II. Mehmed, İstanbul'u alarak Bizans İmparatorluğuna son vermiş ve tarihe "Fatih" unvanıyla geçerken Osmanlı devletini "imparatorluk" haline getiren padişah olmuştu. Ayrıca büyük dedesi Yıldırım Bayezid'ın Timur'a yenilmesinden sonra Osmanlı devletinin karşı karşıya kaldığı dağılma tehlikesi ve on yıldan fazla süren "Fetret Devri" sırasında şehzadeler arasında çıkan taht kavgalarının bir daha tekrarlanmaması için "kardeş katline" olanak tanıyan bir "kanunname" de yapmıştı.
Nitekim daha sonra bu kanunnameye uygun olarak çok kan dökülecek, saraydan bir gün içinde 17 şehzadenin cesedinin çıktığına bile tanık olunacağı zamanlar gelecekti. Ama Fatih kendi oğullarına söz geçiremeyecek ve Osmanlı tarihindeki en ciddi, en uzun süreli ve uluslararası boyutlar kazanan taht kavgası da Fatih'in oğulları arasında meydana gelecekti. Cem Sultan ile II. Bayezid arasındaki mücadele tam 13 yıl sürecekti.
Aralık 1459'da Edirne'de doğan Cem Sultan ağabeyi Bayezid'dan on iki yaş küçüktü ama ondan daha yetenekli ve daha iyi yetişmişti. Bir Türk beyinin, Dulkadiroğlu'nun kızından doğan Bayezid, babası Fatih henüz şehzade iken dünyaya gelmişti. Bir Hıristiyan prensesi, Macaristan Kralı Matyas'ın kuzeni Sofya'dan olan Cem ise II. Mehmed "Fatih" unvanını aldıktan ve imparator olduktan sonra doğmuştu. Dinini değiştirmemesine rağmen Çiçek Hatun adını alan Sofya, II. Mehmed'in hareminde yönetimi ele almış ve padişahın en sevdiği karısı olmuştu.
Fatih, Sofya'ya o kadar düşkündü ve öylesine değer veriyordu ki, Hıristiyan olarak kalmasına ve dini inancının gereklerini Topkapı Sarayı'nda sürdürmesine izin vermişti. Kendisinin de yine bir Hıristiyan prensesinin -Sırp Kralı Brankoviç'in kızı Mara Despina'nın- oğlu olması Fatih'in Cem'i daha çok sevmesinde rol oynamış olabilir. 3 Mayıs 1481'de Gebze'de son nefesini vermeden önce Fatih'in "Benden sonra tahta geçecek olan Cem'dir" dediği söylenir.
Yunanca ve Farsça'yı çok iyi bilen Cem Fransızca ve İtalyanca'yı da oldukça iyi konuşuyordu. Farsça'dan çeviriler yapıyor, müzik, edebiyat ve felsefeyle ilgileniyordu. Önce Kastamonu'ya daha sonra da ağabeyi Mustafa'nın ölümü üzerine de Konya'ya vali olarak atanan Cem'in ağabeyi Bayezid'a göre yeniçeriler ve halk tarafından daha çok sevildiği söyleniyordu.
Babaları öldüğü sırada Bayezid Amasya'da, Cem ise Konya'da bulunuyordu ve tahta Cem'in geçmesini isteyen Sadrazam Mehmed Karamani Paşa hemen Cem'e üç ulak, Bayezid'a de iki ulak göndererek durumu bildirdi. Konya İstanbul'a daha yakındı ama Topkapı Sarayı'nda Bayezid daha örgütlüydü. Zaten ölümünden önce Fatih'le oğlu Bayezid arasında dolaylı bir iktidar mücadelesi başlamıştı ve hatta Fatih'in Üsküdar'dan hareket ettiği orduyla Bayezid'ın üstüne yürüyeceği söyleniyordu. Daha önce bilinen bir sağlık sorunu olmayan padişahın birdenbire rahatsızlanarak ölmesi üzerine zehirlendiği ve üstelik Bayezid'ın
adamları tarafından zehirlendiği de ileri sürülecekti. Bayezid'ın damadı ve Anadolu Beylerbeyi Sinan Paşa ulakların Cem'e üç gün geç gitmesini sağladı ve böylece daha erken haberi alan Bayezid Amasya'dan hemen yola çıkarak Cem'den önce İstanbul'a gelip padişahlığını ilan etme fırsatını buldu.
Ama kendisini tahtın asıl sahibi gören Cem bu durumu kabullenmeyerek toparladığı bir orduyla Konya'dan yola çıktı. 28 Mayıs'ta Bursa önlerinde ağabeyinin gönderdiği orduyu yenerek Bursa'da hükümdarlığını ilan etti. Kendi adına para bastırıp, camilerde hutbe okutarak Osmanlı'da ikili bir iktidarın varlığını herkese kanıtlamış oluyordu.
Bu arada İstanbul'da kontrolü ele alan Bayezid iktidarını pekiştirmek için önemli adımlar attı. Cem'in destekçisi olarak bilinen Sadrazam Mehmed Karamani Paşa'ya karşı yeniçerileri kışkırttı ve onların bazı haklarının elinden alınmasının sorumlusu olarak gösterdi. Yeniçerilerin sadrazamı katletmesi üzerine hem Cem'in önemli bir destekçisinden kurtulmuş, hem de Yeniçerileri kendi yanına kazanmış oluyordu.
Bayezid, ulema ve vakıf sahibi güçlü aileleri de yanına alacak tarzda davrandı. Zaten Fatih'in ölümüne giden olayların nedenleri arasında gösterilen vakıf arazilerine ve mallarına el konulmasından vazgeçileceğini ve bunların eski sahiplerine verileceğini ilan ederek kardeşiyle arasındaki iktidar savaşının sonucunu tayin edecek bir adım da atmış oldu.
Böylece konumunu güçlendiren Bayezid büyük bir orduyla Bursa'daki Cem'in üzerine yürüdü. Kardeş kanı dökülmesini istemediğini söyleyen Cem, Bayezid'la anlaşmanın yollarını arayarak Anadolu topraklarının Bayezid'a, Rumeli topraklarının ise kendisine bırakılacağı ikili bir yönetim önerdi ama kabul edilmedi. 20 Haziran 1481'de Bursa önlerinde yapılan savaşı Cem kaybetti ve böylece fiilen ikili iktidar durumuna da son verilmiş oldu. Cem'in Osmanlıların ilk başkentindeki saltanatı ancak 20 gün sürebilmişti.
Cem savaşı kaybetti ama taht üzerindeki iddiasını, Fatih'in meşru varisinin kendisi olduğu yolundaki inancını kaybetmedi. Savaş alanında ele geçirilemeyen Cem annesinin ve ailesinin bulunduğu Konya'ya gizlice ulaştı ve buradan da hemen yola çıkarak Kahire'ye Memluklara sığınmayı başardı. Eylül ayı sonlarında ulaştığı Mısır'da Memluk Sultanı Kayıtbay tarafından törenle karşılanan Cem Sultan için artık uzun yıllar sürecek bir sürgün hayatı başlamıştı.
Oysa Cem'in tek düşüncesi yeniden Anadolu'ya dönüp bir ordu toparlayarak İstanbul'a yürümek ve gasp edildiğine inandığı tahtını ele geçirmekti. Bunun için Kayıtbay'ın mali desteğine ihtiyacı vardı ve Osmanlılarla ihtilafı olan Memluk Sultanının da Cem'e ihtiyacı vardı. Bu taht kavgasında Osmanlıların yıpranacağını hesaplıyor, Cem'in kazanması durumunda ise kendisine dost olan bir sultanın İstanbul'da olması tabii ki işine geliyordu.
Kayıtbay destek sözü verdi ama önce yaklaşan Hac zamanını değerlendirmesini ve Mekke'ye giderek hacı olmasını önerdi. Böylece bütün Müslümanlar gözünde itibar kazanacaktı. Nitekim Cem de bu öneriyi akıllıca buldu ve binlerce taraftarından oluşan görkemli bir kafileyle Mekke'ye giderek Osmanlı hanedanından İslamın kutsal topraklarına giderek hacı olan ilk kişi oldu. Gerçekten de bu durum İslam dünyasında Cem'in itibarını ve desteğini artırdı.
Kahire'ye döndükten sonra ailesini Kayıtbay'ın yanında bırakarak yeniden Anadolu'ya doğru yola çıkan Cem Suriye üzerinden Adana'ya geldi ve 14 Mayıs 1482'de Karaman beyi Kasım'la buluştu. Karamanlıların yanı sıra Bayezid'a karşı olan güçlerden bir ordu meydana getiren Cem Ankara'ya doğru yürüdü ve kaleyi kuşattı. Ancak Bayezid'in büyük bir orduyla üzerine gelmesi üzerine kuşatmayı kaldırdı ve Alaşehir'e doğru çekildi. Kuvvetleri dağılmıştı ve artık canını kurtarmaktan başka yapabileceği bir şey yoktu.
Çareyi Rodos şövalyelerine sığınmakta buldu. Şövalyelerin lideri Pierre d'Aubusson'la yapılan anlaşmaya göre adada özgür olacak ve istediği zaman adadan ayrılabilecekti. Güneyden Anadolu'dan ülkeye girerek şansını deneyen ancak kaybeden Cem bu kez Batı'ya giderek, kendisine destek olacağını söyleyen dayısı Macar Kralı Matyas'la buluşmayı ve Rumeli'den ilerleyerek tekrar şansını zorlamayı düşünüyordu.
20 Temmuz 1482'de geldiği Rodos'ta uzun süre kalmaya niyeti yoktu. Saint-Jean şövalyeleri ise Cem'i mümkün olduğunca uzun süre ellerinde tutmak ve böylece hem Osmanlı hükümdarının adaya saldırmasını engellemek ve ondan para sızdırmak, hem de Hıristiyan dünyası üzerinde etkili olmak istiyordu. Avrupa'daki her kral Osmanlı hükümdarının korkulu rüyası olan böylesi bir tutsağa sahip olmak için her şeyi yapabilirdi. Balkanları ele geçirip Orta Avrupa'ya doğru yayılmakta olan Osmanlıları ve İslam'ı durdurmak için Cem Sultan çok iyi bir araç olarak görülüyordu. Bunu başaran kral ise hiç kuşkusuz Avrupa'nın hakimi olurdu.
Gerçekten de l Eylül'de Rodos adasından gemiyle yola çıkan Cem Sultan ve kendisini terk etmeyen bir avuç adamı Ekim ayında Fransa kıyılarına, Nice şehrine ulaştılar. Cem'in bundan sonraki yedi yılı bazen kısmen özgür, bazen de iyice ağırlaşan tutsaklık koşulları içinde Rodos şövalyelerinin yönetiminde bulunan Fransa'nın Akdeniz kıyılarındaki şatolarda geçecekti.
Bu arada bir Fransız asilzadesinin Philippine adlı bir kızıyla kısa süreli bir aşk yaşadığı ve daha sonra ondan bir oğlu olduğu da söylenir. Ellerindeki değerli tutsağı kimseye kaptırmamaya çalışan Saint-Jean şövalyeleri Bourganeuf'da onun için özel bir kule bile yaptırdılar. Batılılar Cem Sultana "Zizimi" dedikleri için hala "Zizimi Kulesi" diye bilinen bu özel hapishanede Fatih'in oğlu iki yıldan fazla kaldı.
Bu arada İstanbul'daki ağabeyi Bayezid tabii ki hiç de huzurlu değildi ve yaşadığı sürece tahtı için bir tehlike olacak Cem'i ortadan kaldırmak veya en azından serbest bırakılmamasını sağlamak için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Cem'i elinde tutanlara yıllar boyunca her ay 40 bin düka altın rüşvet verirken bir yandan da onu öldürtmek için her yolu deniyordu. Cem gerçekten de Hıristiyan dünyası karşısında elini kolunu bağlıyordu.
Cem'i destekleyenleri kendi yanına çekmeye çalışıyor, siyasi ödünler veriyor, anlaşmalar yapıyor, hükümdarları satın almaya uğraşıyordu. Fransa Kralı XI. Louis'nin çok dindar olduğunu öğrenince Cem'i kendisine teslim etmesi için Topkapı Sarayı'nda bulunan Hıristiyanlık için kutsal emanetlerden "Vaftizci Yahya'nın elini" ve "İsa'yı öldüren mızrağın parçasını" krala vermeyi teklif etti. Ancak hasta ve yakında öleceğini düşünen kral bir kafirden bunları kabul etmeye yanaşmadı.
Hıristiyan dünyasının ruhani lideri Papa VIII. Innocentius da Cem'i elde etmeye çalışıyordu. Osmanlılara karşı bir haçlı seferi düzenlemeyi düşünen Papa, Cem'i de ikna ederse Türkleri Avrupa'dan atacağına inanıyordu. Nitekim uzun uğraşlardan sonra Saint-Jean şövalyelerinin lideri Pierre d'Aubusson'u kardinal yaparak Cem'in Roma'ya verilmesini sağlayacaktı.
Mayıs 1489'da Roma'ya gelen Cem, burada daha özgür olacağını ve Macaristan'a geçme olanağını bulacağını umuyordu. Ancak Papanın Hıristiyan olma davetine şiddetle karşı çıkınca yaşamı yine Rodos şövalyelerinin elindeki gibi sürüp gitti. Bu arada 6 Nisan 1490'da dayısı Macar Kralı Matyas da ölünce artık Cem'in Rumeli üzerinden İstanbul'a yürüme hayalleri de sönüp gidecekti.
Siyasi emelleri için Cem'le yakından ilgilenen son hükümdar Fransa Kralı VIII. Charles oldu. Kudüs üzerine bir sefer yapmak niyetindeki Charles, VIII. Innocentius'un ölümü üzerine 27 Eylül 1492'de yeni Papa olarak seçilen VI. Alexandre'ın Cem'i ağabeyi Bayezid'a teslim etmek için pazarlık yaptığını duyunca 31 Aralık 1493'de Roma'ya girdi ve Cem'i kendi himayesine aldı. Fransa Kralı ile birlikte İtalya'dan yola çıkan Cem yolda hastalandı ve 24 Şubat 1494'de Napoli'de öldü.
Henüz 35 yaşında hayata veda eden bu talihsiz şehzadenin ani ölümü zehirlenmiş olduğunu gösteriyordu. Ama bu konudaki esrar perdesi tam olarak aydınlanamadı. Bayezid'ın görevlendirdiği casuslardan birinin berber kılığında Cem'in yanına kadar gittiğini ve bir tıraş sırasında usturasıyla kanına zehir karıştırdığı söylentisi en çok üzerinde durulan olasılıklardan biridir.
Daha sonra ilaçlanarak bozulmadan saklanan cesedi bile yıllar boyu süren pazarlıklara konu olan Cem Sultan en sonunda ölümünden 5 yıl sonra Bursa'ya getirilerek toprağa verildi.
On yedi yıl önce Anadolu kıyılarından Avrupa'ya doğru yelken açmak zorunda kalan Fatih Sultan Mehmed'in en sevdiği oğlu taht kavgasında bir türlü başarılı olamamış ve Anadolu'ya ancak cesedi dönebilmişti. Kurduğu imparatorluğun taht kavgalarına sürüklenmesini önlemek için "kardeş katline" bile olanak tanıyan ve kendisinden sonra Cem'in gelmesini vasiyet eden Fatih ise ne oğullarının kavgasını önleyebilmiş, ne de kendisinden sonra Cem'in imparatorluğun başına geçmesini sağlayabilmişti.
Büyük bir imparator olabilirdi, ama "iyi bir baba" olduğunu kimse söyleyemeyecekti!
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.