1982 yılında Anayasanın referandumda yüzde 92 gibi yüksek bir oyla kabul edilmesi ve bu arada Kenan Evren'in de devlet başkanlığına seçilmesinin ardından 12 Eylül cuntası en başta söz verdiği gibi "demokrasiye dönüş" adımlarını atmaya başlamak zorundaydı. Evet, kendilerine çok yakışan bir Anayasayı millete armağan etmişler ve Anayasa oylamasının kuyruğuna ekledikleri bir maddeyle de Kenan Evren'in cumhurbaşkanı seçilmesini sağlamışlardı.
Anayasaya bu kadar yüksek oranda oy çıkması "millet bir an önce gitsinler diye oy verdi" biçiminde yorumlara da neden olmuştu. Ama ne olursa olsun, 12 Eylül'ün ciddi bir toplumsal desteği olduğu görülüyordu. Evren ve arkadaşları da durumu böyle görüyordu ama yine de çok dikkatli ve emin adımlarla "demokrasiye geçmek" için kılı kırk yaran planlar yapıyorlardı.
Geçici maddeleriyle birlikte Anayasa, Evren'in cumhurbaşkanı olması, cunta üyelerinin de Cumhurbaşkanlığı Konseyi üyeleri olması yeterli görülmüyordu. Yapılacak seçimlerde iktidarın gönül rahatlığıyla emanet edileceği bir sivil ve onun kuracağı bir siyasi partiye de ihtiyaç vardı. Evet, eski partileri ve liderleri yasaklamışlardı ama hiçbiri rahat durmuyor, ortalığı karıştırmaya devam ediyorlardı.
Siyasi partilerin kuruluşu serbest bırakıldığında bunların her biri yine perde arkasından yönettikleri partiler kurdurarak 12 Eylül'ün memlekete yaptığı bütün hizmetleri alt üst eder, "huzur ve güven ortamını" bozarlardı! Öyleyse iktidarı emanet edecek güvenilir biri şarttı. Bu kişi ise üniformasını yeni çıkarıp askıya asmış, üzerindeki takım elbiseye henüz yeterince uyum sağlayamamış bir "sivil" olabilirdi ancak. Ve 12 Eylülcüler bu "sivil"i fazla aramak zahmetine girmediler.
Zaten 12 Eylül'den beri ortalıkta dolaşan Ege Ordusu eski komutanı emekli orgeneral Turgut Sunalp düşünülen bu görev için biçilmiş kaftan gibiydi. Herkes çok parlak ve zeki bir general olduğunu söylüyor, siyaset konusunda da çok yetenekli olduğundan kuşku duyulmuyordu. Böylece aranan "sivil lider" bulunmuş oldu.
12 Eylülcüler rahatlamıştı. Ama yeniden dönülecek "demokrasi" konusunda alacakları önlemler bu kadarla kalmıyordu. 12 Eylül öncesinin parçalanmış siyasi tablosunun da sürmesini istemiyor, "çağdaş Batı ülkelerinin birçoğunda olduğu gibi, örneğin demokrasinin beşiği İngiltere'deki gibi" iki partili bir sistemi oturtmak istiyorlardı. Bir iktidar, bir de muhalefet partisi olmalı ve bunlar sırayla görev yapmalıydılar.
Öyle bir sürü parti ve abuk-sabuk fikir ortada dolaşmamalı ve hele de parlamentoda kesinlikle temsil edilmemeliydi. Bunu sağlamak için hem bazı partilerin seçime girmesini engelleyecekler, hem de yüzde 10 gibi dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen bir baraj getireceklerdi.
12 Eylülcüler gerçekten abuk-sabuk olan bu önlemlerin hepsini aldılar, akıllarına gelen her şeyi yaptılar!
Siyasi partilerin kurulması serbest bırakılınca Turgut Sunalp derhal 16 Mayıs 1983'de Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP) adı altında bir parti kurdu. 12 Eylül öncesinde AP, MHP ve diğer sağ veya milliyetçi partilerde tutunamamış, aradığı ikbali bulamamış ne kadar yeteneksiz adam, ne kadar "kifayetsiz muhteris" varsa toplamıştı.
12 Eylül darbesinin toplumda sahip olduğu varsayılan yüksek desteğinin hepsi değilse de önemli bir bölümü oya dönüşse partisinin iktidar olmasına kesin gözüyle bakan Turgut Sunalp "geleceğin başbakanı" edasıyla ortalıkta dolaşmaya başlamıştı.
İktidar partisi MDP'nin karşısında muhalefet partisi olarak düşünülen ise İsmet İnönü'nün başbakanlık müsteşarı Necdet Calp'in kurduğu Halkçı Parti (HP) idi. MDP ile HP biri "sağ", diğeri de "sol" parti olarak tahtıravalli gibi sırayla memleketi yönetebilirlerdi.
Bu arada İsmet İnönü'nün oğlu Erdal İnönü başkanlığında kurulan SODEP ve Süleyman Demirel'in emanetçisi Hüsamettin Cindoruk başkanlığında kurulan Büyük Türkiye Partisi'nin kurucuları veto edilmiş ve seçimlere katılmaları engellenerek bir kaza ihtimali ortadan kaldırılmaya çalışılmıştı.
Ancak kurucuları fazla veto edilmeyen ve seçimlere girmesine izin verilen üçüncü bir parti daha vardı. Amerikalıların seçime girmesine izin verilmesini cuntadan özel olarak rica ettiği söylentileri yayılan Turgut Özal'ın ANAP'ı ise muhtemel iktidar ve ana muhalefet partileri yanında bir aksesuar olacak, seçimlerin demokratikliğinin kanıtı olarak herkese gösterilecekti.
Evren ve arkadaşlarının kafasındaki seçim sonuçlan açıktı; birinci parti MDP iktidar olacak, ikinci parti HP ana muhalefet görevini üstlenecekti. ANAP'ın barajı aşacağı kuşkuluydu ama sıralamayı bozmayacağına göre önemli de değildi!
6 Kasım 1983'de yapılacağı ilan edilen seçimler yaklaşıp da propaganda faaliyetleri başladığında muhtemel iktidar partisinin lideri Turgut Sunalp de çuvallamaya başladı. O parlak, o çok zeki olduğu söylenen emekli generalden eser yoktu.
Politik aklı ve yeteneği pek zayıf görünüyordu. Tek yaptığı 12 Eylül'ü savunmak ve eski liderlere küfür etmekten ibaretti. Ne doğru dürüst konuşmasını beceriyor, ne de nutuk atmasını biliyordu. Partisini ordu, toplumu da kışla zanneden bir zihniyetle sorunlara yaklaştığı için kısa sürede gazetecilerin oyuncağı olup çıkmıştı.
Bir keresinde gazetecilerin işkence ve tecavüzle ilgili olarak sordukları soruya verdiği yanıt belki de doğru dürüst başlamayan siyasi kariyerinin de bitişini ilan etti; gözaltında copla tecavüz edildiği iddialarını reddeden Sunalp şöyle diyecekti: "Böyle bir şey yapacak olsak copa neden ihtiyaç olsun, elimizin altında taş gibi delikanlılar var!"
Öte yandan kısa boylu, şişman, gözlüklü adam- Turgut Özal- ellerini kenetleyip, AP, CHP, MSP, MHP'yi kast ederek "dört eğilimi birleştirdik" deyip, televizyon konuşmalarında elindeki kalemi milletin gözünün içine sokar gibi konuşarak etkili oluyordu. Aksesuar olarak düşünülen partisinin gördüğü ilgi ve destek 12 Eylülcüleri endişelendirmeye başlamıştı.
Sunalp de, Calp de Özal'ın karşısında iyi bir performans göstermiyordu. Televizyondaki bir tartışmada Boğaz Köprüsünü satacağını söyleyen Özal'a karşı çıkarken yumruğunu masaya vurarak "sattırmam" diyen Calp yine de durumu idare ediyordu ama iktidar partisi olarak tasarlanan Sunalp'in sesi soluğu duyulmaz olmuştu.
Bunun üzerine seçimlerden iki gün önce Kenan Evren devreye girmeye karar verdi ve cunta ağırlığını Sunalp'den yana açıkça koydu. Her türlü yasayı ve geleneği bir kenara koyan Evren, seçimden 48 saat önce, 4 Kasım 1983 akşamı televizyonlardan konuşma yaparak Özal'a yüklendi ve Sunalp'e oy verilmesi gerektiğini herkesin anlayabileceği şekilde anlattı. Daha sonraları "Sunalp Paşa'yı kıramadığım için bu konuşmayı yapmak zorunda kaldım" diyecekti!
Evren anlatmasına anlattı ama seçmenler buna hiç aldırmadı! İki gün sonra açılan sandıklardan yüzde 45 oy alan ANAP birinci parti olarak çıkarken, Calp'in HP'si yüzde 30 oyla ikinci, Sunalp'in MDP'si ise yüzde 25 oyla üçüncü parti oluyordu. Seçimlere zaten üç partinin girmesine izin verildiği için Sunalp ipi sonuncu olarak göğüslemeyi başarmıştı! Bundan sonrasında MDP iflah olmadı.
1985'de Sunalp istifa etti ve yerine Mehmet Yazar geçti ama bir kere dikiş tutmayan bu parti bir daha belini doğrultamayacaktı. 4 Mayıs 1986'da kendini feshetmek zorunda kalarak partiler mezarlığındaki yerini aldı...
Bir zamanlar Tanıl Bora, Turgut Özal'ın ANAP'ı için "çarşı iznine çıkmış 12 Eylül" diye hoş bir benzetme yapmıştı. Ya seçimleri Turgut Sunalp'in MDP'si kazansaydı ne olurdu acaba? 12 Eylül'ün çarşı iznine çıkmaktan vazgeçerek kışlanın kapısından geri dönen ve iznini eğitim alanında geçiren bir uzantısıyla karşı karşıya kalınabilirdi!
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.