Bütün eleştirilere rağmen Tanzimat döneminin, İmparatorluğun kurtarılması için yeni esaslar benimseyen, İslamî devlet esasları yerine, batıda demokratik mücadelelerden geçerek kurulmuş olan meşruti sistemi amaçlayan bir neslin yetişmesini hazırlaması da yadsınamaz.
Osmanlı İmparatorluğu'nun kurtuluşunu meşrutî sistemde gören "Genç Osmanlılar" cemiyeti 1865'de kuruldu. Amaçlan Abdülaziz'e meşrutî sistemi kabul ettirmekti. Bu tarihe kadar Padişahlardan gelen, İmparatorluğu kurtarma çabaları olan ıslâhat hareketlerinin yerine şimdi halkın içinden ve batı düşünceleriyle yetişen aydınların imparatorluğu kurtarma girişimleri alıyordu. Dolayısıyla devletten gelen ıslâhat hareketlerine karşı gerici çevrelerin tepkilerinin yerini, şimdi halktan gelenlerin isteklerine karşı devletin tepkisi aldı.
Genç Osmanlıların çabalan sonucu 1876'da "Kanun-u Esası (Anayasa) ilân edilerek meşrutî sistem kuruldu. Kanun-u Esasî ulusal bir ihtilâl sonucu ilân edilmemiş olmakla beraber, tüm halkın siyasî haklan yönünden eşitliği, devlet yönetimine katılması ve denetlemesiyle parlamenter bir sisteme dayandırılmak isteniyordu. Fakat devletin monarşik ve teokratik niteliği değiştirilmiyordu. Hattâ, Saltanatın Osmanlı Hanedanına ait olduğu, Pâdişah'ın kutsal ve sorumsuz bulunduğu, Kanun-u Esasîde yer alıyordu.
Kanun-u Esasî'nin 7. maddesinin Pâdişâha tanıdığı geniş yetkiler ve özellikle 113. maddeye göre, bir Osmanlı vatandaşını basit bir polis raporuna dayanarak yurt dışına sürgün edebilme yetkisi, I. Meşrûtiyet'in zayıf bir yönü idi. Mithat Paşa ile anlaşan Abdülhamid, tahta çıkınca vaat ettiği gibi Kanun-u Esasî'yi ilân etti. Fakat, Osmanlı-Rus Savaşı'ndaki yenilgiden şahsına yönelik eleştiriler gelince, Meclis-i Mebusân'ı dağıttı ve bir daha toplamadı, Kanun-u Esasfyi uygulamadı.
İlk iş olarak çekindiği Mithat Paşa'yı 113. maddeye dayanarak yurtdışına sürgün etti. Kısa bir süre sonra da O'nu Abdülaziz'i öldürmekle itham edip Yıldız'da kurdurduğu mahkemede yargılattı. İdama mahkûm edilen Mithat Paşa'nın cezasını müebbet sürgüne çevirip Taife sürgün etti ve Mithat Paşa 1884' de orada öldürtüldü. Valilikleriyle ülkede büyük hizmetleri olan, Ziraat Bankası'nın kurucusu, ülkeye hürriyet yolunda hizmet veren "Hürriyet Şehidi" Mithat Paşa'nın öldürtülmesi İstibdat rejiminin bir uygulaması idi. Ülkeyi nasıl bir geleceğin beklediğini gösteriyordu.
İstibdat rejimi" ile yenileşme hareketleri sona erdi ve baskı rejimi kuruldu. Batı uygarlığı doğrultusunda yanm yüzyıl süren çabalar durdu. Din-devlet ayrımı yönündeki gidiş, yeni bir din-devlet bileşimi rejimiyle sonuçlandı. Çöküntü ve toprak kaybı devam ediyordu. "Avrupa'nın Hasta Adamı" yaşayabilmek için Avrupa'nın denge politikasını sürdürdü. İngiltere, bir yönden Kafkaslar'dan İskenderun Körfezi'ne, diğer yönden Boğazlara yönelik Rus tehlikesini Osmanlı İmparatorluğu'nun durduramıyacağını görerek, 1878 yılında Kıbns'ı ele geçirdi, 1882'de Mısır'a yerleşti.
Diğer yandan Ermeni sorununa sahip çıkarak, Doğu Anadolu'da kurulacak bir Ermeni devletini himayesi altına alarak Rus ilerlemesini durdurmayı plânladı. Bu arada Fransa'da 1881'de Tunus'u aldı. Osmanlı İmparatorluğu bir yandan toprak kaybederken, diğer yandan ekonomik çöküntü sürmekteydi. Hızla borçlanmanın sonucu Osmanlı Devleti borçlarının faizini bile ödeyemeyecek duruma geldi.
1881 malî iflâsın ilânı, "Düyûn-u Umumiye" nin kurulmasına yol açtı. Kelime anlamı genel borçlar olan "Düyûn-u Umumiye", alacaklı devletlerin alacaklarını toplamak amacıyla Osmanlı maliyesine ve kaynaklarına el koyup, toplanan vergileri alacaklara pay eden bir kuruluştu. Tuz, tütün, pul, müskirat (içki), balık resimleri (vergileri) ve bazı illerin ipek öşürleri, daha başka vergiler Düyûn-u Umumiye'ye bırakıldı. Böylece devlet içinde devlet olan bir kuruluş haline geldi. Bu kurumda çalışan 5 binden çok personelin masrafları da bu kaynaklardan sağlanıyordu.
Türkiye'ye giren yabancı sermaye de Düyûn-u Umumiye ile tam bir garantiye kavuştu. Osmanlı Devleti'nin malî tutsaklığı demek olan Düyûn-u Umumiye'nin koruyuculuğu altında yabancı sermaye, özellikle madenleri ve diğer hammadde kaynaklarını sömürmeye başladı. 1838 Ticaret Antlaşması ile başlamış olan demiryolu yapımı şimdi daha da önem kazanıyordu.
1856 yılında Londra'da İngiliz Bankerleri tarafından kurulan ve 1863fde Fransız bankerlerinin de katılmasıyla güçlenen Osmanlı Bankası 1862'de Osmanlı Devleti'yle yaptığı anlaşma ile 30 yıl süreli olarak: "Talep olduğunda altın karşılığı banknot çıkartabilecektir. Piyasadaki banknotun üçte biri oranında nakdî ihtiyat bulunduracaktır. Bankanın imtiyazı sürdüğü sürece devlet "evrâk-ı nakdiye" çıkarmayacaktır. Bu imtiyaz başka bir bankaya verilmeyecektir. Banka, şubesi bulunan yerlerde devlet gelirlerini toplayacak ve devlet adına ödeme yapacaktır. Devlet adına topladığı gelirlerden vadesi gelen hazine bonolarını mahsup etmeye yetkilidir. İç ve dış borç taksitlerinin ödeme işlemlerini, yüzde yarım komisyon karşılığında yürütecektir. Banka içte ve dışta devletin resmî malî ajanı olacaktır ve bir ticaret bankası gibi faaliyet gösterebilecektir".
Geniş yetkilerle devletin Merkez Bankası niteliğini kazanan Osmanlı Bankası'mn karşısına 1888'den sonra en büyük rakibi olarak Deutsche Bank çıktı. İngiltere'nin himaye politikasından uzaklaşması üzerine, denge politikasını sürdüren Osmanlı Devleti Almanya'ya yaklaştı. 1890'dan sonra sömürge ve yayılma için kendine yaşam alanı arayan Almanya "Doğuya doğru" sloganı ile Osmanlı İmparatorluğu'na yöneldi. Bu yönelişin bir ürünü olan "Bağdat Demiryolu Projesi"ni kabul ettirdi.
Şimdi Osmanlı Devleti Almanya'nın himayesi altına giriyordu. Fakat, çöküntü de bir yandan sürüyordu. II.Abdülhamid'in istibdadına karşı "Jön Türk" hareketi ve İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin kuruluşu siyasî direnmeye dönüşerek, Makedonya'da başlayan askerî ayaklanmalar ve Reval'de İngiltere ve Rusya'nın Balkanlardaki Makedonya topraklarının Türkler'den alınması yolundaki anlaşmaları, Abdülhamid'e karşı direnmeyi kuvvetlendirdi. 1908 yılında Kanun-u Esasî'yi yürürlüğe koydugünü ilân etmek zorunda bıraktı. Böylece "1908 İnkılâbı" veya "2. Meşrûtiyet" denen olay gerçekleşti.
Osmanlı İmparatorluğu'nu kurtarmak için 19.y.y'dan beri sürdürülen çabaların başarısızlıkların sebeplerini kısaca üç ana noktada toplayabiliriz. Birincisi: Ülkede bu değişmeye karşı direnen gerici güçlerdir. Bunlar, çoğu kez üstün geldi. Bunun sebebi, ilerici güçlerin toplum içinde, orduda ve yönetimde köksüz oluşları, buna karşılık gerici güçlerin toplum derinliklerine kadar kök salmış olmaları, Yeniçeri ve ulemâya dayanması, dini ve gelenekleri bir araç olarak kullanmalarıdır.
İkincisi, Avrupa'nın gelişen ekonomik yapısı sebebiyle, Avrupa Devletleri arasında başlayan üstünlük savaşlanndan uzak kalamayan ve devamlı Rus saldırılarına uğrayan ve içte de parçalanmaya yönelik ayaklanmalar ve buna bağlı dış müdahalelerle uğraşan Osmanlı İmparatorluğu, giderek Avrupa'nın ayrı sömürgesi oldu. Bu sebepten dolayı da yenileşme programlarım uygulama olanağı bulamadı. Savaşların büyük maddî sıkıntılara sebep olması ekonomiyi de çok olumsuz etkilemekteydi. Bir yandan dış, bir yandan iç çatışmalar yüzünden barış ortamı sağlanamıyordu.
Üçüncü olarak, yenileşme girişimlerini doğurduğu çekişme ve savaşların yol açtığı ekonomik sıkıntı ve sefaletin halk üzerindeki etkisiydi. Olayları fanatik ve fatalist bir düşünceyle yorumlayan halk, bütün bu sıkıntıların sebebi olarak yenileşme hareketlerini ve onların uygulayıcılarını görüyordu. Bu durum, her yenilikçi harekete karşı çıkan ayaklanmanın da gerekçesi oldu.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.