3. Devrimlerden Savaşa ve Terör Yönetimine Tüm bu gelişmeler karşısında, Avrupa'nın öteki devletleri Fransız Devrimi'ne müdahaleden ya da işe zorla karıştırılmaktan çekindiler. Fransa ve devrim yanlısı gruplar, Avrupa'nın hemen hemen her ülkesinde boy göstermeye başlamıştı. Amerikan ve Fransız devrimlerinin doktrinleri, rahatlıkla Avrupa'nın her yerine ihraç edilebilecek evrensel bir felsefe biçiminde gelişti. Çünkü zaman, yer, ırk ya da ulus farkı gözetmeksizin, insanların temel hak ve özgürlüklerinden söz etmekteydi. Bu durum karşısında, Fransa'dan kaçıp mülteci haline gelen soylular, uluslar arası aristokratik bağlantılarını kullanarak Avrupa'nın çeşitli ülkelerine yerleştiler ve devrime karşı bir cins "kutsal savaş" açma hazırlığı içine girdiler. Kısaca, Avrupa artık sınır tanımayan bir bölünmeyle karşı karşıyaydı.
Fransız Devrimi'ne karşı silah kullanılacaksa, bunu Fransa Kraliçesi Marie Antoniette'in kardeşi olan Habsburg İmparatoru II. Leopold yapabilirdi. Pillnitz'de 1791 yılında yayınladığı bir bildiriyle, öteki devletler katıldığı takdirde Fransa'da eski düzeni yeniden kurmak için askeri önlemler alacağını açıkladı. Aslında II. Leopold böyle bir desteğin gelmeyeceğini biliyor, ama ülkesine yerleşen mülteci soylu militanları susturmak istiyordu.
Fransa'da burjuvazi, iki yıl boyunca siyasal sahneye egemen olarak, gücünü Fransa'nın mülki, askeri ve dini kurumlarını yeniden düzenlemekte kullanmıştı. Niyeti, aristokrasinin liberal kesimleri ve kral ile işbirliği yapmaktı. Ne var ki, gerek aristokrasinin düşmanca faaliyetleri ve gerekse öteki Avrupa devletlerinin Fransa'ya müdahale edebileceklerini gösteren gelişmeler bunu olanaksız kıldı. Böylece 1792'de bir istila tehdidi ile karşı karşıya kalan devrimciler, Avusturya ve Prusya'ya karşı savaş ilan ettiler ve çok geçmeden Avrupa'nın birçok ülkesiyle savaşır duruma geldiler. Baştaki yenilgilerin yarattığı panik birtakım önlemler alınmasına yol açtı. Bunlar arasında, Ocak 1793'te Kral 16. Louis'nin tahtan indirilip öldürülmesi ve kuşkulanılan "siyasi"lerin ortadan kaldırılması da vardı. Bu arada Fransa'da "Ulusal Konvansiyon" dönemi açılmıştı (1792 - 1795).
Fransa'nın dış tehditlere karşı birleşmesinde devrimci gruplardan biri olan Girondin'lerin ve bunun ünlü önderleri Danton ve Carnot'nun payları vardı. Ancak onların yerine daha radikal devrimci bir kanat olan ve iktidarı daha demokratik bir temele oturtup, muhaliflere karşı şiddet uygulayarak destek kazanan Jakobenler ve bunun unutulmaz önderi Robespierre geçti. Ulusal savaş için seferberliği mükemmel bir biçimde sağladı ve çoşkulu orduların kurulması başarıldı. Böylece, Fransızlar yalnız istilacıları püskürtmekle kalmayıp, karşı saldırıya da geçtiler. Belçika, Fransa'nın doğal sınırlarının güvenceye alınması için ilhak edildi. Kısa sürede Fransa'nın egemenliği Hollanda, İsviçre ve Kuzey İtalya'ya kadar genişledi. Yalnızca İngiltere'ye karşı girişilen saldırı başarısız oldu.
Dışarıda bu gelişmeler olurken, Robespierre gibi aşırı Konvansiyon önderleri içerde üç yıl tam bir "terör rejimi" kurdular. Devrimin bu yola dökülmesinin nedenleri, bir yanda Avrupa devletlerinin Fransa'ya karşı uyguladıkları askeri ve siyasi baskılar, öte yanda devrimde aradıklarını bulamayan ve ihanet edildiklerine inanan köylü ve işçilerin ülkenin hemen her yerinde rejime karşı ayaklanmalarıdır. Toprak reformu gerçekleşmemiş, siyasal istikrasızlık ve savaş koşulları altında paranın değeri düşerek temel maddelerin fiyatı artmıştı. Bu durum, Konvansiyon yönetimi aşırı baskıya itti. Terör dönemi boyunca idam edilenlerin %8'inin soylu, %14'ünün burjuva, %6'sının din adamı ve %70'inin köylü ve işçi kökenli olması, konvansiyon rejiminin niteliğini açıkça ortaya koymaktadır. Daha önce de değinildiği gibi, siyasal devrimler yöneticilerin istenmeyen ve öngörülmeyen daha da aşırı bir noktaya doğru sürüklenir. Fransız devrimi de bu genellemenin kalıbına uymuştu. "İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi" üzerinde kurulan "demokratik cumhuriyet" iç ve dış koşulların etkisiyle terör yönetimine dönüştü. Daha da önemlisi, Fransız halkında devrim ve cumhuriyetçiliğe karşı bir tepki yaratarak, en az 80 yıl Fransa'nın iç gelişmelerini imparatorluk ve bunun despotizmi lehinde etkiledi. İlerde ele alınacak Napolyon Bonapart ve Louis Napolyon gibi despotların sağladıkları destek başka nasıl açıklanabilir'
Ulusal Konvansiyon'un terör yönetimi, Fransız ordularının savaş alanlarında kazandığı başarılı sonucu, dikta rejimine artık tahammülü kalmayan halkın baskısıyla 1795'te yıkıldı ve Fransa 1799 yılına kadar sürecek olan Anayasal Cumhuriyet ya da Direktuvar yönetimine girdi. Bu yönetim savaş alanlarındaki başarıları sürdürdü. Fransız ordusunun girdiği yerlerde kralların yönetimine son verilip cumhuriyetler kuruldu. Ama bu durum, Fransız hükümetinin ekonomik durumunu düzeltmek için "kurtarılan" ülkelerde halkı yağmalamasını engellemedi. Fransa'nın savaşları, giderek özgürlük yolunda "kutsal savaş" yerine "Eski Rejim"in saldırı savaşlarına benzemeye başladı; Fransa'nın askeri başarılarını sınırladı. Direktuvar yönetiminin kısa sürmesinin bir başka nedeni, içerde son derece dar bir tabana oturması ve köylü ile işçilerin sıkıntılarını hafifletecek önlemler almamasıdır. Bu durumdan Napolyon gibi otokrat yararlanacaktır.
Tüm bu ters gelişmelere rağmen, Büyük Fransız Devrimi, 1914 yılına kadar Avrupa tarihindeki en önemli olaydır ve büyüklüğü ancak 16. yüzyılın Reformasyon hareketi ve 17. yüzyılın din savaşları ile karşılaştırılabilir. Fransız Devrimi Avrupa tarihinde bir dönüm noktasıdır. Aynı zamanda, soyuna ve inançlarına bakılmaksızın kişinin değerinin hararetle savunulması, tüm insanların besin kaynağı oldu ve dünyanın dört bucağındaki düşünce ve kurumları uzun süre etkiledi. Liberalizm ve milliyetçiliğin patlayıcı güçler olarak Avrupa'ya yayılması, "ulus-devlet" anlayışının tam anlamıyla yerleşmesi ve "yurttaş-ordu" olgusu ile "kitle savaşı" kavramlarının ortaya çıkması, Fransız Devrimi'nin doğrudan sonuçlarıdır. En önemlisi, daha önce "radikal" olarak nitelendirilen bir kavramı, hiç kuşkuya meydan vermeyecek bir biçimde uygulamaya sokmuştur. Hükümetler, ne tanrının ne de doğanın ama insanoğlunun yarattığı kuruluşlardır.
Not: Bu ilgili makale Oral Sander'in "Siyasi Tarih ilkçağlardan 1918'e" adlı eserinden yararlanıp yazılmıştır.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.