Cilâlı Taş Çağı'nın sonlarında, dünya aşağı yukarı bugünkü şeklini almıştı. Buzul Çağı bittiğinden iklim ısınmış ve büyük buzullar erimeye başlamış; bu da deniz düzeyini yükseltmişti. M.Ö. 6.000'de İngiltere'yi kıtaya bağlayan dar kara parçası sular altında kaldı. Seine, Ren ve Tuna ırmakları da dar vadilere çekildiler. İnsanlar, uygarlık yolu olan ırmak boylarında yerleşerek toplu bir hayat sürmeye başladılar.
Bu yerleşme yerlerinden en eskisi olan Nil vadisi, M.Ö. 7.000-6.000 yıllarında uygarlığın ilerlemesine büyük katkısı bulunacak bir olaya sahne oldu. Günlerden bir gün, Nil kıyılarında yaşayan biri (artık buradakilere Mısırlı diyebiliriz) Sina yarımadasında yolculuk ederken pek şaşırtıcı bir olayla karşılaştı: Herkesin her zaman yaptığı gibi, bir ateş yakmıştı. Ancak ateşin yandığı yerde bazı taşların eridiğini, aktığını ve ateş söndüğünde bunların yeniden sertleştiğini gördü. Bu olayı değerlendirinceye, yani ısının bakır madenini ham cevherinden ayırdığını anlayıncaya kadar kaç yıl geçti, bilemiyoruz.
Mısırlılar, bu keşiften hakkıyla yararlanmayı faildiler. Sina'daki maden yataklarındaki cevheri odunla eritip madenini ayırmayı, kalıplamayı ve çekiçle şekil vermeyi faildiler. Yukarı Mısır'da, Badari'de, kolye gibi boyna asılmak üzere hazırlanmış, boncuk şeklinde ve maden çağından kalma birtakım bakır kalıntılar ortaya çıkartılmıştır. Görülüyor ki, bu bulgudan ilk yararlananlar zanaatçılar değil, kadınlar olmuşlardı.
Bu noktadan şu yalın fikre ulaşıncaya kadar yüzyılların geçmesi gerekti: Eritilmesi ve şekillendirilmesi bunca kolay bir maddeden yalnız kadınların süs eşyaları değil, araçlar da imal edilebilirdi.
Bu ikinci aşama, M.Ö. 4.000'e rastlar. O çağda hiyeroglif yazısı icat edilmiş, astronomik gözlemler M.Ö. 4.245'te bir takvimin yapılmasına yol açmış, ülkede bir krallık yönetimi kurulmuş; yani Mısır, uygarlıkta enikonu ilerlemişti. O döneme kadar yalnız küçük konutlar inşa edilirken, bakırın mimarlıkta sağladığı geniş teknik imkânlar ve bu madenden yapılan araçlar sayesinde M.Ö. 3.000'de 'piramit'ler inşa edilebildi.
Bakır, aynı çağda Mezopotamya'ya doğru yayıldı. Ancak Fırat ve Dicle boylarında bakır madenleri olmadığından Maden Çağı buralarda daha geç başladı. Mısırlılar bakırdan silahlar, baltalar imal ederlerken, Mezopotamyalılar hâlâ taş ve kemikten araçlar kullanıyor, balçıktan evlerde oturuyorlardı. M.Ö. 3.500'e doğru bölgeye kuzey ve doğudan gelen Sümerler, güneye ilerleyip orada yerleştiler. Sümerler, aynı zamanda önemli icatları da birlikte getiriyorlardı: Zamanla çivi yazısına dönüşecek resim yazısı, mimarlık ve bakır madenciliği.. Bunlar hünerli kişilerdi; kısa zamanda kolyeler, toplu iğneler, aynalar, olta iğneleri ve her çeşit kesici araç imal etmeyi başardılar.
Tarih öncesi ve tarih dönemi arasındaki sınırı bu çağa (Mısır için M.Ö. 6.000, Mezopotamya için M.Ö. 3.500) yerleştirebiliriz. Ancak, madenden yararlanmayı önceki çağların tekniğini bir anda silip süpüren 'ani' bir devrim olarak düşünemeyiz. Tersine, çok ağır bir geçiş dönemi gerekti ve taş arar ar, yerlerini büyük güçlükle madene bıraktılar. Bakır, Mezopotamya'yı aşağı yukarı yirmi beş yüzyıl sonra fethetti. Oradan Ege adalarına, İran'a, Avrupa ve İskandinavya'ya yayılması için de daha on sekiz yüzyılın geçmesi gerekti.
Sözünü ettiğimiz bu son ülkeler, tembel izleyiciler oldular: Batı Avrupa ve Çin duraksamalı adımlarla Bakır Çağı'na girerlerken, öncüler, yani Mısır ve Mezopotamya Tunç Çağı'na ulaşmışlardı. Tunç Çağı'nın yolunu M.Ö. 2.800'de Sümerler açtı. Hatırlatalım: Tunç, bir bakır ve kalay alaşımıdır. Öyle ki, Sümerli bir zanaatçının, rastlantı sonucu istenen oranda kalayla karışık bir bakır madenini eriterek tunç elde ettiğini düşünebiliriz. Aynı adam, her halde yeni elde edilen bu madenin bakırdan daha sert olması nedeniyle daha yararlı olabileceğini de fark etmişti.
Gerçekten de, Jacque de Morgan'ın dediği gibi: "Çelik, demire oranla neyse, tunç da bakıra oranla aynı şeydir." Şimdi artık sadece baltalar ve olta iğneleri değil, bıçaklar, bizler, usturalar da madenden yapılabilecekti. Bu nedenle olsa gerek, tunç bakırdan daha çabuk yayıldı. Mısır bu madeni. Firavun Keops'un kendi adını taşıyan piramidi inşa ettirdiği yıllarda (M.Ö. 2.850) tanıdı. Girit, M.Ö. 2.500'de Akdeniz kıyılarını tunçtan biblolara boğdu ve Çin, M.Ö. 1.800 yıllarında bu madeni kullanmaya başladı.
Babil egemenliğinin sürdüğü ve Teb şehrinde dev tapınakların yükseldiği bu dönemde Avrupa, Yontma Taş Çağı'nda yaşayan oymakların barındığı bir kıtaydı. Maden bu kıtaya çok zor girdi. İlk olarak Tuna ağzından Avrupa'ya giren maden, ırmak boyunca ilerleyerek Ren ve Rhone vadilerini sardı. Önce kuzeye gittikten sonra, İspanya'ya doğru yayıldı.
Bu madenle imal edilen yeni tip kesici bir silah olarak kılıç kullanılıyordu. Büyük bir yenilikti bu... Öyle bir yenilik ki, Avrupa'nın, Yakın Doğu imparatorluklarını yenmesi imkânını sağlayacak ve Agamemnon'un elinde Truva'yı yenen silah haline gelip yepyeni bir uygarlığın doğmasına ön ayak olacaktı.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.