18. yüzyılda osmanlı diplomasisi, 18. yüzyılda osmanlı diplomasisindeki gelişmeler, osmanlı diplomasisinde gelişmeler
1. Osmanlı Diplomasisinde Gelişmeler 18. yüzyılın başında Osmanlı Devleti Batı ile rahat bir ilişkiler bütünü içinde bulunuyordu. Karlofça Antlaşması'nın imzalanmasından altı ay sonra onaylanması, büyük ve gösterişli seremonilerle olmuştu. Bu onay, dostça ilişkilere yol açmış ve bir yanda Babıâli[1] ile öte yanda Avrupa devletleri arasında, eskisine göre daha sürekli diplomatik temsilcilerin teatisiyle sonuçlanmıştır. Bu tarihe kadar belirli vesilelerle ve ancak kısa sürelerle Avrupa başkentlerinde bulunan Osmanlı diplomatları, şimdi daha uzun süre Avrupa'da bulunuyor, batı uygarlığını daha yakından tanıyor ve batının yalnız kültür yaşamını değil, aynı zamanda hükümet sistemini de öğreniyorlardı.
Örneğin, Avusturya'ya yeni Osmanlı elçisi olan İbrahim Paşa, Viyana kuşatmasında bulunmuş değerli bir devlet adamıydı. Şimdi Viyana'ya son derece değerli armağanlarla, bir diplomat olarak giriyordu. İstanbul'da ise, Avusturya elçisi, sultan huzuruna dahil edilmeden önce şerefine verilen yemekte, kendisine boğazda yakalanmış balık kızartması sunulmuştu. Bu öteki elçilerin çoğuna layık görülmeyen bir yemekti. İngiltere'nin yeni elçisi Sir Robert Sutton, daha önce Karlofça Barışı'nın yazılmasında yardımda bulunmuştu. Bu hizmetinden dolayı sultan tarafından çok sıcak bir biçimde karşılandı. Buna karşılık, Karlofça'yı imzalamayan, onun yerine iki yıllık bırakışmaya yanaşan ve bunun yenilenmesi için bir savaş gemisi içinde İstanbul'a gelen Rus elçisine karşı aynı dostça duygulardan söz edilemez. Ancak uzun görüşmeler sonunda, Rusya'da öteki büyük Avrupa devletleri gibi, İstanbul'da sürekli büyükelçi bulundurma hakkını elde etmiştir.
Bu gelişmelerden de görüleceği gibi, 18. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin Avrupa devletleriyle ilişkilerinde bir silah olarak, savaşın yerini diplomasi almaya başlamıştır. Burada önemli olan nokta, Osmanlıların artık Avrupa'daki rollerinin savunma olduğunu ve bunu sağlamak için de müttefiklere ihtiyaçları bulunduğunu anlamalarıdır. Tüm buların sonucu ise, Avrupa ülkelerinin geleceğine uygun olarak, Babıâli'de sürekli diplomasi sisteminin kurulmasıdır.
Karlofça Antlaşması'na kadar, Hıristiyan Avrupa'ya giren bir Müslüman devleti olarak Osmanlı Devleti'nin diplomasisi tek taraflı ve karşılıklılık ilkesine dayanmayan bir diplomasiydi. Devletlerarasındaki hukuk kurallarıyla uyuşmayan bir biçimde ve biraz da Avrupa devletlerinin hor görülmesi sonucu, zaman zaman Avrupa devletlerinin elçileri, o da belirli sürelerle, kabul edilmiş ama bunun karşılığında sürekli Osmanlı elçisi gönderilmemişti. Bu sistemin, Osmanlı Devleti güçlü olduğu ve Avrupa'da genişlediği dönemlerde iyi işlediği söylenebilir. En azından, törel değerlere pek dayanmayan ve çoğu kez kurnazca işletilen karmaşık Avrupa oyunlarının dışında kalınmasını sağlamıştır. Ama 18. yüzyılda, müttefik bulma zorunluluğu dolaysıyla Avrupa devletleriyle ilişkiler önem kazanmaya başladığından, bu karşılıksız diplomasi Osmanlı Devleti'ni "izole" etmişti. Sürdüğü takdirde, Osmanlı Devleti Avrupa devletleriyle ilişkilerinde güçsüz bir temelden hareket edecekti. İçerde, dış ilişkileri sistematik bir biçimde planlayacak merkezi bir örgüt olmadığı gibi, dışarıda da sürekli elçileri bulunmuyordu.
İstanbul'daki yabancı elçilerin de işi zordu. Onlar da yeterli iletişim ve ulaşımın olmaması, Osmanlı yaşantısı içine girmemeleri ve en önemlisi kendilerinin Türkçe, Osmanlıların da batı dillerini bilmemeleri dolaysıyla zor durumdaydılar. 1699 yılında Babıâli'de Tercüme Odası'nın kurulmasıyla biraz rahatladılar. Bu odanın memurları ise, genellikle Yunan ticaret topluluğunun içinden seçilmekteydi. İşte 18. yüzyılın başlarından itibaren, gerek Tercüme Odası'nın kurulması, gerek Avrupa devletlerinin İstanbul'da sürekli büyükelçi bulundurmaları ve gerekse Osmanlıların da elçi gönderme gereğini duyup, kısa süreler için bile olsa, bu Avrupa geleneğine uymaya başlamaları, Osmanlı diplomasisini geliştirmiştir. Ancak Osmanlıların Avrupa'nın önemli merkezlerine sürekli büyükelçi göndermeleri ve içerde bir "dışişleri bakanlığı"nın kurulması için 19. yüzyılı beklemek gerekecektir.
[1] Babıâli, Osmanlı sadrazamlarının ikamet ettiği ve ofisinin bulunduğu binalar topluluğuna verilen addır. Geniş anlamda Osmanlı hükümeti anlamına gelir.
Not: Bu ilgili makale Oral Sander'in "Siyasi Tarih ilkçağlardan 1918'e" adlı eserinden yararlanıp yazılmıştır.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.