30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Mütarekesi ile Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı'nı kaybeden devletler arasında yer aldığını kabul ediyordu. İmparatorluk parçalanıp, tarih sahnesinden çekilecekti. Ancak imparatorluğu bu savaşa sokan ve savaş sırasında da yönetimini ellerinde tutanların l Kasımı 2 Kasıma bağlayan gece bir Alman denizaltısıyla Kırım'a doğru yola çıkarken bu gerçeği kavradıkları pek söylenemez.
Daha sonra Avrupa, Rusya, Kafkaslar ve Orta Asya bozkırlarında geçen yıllarına ve serüvenlerine bakıldığında bu durum görülebilir. Evet, bir dünya savaşını kaybettiklerini herhalde anlıyorlardı, ama bunun aynı zamanda imparatorluğun da sonu olduğunu, hatta belki de geleneksel imparatorluklar döneminin de kapanmış olduğunu kavrayabilseler İstanbul'dan ayrıldıktan sonraki serüvenleri farklı olurdu.
Ama onlar, özellikle de Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğunun Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa bambaşka hayaller peşindeydi. Nasıl Türkler bin yıl kadar önce Orta Asya'dan yola çıkıp Anadolu'ya gelmişler ve burasını yurt edinmişlerse, Enver Paşa da bu tarihi bir başka şekilde tekerrür ettirmeyi hayal ediyordu. Orta Asya'da kendisini kucaklamaya hazır Türk-İslam devletlerini bir çatı altında toplayacak ve başına geçeceği bu güçlerle yeniden Anadolu'ya gelecekti.
Evet, Marks'ın dikkat çektiği gibi, tarih belki tekerrür edebilirdi, ama birincisinde trajedi ise ikincisinde komedi olarak!
1918 Kasım ayı başında Kırım'a çıkan Enver Paşa hemen Kafkasya üzerinden Türkistan'a geçmeye niyetliydi. Bir yıl önce, 1917 Kasımında Rusya'da Bolşevik Devrimi olmuştu ama Lenin ve arkadaşları henüz Rusya'nın tümüne egemen değillerdi. Uçsuz bucaksız Rus topraklarında bir iç savaş hüküm sürüyordu.
Petrograd ve Moskova başta olmak üzere Kızıllar büyük kentleri ellerinde tutuyordu ama kırsal alanda ve çeşitli bölgelerde Çarın generallerinin yönetimindeki Beyazlar egemendi. İşte bu koşullar Çarlığın Kafkasya ve Orta Asya'daki Türk-İslam sömürgelerinde de bir otorite boşluğuyla birlikte bağımsızlık eğiliminin ortaya çıkmasına yol açmıştı ve "cihan imparatorluğu" Osmanlı'nın Başkumandan Vekili kendisine tarihsel bir misyon düştüğüne inanıyordu.
Bu kargaşa içinde Enver Paşa hemen Türkistan'a geçme olanağını bulamadı. Bunun üzerine bir süre Avrupa ve Rusya'da kalacak ve Bolşevik Devrimi'nin meydana getirdiği uluslararası ortamdan da esinlenerek bir "ihtilalci İslam örgütlenmesi" gerçekleştirmek için uğraşacaktı. Avrupa'daki çalışmaların merkezi Berlin'di ama Moskova ile de sıkı bir bağ söz konusuydu. İngiliz emperyalizmine karşı bir güç olabileceği düşüncesiyle Rus devrimcileri de Enver Paşa'ya belirli desteklerde bulunmayı uygun görüyorlardı.
Doğrusu Enver Paşa da Bolşeviklerle arasını iyi tutmaya özen gösteriyordu. Örneğin Moskova'da daha çok Kuzey Afrikalı olmak üzere çeşitli İslam ülkelerinden -ne olduğu pek de belli olmayan- temsilcilerin katıldığı "İslam İhtilal Cemiyetleri Kongresi" toplandı. Daha sonra Eylül 1920'de Bakü'de düzenlenen Birinci Doğu Halkları Kurultayı'na da katılan Enver Paşa burada etkili bir rol oynamaya çalıştı ama pek başarılı olamadı. Bu arada bir kulağı da Ankara'daydı. Anadolu'da sürmekte olan milli mücadeleyi yakından izliyor, Mustafa Kemal'le haberleşiyor ve fırsat bulursa dönmeyi düşünüyordu.
Ancak Mustafa Kemal bunu engelleyecek, hatta bir ara Enver Paşa 1921 Ağustosunda Batum'a kadar gelip sınırı geçmeyi ciddi bir şekilde düşündüğünde tutuklanmasını bile isteyecekti. Sonuçta Ankara'daki kadro Sakarya Savaşı'nı kazandıktan sonra o aşamada Anadolu'da bir şansının kalmadığını gören Enver Paşa da kendisini Türkistan'a attı.
Ekim 1921'de Türkistan'da Buhara'ya gelen Enver Paşa'nın bu bölgeye ilişkin ne doğru dürüst bilgisi, ne de ciddi bir askeri gücü ortaya çıkaracak bir örgütlenme olanağı vardı. O kendi kendine bir misyon biçmişti ama tarih toplumsal ve siyasal olarak bambaşka bir kanaldan, onun hiç kavrayamayacağı bir doğrultuda akıp gitmekteydi. Enver Paşa bu akıntıya rağmen kendisinden başka belki de kimsenin inanmadığı ve ciddiye almadığı misyonunu gerçekleştirmek için bazen komik, bazen trajik görünümler kazanan bir dizi uğraştan sonra bir tür intihar eylemiyle yaşamına son noktayı koyacaktı.
Buhara'ya geçtikten sonra merkezi iktidarı ellerinde tutan Bolşeviklere de tavır alan ve bölgede bir güç toparlayabilmek için hem Ruslara, hem de İngilizlere karşı mücadele etmeye kalkışan Enver Paşa çıkışsızlığını fark ettiği ve ölümüne yaklaştığı sıralarda İngilizlerle ilişki kurmamakla yanlış yaptığını düşünmeye başlamıştı ama artık onun için çok geçti...
Türkistan'a geldikten sonra Doğu Buhara'ya geçerek buradaki Basmacı hareketinin başına geçmeye niyetliydi. Nitekim bu doğrultuda hareket etti. O sıralarda Türkistan'daki iktidarı elinde tutan kadro Bolşeviklerle iyi ilişkiler içindeydi ve yerli gericiler tarafından Ruslardan daha tehlikeli ve öncelikle yok edilmesi gereken düşmanlar olarak değerlendiriliyordu. Bu güçler önceleri Enver Paşa'ya da pek iyi gözle bakmadılar. Sonuçta onun da geçmişinde padişahı tahttan indiren bir ihtilal bulunuyordu. Bunun için pek güven verici değildi. Hatta bir ara tutuklu koşullarında yaşadı.
Orta Asya bozkırlarında Ruslara karşı bir güç ortaya çıkarmaya çalışırken örneğin kendisine "Ulu Turan İhtilal Orduları Kumandanı, Merkezler Merkezi Reisi" gibi komik unvanlar yakıştırarak bir hava yaratmaya çalışıyordu. Çevresindeki bazıları da adeta dalga geçer gibi "Sen Hakanlar Hakanı, Padişahların En Muazzamı ve Bizim Büyük Padişahımızsın" diyorlardı. Ama tüm bu gösterişli laflar bir komediden, Enver Paşa'nın tüm uğraşları da nafile çabalar olmaktan ileri gitmeyecekti.
Her şeye rağmen Enver Paşa'nın bölgedeki çabalarını yakından izleyen ve küçümsemeyen Bolşevikler önce kendisini Moskova'ya davet ettiler. Ancak bunu kabul etmeyen Enver Paşa, Basmacı hareketiyle ilişki kurmasının ve çevresinde bir miktar adam toplamasının ardından Sovyet iktidarı için bir tehdit unsuru haline geldi.
Duşanbe'de meydana gelen çarpışmalarda Enver Paşa'nın kuvvetleri başlangıçta bazı başarılar kazandı ve Kızıl Ordu birlikleri geri çekilmek zorunda kaldı. Böylece Enver Paşa bir süre Buhara'da denetimi eline aldı. Hatta Sovyet iktidarından kendisini tanımalarını bile talep etti. Ancak durumun ciddiyetine uygun kuvvetleri bölgeye sevk ederek toparlanan ve karşı saldırıya geçen Kızıl ordu birlikleri bir dizi çarpışmadan sonra bölgeye egemen oldu.
Kuvvetleri dağılan ve elinde küçük bir birlik kalan "Turan ve İslam İhtilal Orduları Serdarı, İslam ve Buhara Leşkerlerinin (Askerlerinin) Emiri" Enver Paşa güneye, Afgan sınırına doğru çekilmeye çalışırken 4 Ağustos 1922'de bulunduğu Belcivan yakınlarında kıstırıldı. Mermi yağdıran makineli tüfeklerin üzerine atına binip, kılıcını çekerek maiyetiyle birlikte saldırdığı rivayet edilen Enver Paşa Pamir Dağlarının yamaçlarında, Çegan Tepesi eteklerinde can verdi.
Ama Turan hayalleri bitmeyecekti. Bazıları "Vatan ne Türkiye'dir Türklere ne Türkistan/Vatan büyük ve müebbed bir ülkedir, Turan" diye şiirler yazmaya, yeni trajedilerin ve fiyaskoların yollarını döşemeye devam edecekti...
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.