesinden dolayı Bab-ı Fetva da denirdi. Şeyhülislamlık kapısı olarak da adlandırılmıştır. (Devam)
Topkapı Sarayı'nın orta kapısıdır. Bab-ı Hümayun'dan girilen ve birinci avlu denilen Alay Meydanı'nın sonunda, çifte kulesi olan ikinci kapıdır. (Devam)
Milli Kurtuluş Savaşı başında Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak'a bağlı kuruluşların birleşmesiyle meydana gelmiştir.
4 Eylül 1919'da Sivas'ta toplanan kongrede Anadolu ve Rumeli'de kurulmuş Müdafaa-i Hukuk-ı Miliye teşekkülleriyle Redd-i İlhak heyetlerinin temsilcileri, bir ad ve bir tüzük altında birleşilmesini kabul ederek, 7 Eylül 1919'da "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti"ni kurdular.
Cemiyet, 23 Temmuz 1919'da toplanmış olan Erzurum Kongresi'nce kabul edilen "Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" nin tüzüğünü esas alarak hazırladığı yeni bir tüzük ve beyannameyi 11 Eylül 1919'da Heyet-i Temsiliye namına Mustafa Kemal Paşa'nın imzası ile Sivas valiliğine vermiştir.
Beyannamede, "Anadolu ve Rumeli'de müteÅŸekkil bil-umum Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye vesair milli ve vatani milli cemiyetlerle Redd-i Ä°lhak heyetlerinin Sivas'da 4 Eylül 335 tarihinde akdettikleri umumi kongre kararıyla “Anadolu ve Rumeli Müda... (Devam)
Topkapı Sarayı'nda 3. kapıdır. Akağalar Kapısı, Enderun Kapısı olarak da adlandırılır. Enderun denilen üçüncü avluya geçiş bu kapıdan olur; cülus ve bayram tebrikleri merasimi bu kapı önünde yapılırdı. Kapının her iki tarafında akağalara ait koğuşlar bulunurdu. Son şeklini III. Selim döneminde almıştır. (Devam)
Osmanlı İmparatorluğu'nda, yabancı bir ülkeden getirilerek başka bir ülkeye giden imparatorluk yollarından geçirilen emtiadan alınan vergidir. "Müruriyye" olarak da adlandırılırdı (Devam)
Sultan Mahmud döneminde Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması ile kurulan askeri teşkilat (17 Haziran 1826).
II. Mahmud, Osmanlı tarihinde "Vaka-i Hayriyye" diye adlandırılan olay ile Yeniçeri Ocağı'nı dağıtmış, bu olaydan üç gün sonra bir hatt-ı hümayun ile Yeniçeri Ocağı'nın kaldırıldığını ve yerine "Asakir-i Mansure-i Muhammediye" adı altında, yeni bir askeri teşkilatın kurulduğunu bildirmiştir. Boğaz muhafızı ve Kocaeli, Hüdavendigar (Bursa) sancakları mutasarrıflıkları üzerinde kalmak üzere Ağa Hüseyin Paşa da "Serasker" sıfatıyla bu teşkilata komutan olarak atanmıştır.
Sultan II. Mahmud ayrıca Süleymaniye'deki "AÄŸa Kapısı"nın bundan sonra "Serasker Kapısı" adı ile anılmasını bildirmiÅŸ ve 7 Temmuz 1826 tarihinde bu teÅŸkilata ait bir de kanunname yapmıştır. Kanunnameye göre önceleri 1200 kiÅŸilik olması düşünülen bu teÅŸkilat, 1500'er kiÅŸiden meydana gelen ve tertip adı verilen 8 birliÄŸe ayrÄ... (Devam)
Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından önce ordu ve donanma ihtiyacı için barut hazırlanan yerlere verilan ad. Baruthane'nin ilki, II. Bayezid tarafından Kağıthane'de yaptırılmıştır. XVII. yüzyılda İstanbul'da, Et Meydanı'nda (Aksaray'da), Unkapanı'nda Ayasofya'da Cebehane içinde, Şehremini ve Tophane'de altı baruthane ile Tersane'de bir baruthane kulesi, Selanik, Belgrad, Bağdat, Mısır, Bor'da da baruthanelerin bulunduğu bilinmektedir. (Devam)
İçerisine barut koyup üstte taşımak için kullanılan kabın adı idi. Yürek biçiminde olan bu kab, omuza bir ip veya kayışla asılırdı. Buna "barut kabağı" da denilirdi (Devam)
Yeniçeri Ocağı teşkilatında ağa bölükleri kumandanlığı görevini yapan ve "Bölükbaşı" adını taşıyan subayların en kıdemlilerine verilen addır. (Devam)
Saraylardaki cücelerin amirlerine verilen addır. Zarif ve nüktedan olanlardan padişahlara muhasiplik edenler de olmuştur. Başbakanlık Arşivi'nde II. Mustafa'ya ait dosyadaki 8911 numaralı belgeye göre, bu padişah zamanında; Has Oda'da bir, hazine koğuşunda bir baş olmak üzere üç, seferli koğuşunda da bir "başcüce" vardı. (Devam)
Osmanlı saraylarındaki hizmetkarların ileri gelenlerinden biridir. Emri altında kırk çuhadar vardı. Padişahlar bir yere giderken saltanat arabasının sağ tarafında yaya olarak yürür ve elini padişah atının sağrısına koyardı. Kıymetli ve gösterişli elbise giyer, kemerine bir hançer takardı. Emrindeki çuhadarların elbiseleri de kıymetli ve gösterişli idi. Çuhadarların bıçak ve hançerden başka ellerinde gümüşten zincirli kamçı bulunur, bu şekilde padişahı takip ederlerdi. Başçuhadar'ın kamçısı altındı (Devam)
Osmanlı döneminde, XIX. yüzyıl başlarına kadar İstanbul, Sultan Ahmed Camii önündeki meydana verilen addır.
Meydanın, Roma İmparatoru Septimius Severus (193-211) tarafından yapımına başlanmıştır. Kostantinus (306-337) zamanında tamamlanmış ve Hipodrom olarak kullanılmıştır.
Bizans'ın toplum hayatını yansıtan bu meydanın çevresi zarif sütunlar ve heykeller ile süslü idi. Birçok zamanlar onarılarak bazı değişimlere uğramıştır. Bizanslılar döneminde burada yapılan yarışmalar tarih boyu konuşulmuştur. 1204'de Haçlı Seferi sırasında İstanbul'un Latinler tarafından işgali sırasında hasar görmüş, birçok özelliği de bu arada kaybolmuştur.
İstanbul'un Türkler tarafından alınmasından sonra da özelliğinden bir şey kaybetmeyen meydan, cirit oyunları, bayram şenlikleri, saray düğünlerinin yapıldığı yer olmuştur. Osmanlılar devrinde İstanbul'un en önemli merkezlerinden biri olan At Meydanı'nın ç... (Devam)
Olağanüstü durum ve özellikle savaş sebebiyle alınan vergi.
Osmanlılar tarafından ilk defa hangi tarihte ortaya çıkarıldığı bilinmemekle beraber Sultan Fatih Mehmed devrine ait kayıtlarda bu vergiye rastlanmaktadır.
Başlangıçta "Hudus-i avarız" denilen bu vergi daha sonraları "Avarız-ı divaniyye" adıyla örfi vergiler araşma girmiştir. Buna "Avarız akçesi" de denirdi.
Lütfî PaÅŸa, "Asafname" adlı eserinde avarızın, dört-beÅŸ yılda bir, para olarak alınan bir vergi olduÄŸunu yazmaktadır. Bu vergi XVI. yüzyıl ortalarında orduya alınacak peksimet bedeli olmak üzere adam başına yirmi akçe olarak tesbit edilmiÅŸti. Ayarız, ihtiyaca göre çeÅŸitli olduÄŸu için avarız haneleri denilen vergi birliklerini gösterir bir defter hazırlanır, vilayetlerdeki kadılara yollanırdı.
Avarız vergisi Tanzimat'tan bir süre sonra kaldırılmıştır. (Devam)
Osmanlı askerlik teşkilatında bir askeri kuruluştur.
İlk olarak Aydınoğullan Beyliği'nde (XIV.yy) görülmektedir. Aydınoğullarında, Beyliğe Azaplar denilen donanma askeri, denizcilikten büyük kazançlar sağlamıştır. Aydınoğlu Umur Bey'in Azap kuvvetlerinden dolayı Bizans ve Latin kaynaklarında da Osmanlı Deniz korsanlarına " Azapi" adı verilmiştir. Bu teşkilat XV. yüzyıl ortalarında Akkoyunlularda da görülmektedir. Osmanlılar da ise bu kuruluş, yaya, deniz ve kale azapları olarak üç sınıfa ayrılmışlardır.
Yaya azapları: XV. yüzyıl ortalarında orduda tüfeğin yer almasına kadar savaşlarda önemli hizmetlerde bulunmuşlardır. Yaya azaplarına ihtiyaç duyulduğu zaman yirmi veya otuz ev başına bir er hesabı "azap çağırmak" usulü ile Anadolu'nun sağlam yapılı gençleri arasından kefilli olarak toplanmışlardır. Maaşlarını, onları toplayan aileler verirler, savaş süresince de azaplar devlete vergi ödemezlerdi... (Devam)
Saraydaki dilsizlerin amirlerine verilen addır. Zarif olanlarını padişahların musahib edindikleri de olurdu. Babıali'de vükela toplantılarının müzakerelerinde görüşmelerin gizli kalabilmesini temin için dilsiz hademe kullanılırdı. Osmanlı saltanatının sonuna kadar Babıali'de bir dilsiz hademe bulundurulmuştur (Devam)
Osmanlı Sarayı'nda en önemli görevlilerdendir. Baş Kapı Gulamlığı içağalardaki anahtar ağalığına eşittir. Bunlara "Yenisaray Baş Kapı Gulamlığı" da denirdi. Yayla Baş Kapı Gulamlığı'ndan sonra gelen bu görev zenci hadım ağalarına verilirdi. Bu göreve gelebilmek için acemi ağa, nöbet halifesi, Ortanca ve Yayla Baş Gulamı görevlerinde bulunmak ve Ocak yolunu tamamlamak gerekirdi. Baş Kapı Gulamı, saraya alınan zenci hadım ağaların defterini tutardı. Eski sarayın Baş Kapı Gulamının kademesi, yeni sarayınkinden altta idi. Görevi eski sarayda bulunan emektar ağaları yönetmek ve sarayın işlerine bakmaktı. (Devam)
Osmanlı sarayında şehzadeleri eğitmekle görevli erkek hizmetkar. Bunların itibarlı oluşu, padişahlarla her zaman münasebette bulunmalarından ileri geliyordu. Baş lalalık, kıdeme bakılmaksızın has odaların güvenilir, muteber ve yeteneklilerinden birine doğrudan doğruya padişah tarafından verilirdi. Baş lala, padişahın özel hizmetlerine bakar, padişah tebdil-i kıyafetle gezdiği zamanlar ona refakat ederdi. II. Mahmud'un tahta çıkışına kadar yemek esnasında baş lalaların huzurda bulunmaları adet idi. Bu usul, padişahın Topkapı Sarayı'na naklinden sonra terk edildi. Baş lalaların ağalardan kollukçusu, zülüflülerden baltacısı ve helvahaneden de külahlısı vardı. (Devam)
Osmanlı İmparatorluğu'nda sadrazamlık dairesine verilen ad.
XIX. yüzyılın başlarında kullanılan bu ad, giderek resmi bir şekilde, Osmanlı hükumetini ifade etmiştir.
Farsça der ve Arapça bab kelimeleri Osmanlılar'da kapı anlamına kullanılarak saray veya sadrazam kapısı, devlet ve hükumet merkezini ifade etmiştir: Der aliyye, Der saadet, Bab-ı saadet, Bab-ı asafi, Bab-ı ali gibi.
Sadrazamın başkanlığı altında ve sarayda toplanan divan, XVIII. yüzyıl sonlarında önemini kaybederek, işler paşa kapısına geçince, vezir-i azamların "asaf" sıfatı ile anılmalarından dolayı, "Bab-ı asafi" daha sonra, "Bab-ı ali" gibi deyimler kullanılmıştır. "Bab-ı ali" deyimi ise, XIX. yüzyıl başında iyice yerleşmiştir.
Paşa kapısı, XVII. yüzyıla kadar sadrazamların oturduğu semte göre değişik yerlerde bulunuyordu. IV. Mehmed dönemi sadrazamlanndan Mehmed Paşa'ya padişah tarafından hediye edilen ve şimdiki Bab-ı ali'nin... (Devam)
Osmanlılarda, padişahların nikahları altında bulundurdukları kadınlardan -genellikle dört tanedir- en yaşlısına verilen unvandır. Saray kadınlarında, gözdelerden seçilen ikballer, müstesna bir güzelliğe sahip olmaları yanında saray usul ve adabını öğrenmiş olmaları da gerekirdi. Cariye olarak saraya alınanlar, hazinedar usta tarafından seçilen birinin yanına verilerek eğitilirlerdi. Eğitimlerini tamamlayanlar, kabiliyetlerine göre gözde, ikbal ve kadın olurlardı. (Devam)
Bir devletin bütün silahlı kuvvetlerinin en büyük komutanı. Osmanlı İmparatorluğu'nda padişahlar ordunun başına geçer ve başkumandanlık yaparlardı. Fakat Sultan Kanuni Süleyman devrinin sonlarından itibaren bu durum uygulanmadı. Sadrazamlar ve serdar-ı ekrem tayin olunanlar, başkumandanlık görevini üstlendiler. Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı yıllarında "Başkomutanlık Vekilliği" kuruldu ve bütün yetki bunlara verildi. Kurtuluş Savaşı'na ise bu görev Sakarya Meydan Savaşı'ndan itibaren Atatürk tarafından yerine getirildi. (Devam)
Defterdar Kapısı da denirdi. Bab-ı Defteri olarak da adlandırılmıştır. Defterdarlık dairesi teşkilatı kuruluşundan, Maliye Nezareti adını alıncaya kadar ihtiyaca göre değiştirilmek suretiyle genişletilmiştir.
M. Z. Pakalın, D'Ohssan'dan aktardığı bilgilere göre "Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, (c.1,140-141), Bab-ı Defterdari'de, XIX. yüzyılın başlangıcında 32 kalem ve burada görevli 700 kişinin bulunduğunu belirterek aşağıdaki listeyi vermektedir: