Hududu'l-Alem'e göre X. yüzyılda Oğuzların ülkesinin doğu tarafında Oğuz çölü, güneyinde bu çölün uzantıları ile Hazar denizi, batısında ve kuzeyinde ise İtil/Etil ırmağı bulunuyordu. Onlar, İslam coğrafyacıları tarafından Guz diye isimlendiriliyordu. Dokuz Guz yahut Tokuz Oğuz ismi ise sadece Uygurları anlatırken kullanılıyordu.
İslam Coğrafyacısı İstahrî'ye göre Oğuzların yurdu, Kimekler, Karluklar ve Bulgarlar ile çevrilmişti. Etil/İtil ırmağı Kimekler ile Oğuzlar arasında sınır idi. Güneyde ise Cürcan, Farab, İsficab şehirleri bulunuyordu ki burası artık bütünüyle Müslümanlaşmıştı. İsficab'dan Harezm'e kadar olan yerler Oğuz topraklarının Güney hududunu teşkil ediyordu. X. yy.'da Harezmliler ile Oğuzlar arasında bir çekişme ve buna bağlı güvensizlik hakimdi. Bu yüzden, İbn-i Fadlan, Halife'nin elçisi olarak Bulgar ülkesine giderken Harezm Valisi Muhammed'in, can güvenliklerini tehlikeye atacakları yolunda bir telkini ile karşılanmıştı. Fadlan meşakkatli bir yolculuktan sonra Oğuzlara üst yurtta tesadüf etmişti. O'nun anlattığına göre Oğuzların hakanına "yabgu" deniyordu. Yabgu unvanı daha Göktürkler devrinden itibaren kullanılagelen bir unvan olup Türkçedeki "c" "ye" değişmeleri yüzünden bazı lehçelerde Cabgu şeklinde de söylenmekte idi. Yırtıcı kuş anlamına gelen Beygu ise zaman zaman yabgu unvanı ile karıştırılmıştır.
Göktürk Devleti'nin yıkılmasından sonra doğuda Uygur Kağanlığı, batıda ise Hazar Kağanlığı, Türk Kağanlığı'nı temsil ediyorlardı. Buna mukabil Oğuzlar "Yabgu" unvanlı başbuğların idaresinde idiler.
Oğuz Yabgusu, Sir Derya ırmağının aşağı kıyılarında bulunan Yenikent'te oturmaktaydı. Ya da en azından kışlık merkezi burası idi. Yeni Kent, -Arap coğrafyacılarının dili ile Karyetü'l-Hadise'de- aynı zamanda Müslümanlar da bulunuyordu. Aynı bölge ile ilgili olarak Barthold, Şehrkent ismine edebiyatta oldukça sık, sikkelerde ise nadiren rastlandığını bildirmektedir. Şimdi, Seyhun'un güneyinde bulunan Cankent harabelerinin Yenikent'in kalıntıları olduğu kabul edilmektedir. Gerdizi, Yenikent'ten Kimeklerin ülkesine ve İrtiş sahillerine kadar uzanan bir ticaret yolundan bahsetmektedir. Yenikent'in hububat ihtiyacı, sulh zamanlarında Sir Derya boyunca aşağı indirilen gemiler vasıtasıyla temin edilmekteydi. Buranın güneyinde bulunan Cend ve Huvare şehirlerinde de Müslümanlar bulunuyordu ve yine Oğuz Yabgusu'na bağlı idi. Tumarutkul kazasındaki Heşt-kale harabelerinin Cend şehrinin harabeleri olduğu bildirilmektedir. Yeni kent, sayılan şehirlerden en büyüğü olup Farab'a 20, Harezm'e ise on konak mesafede idi. Şehir, Aral gölüne 2, Seyhun ırmağına ise 1 fersah mesafede idi. Oğuzlar, ülkelerini katederek Aral'a dökülen, Seyhun nehrine Benegit diyorlardı. Kaşgarlı Türk illerini dolaştığı sırada konar-göçer Oğuzların hayvanlarını bu nehirde suladıklarını ve bunun etrafında yayladıklarını görmüştü. Nehirde gemiler vasıtasıyla ticaret malları taşınmaktaydı.
Oğuzların komşu ülkelere sevk ettikleri en önemli ticaret meta koyun idi. Bu maksatla, başta Maveraünnehir bölgesi olmak üzere Horasan bölgesinin koyunları Oğuzlardan geliyordu. Bölgeye Halaç ve Gurlulardan da koyun getiriliyordu; ancak, İstahri'nin bildirdiğine göre Oğuzların koyunları daha makbul sayılıyordu. Kaşgarlı Mahmud'un zikrettiği Suğnak şehri de Oğuzların en önemli ticaret merkezlerinden biri idi. Hududu'l-Alem'de Sunah olarak zikredilen bu şehir Farab'a yakın küçük ve zengin bir yer idi. Buradan her tarafa yay ihraç olunmakta idi. Kaşgarlı, Farab (Karaçuk), Mangışlak, Sapran, Sitgün şehirlerini de saymaktadır. Sapran yahud Sabran Oğuzların sulh yapmak amacıyla geldikleri önemli bir müstahkem kaleye sahip idi.Mangışlak ya da Siyah Küh, Hazar hakimiyetinde iken, Oğuz topluluğundan kopan bir grup tarafından doldurulmuştu. Siyah Küh, Hazar denizinin kıyısında Etil'den sığ bir boğazla geçilen bir noktada bulunduğundan, rüzgarın sürüklediği ve karaya vurduğu gemilerin en çok çekindikleri bölge idi. Zira, bölgedeki Türklerin gemilerin mallarına el koyduğu ve geri vermediği inancı yaygındı.
Karaçuk'a gelince burası Oğuzların destanî mahiyetteki eserlerinde de yer alan sıradağlardan oluşuyordu. Kaşgarlı bu dağ silsilesini Oğuzların yurdu olarak gösterdiği gibi haritasında da ayrıca zikretmiştir. Karaçuk dağlarının güneyinde Farab ve Otrar şehirleri bulunuyordu. Burası, Müslüman kolonistlerin yerleştiği şehirlerden biriydi. Daha güneydeki Sütkent ise Oğuzlardan başka Karluklar tarafından da iskân edilmişti.
X. yy.'da Oğuzlar henüz Müslüman olmamışlardı. Ancak, İbn-i Fadlan'ın anlattığına göre Oğuz ilerigelenleri arasında İslamiyet'e girenler vardı. Ancak, kabilenin baskısı ile yeniden eski dinlerine dönenler oluyordu. Oğuzlar, bahsedilen dönemde eski Türk inancını sürdürüyorlardı. Birine kızdıkları yahut zulme uğradıkları zaman ellerini göğe kaldırarak "Bir Tengri" diye söylenirlerdi. Din adamları hakkında teferruatlı bilgiye sahip olamasak da dini merasimleri tertip ettikleri, ölü gömme ve cenaze ile ilgili pek çok ritüelde görev aldıkları anlaşılmaktadır. İbn-i Fadlan'ın anlattığına göre, Oğuzlardan biri ölürse, ona ev biçiminde büyük bir çukur kazıp, elbisesi, silahları ve özel eşyaları ile birlikte mezara koyarlar; eline bir içki kadehi tutturup önüne de içki dolu bir sürahi koyup öyle defnederlerdi. Bu hususların ahiret inancına bağlı bazı alışkanlıklar olduğu açıktır.Mezarı ağaçla kapattıktan sonra üzerine topraktan kubbe şeklinde toprak yığarlardı. Bundan sonra ölünün zenginliğine göre hayvanlarından birden yüze veya iki yüze kadar koyunu kurban edip yemek yerlerdi (Günümüzde Anadolu'da cenaze münasebetiyle misafirlere verilen "ölü aşı" ya da "can aşı" diye tabir olunan yemek yedirme geleneği de bu alışkanlığın devamıdır). Kurban edilen hayvanların başlarını, ayaklarını, kuyruklarını ve paçalarını kabrinin başına asarlardı. Ayrıca, en eski Türk topluluklarında da görülen balbal geleneği Oğuzlarda da yaşamaktaydı.
Oğuzlar, ahirette cennete gideceklerine inanırlardı. Cenazeden sonra hayvan kurban edilmesi de bu inancın bir neticesi idi. Çünkü, kurban kesme ve yemek yedirme ritüelinde geç kalınırsa, din adamı olarak değer verdikleri bir ihtiyar, onları, kurban kesmeye teşvik eder ve ölünün bu suretle cennete daha çabuk gideceğine ikna ederdi.
İbn-i Fadlan, Oğuzlardan birinin hastalanması halinde onun çadırını hemen ayırdıklarını, ölünceye veya iyi oluncaya kadar orada tuttuklarını, ev halkı veya hizmetçilerden kimsenin onun yanına yaklaştırılmadığını bildiriyor; ki bu husus salgın hastalıklara karşı alınan tedbirlerden ibaret olsa gerektir.
Oğuzlar arasında zina diye bir şey bilinmiyordu.Zira cezası oldukça ağır ve şiddetli idi. Şayet böyle bir vaka tespit edilirse, suçluyu iki ağacın dallarını birbirine yaklalaştırarak bağlıyorlar, sonra dalları bırakarak parçalıyorlardı. İbn-i Fadlan'ın tespitlerine göre Oğuz kadınları yerli ve yabancı erkeklerden kaçmıyorlardı.
Oğuzlar oldukça misafirperver idiler. Eğer bir tüccar Oğuzların ülkesinden geçerken yük hayvanlarını kaybederse, yahut bir şeye ihtiyacı olursa bunu Oğuzlardan rahatlıkla temin edebilirdi. Oğuz ödünç verdiği mallarını alırken asla tamahkâr davranmaz, verdiği miktarın fazlasını almazdı.
-
NOT: Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Görevlisi Sayın Yrd. Doç. Dr. Tufan Gündüz'ün Genel Türk Tarihi Ansiklopedisi'nin 2. cildinde yer alan "Oğuzlar / Türkmenler" adlı makalesinden yararlanılarak yazılmıştır.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.