hıristiyanlık, hristiyanlık nedir, hıristiyanlık nedir, hıristiyanlık nasıl yayıldı, hıristiyanlık nerede yayıldı, hıristiyanlık hakkında bilgi, hıristiyanlık ne zaman oldu.
d. Hıristiyanlık Dar anlamda Hıristiyanlık, MS 27-30 yılları arasında Filistin'deki Nazareth kentinde İsa'nın vaaz vermesi ve ölmesiyle başlamışsa da, öğretisi bölgede uzun süreden beri var olan Musevilik'in değişik koşullar altında bir bakıma tekrarı, bir bakıma da geliştirilmiş biçimi sayılabilir.
Yahudi dini hem tek tanrılı dinsel bir genişlik, hem de dar ve katı bir ırkçılığın ilginç bir karışımıydı. İsa'nın yaşadığı döneme gelindiğinde, Yahudiler, tüm insanları doğru yola çekecek ve onları "Tanrı'nın seçtiği halk" olan Yahudilerin iyilikçi sıkı denetimi altına sokacak olan bir kurtarıcı ya da "Mesih" bekliyorlardı. MÖ 63 yılında dolaylı bir biçimde Roma'nın baskıcı ve bozuk yönetimine giren Yahudiler ve bölgenin çok tanrılı dinlerine inanan yoksul ve ezilmiş toplulukları, Tanrı'nın ya da tanrıların sürdürülen haksızlıklara daha uzun süre izin vermeyeceğine ve yeni bir kurtarıcı göndereceğine şimdi daha çok inanmaya başlamışlardı. İşte, İsa böyle bir kurtarıcı olarak ortaya çıktı ve öğretisi gerek Yahudiler, gerekse yoksul ve umutsuz halk arasında hızla yayıldı.
Yeni öğreti birçok bakımdan Yahudi inançlarına dayanmaktaydı: Başka inançlara karşı hoşgörüsüzlük, birbirine sıkı bağlarla bağlı bir cemaat, dış dünyanın temelde yabancı ve kötü olduğu inanışı, inananlar arasında dayanışma ve geleceğe umutla bağlanma gibi. Ama bazı önemli noktalarda iki inanç arasında farklılıklar da vardır. Bir kere, Museviliğin aksine, İsa'nın öğretisine Tanrı'nın insanlar arasında ayırdığı "seçilmiş bir halk" yoktu; tüm insanların kardeş olduğu vurgulanmaktaydı. İkinci olarak, Yahudiler aşırı derecede aile bağlılıkları olan kişilerdi. İsa'ya göreyse, "Tanrı sevgisinin büyük seli karşısında dar ve sınırlı aile bağlarının yeri olamazdı." Üçüncü olarak, İsa'nın öğretisi tüm özel zenginlik ve kişisel avantajlara karşıydı. Tüm insanlar, maddi ve manevi varlıklarıyla birlikte, Tanrı'nın katına aittirler. Daha önce Hindistan'da Budizm ve Hinduizm'in, şimdi de Filistin'de Hıristiyanlığın yayılması, insanoğlunun tarihinde önemli değişiklikleri başlatmıştır. Her şeyden önce, üç inanışta var olan, bu dünyanın başka bir dünya için kısa bir başlangıç olduğu anlayışı,[1] insanların her türlü güçlüğe ve felakete karşı göğüs gerebilmelerini mümkün kılmıştır. Hıristiyanlığın yayılıp güçlenmesini, büyük emperyalist devletlerin yıkılmasını sağlamıştır denebilir. Hiç olmazsa saf biçimiyle ilk ortaya çıktığı zaman yoksulun ve baskı altında inleyenlerin acılarını dindirdiği için, böyle zor zamanların inanışı olmuştur.
İkinci olarak, üç inanış da, şimdi gelişmekte ve genişlemekte olan kentlerde egemen olan kişisellikten uzak resmi ilişkiler bütününe ve insanların birbirlerine karşı duyarsızlığına uygun bir yanıt niteliğindeydi. Her an bir yabancı ile karşılaşan, yoksul ve varsılların aynı yerde ama ayrı kültürel dünyalarda yaşadığı, günlük yaşamın önceden tahmin edilemeyecek değişiklikler gösterdiği büyük kentlerde, iç huzuru artık doğa ve devlet dinleriyle sağlanamıyordu. Dolaysıyla, Hıristiyanlık, Hinduizm ve Budizm, kent uygarlığındaki güç ve yeni yaşam biçimine Başarlı bir şekilde uymuşlardır.
Üçüncü olarak, bu üç tek tanrılı ve hiçbir coğrafi, kültürel ve siyasal sınır tanımayan kapsamlı din ve özellikle Hıristiyanlık ve daha sonra ortaya çıkacak olan Müslümanlık, uygarlığın global bir nitelik almaya başladığı dönemde gelişerek, bu sürecin hızlanmasında yardımcı olacaklardır.
Son olarak, Hıristiyanlığın başlangıç dönemi, bir yandan Nazarethli İsa'nın gerçek öğretisi ile öte yanda kendisini izleyen ve öğretisini yaymak isteyen ama onun kadar yetenekli olmayanların yanlış anlamaları ve abartmaları arasındaki mücadelenin öyküsüdür. Ancak, Roma İmparatorluğu'nun ekonomik koşulları bozuldukça özellikle kentlerde Hıristiyan dinini kabul edenler hızlı çoğaldı. Özellikle 4. yüzyılın başlarında İmparator Konstantin yeni dini kabul edince Hıristiyanlar, bir kurum olarak Hıristiyanlık ve onun başına geçecek olan "Papa", hesaba katılması gereken güç oldular. Bundan sonra, dünyevi monarklarla ruhani Papalık, yani kilise ile devlet arasında yetki mücadelesi başlayacaktır. Bunun birlikte, Roma barbar istilaları karşısında çökünce, geniş mülkleri ve yaygın etkisiyle klasik geleneği koruyan ve Avrupa'yı olduğu kadar Hıristiyanlığı da yeni bir çağa götüren kilise oldu.
[1] Bu anlayış, eski çok tanrılı dinlerde ve özellikle eski Mısır inanışlarında da vardı. Ancak, bu dinlerde insan öldükten sonra dirilecek ve başka bir gövde içinde gerçek dünyada yeniden yaşayacaktı. Mezarlara, bu dünyayla ilgili eşyaların cesetlerle birlikte konmasının nedeni budur.
Not: Bu ilgili makale Oral Sander'in "Siyasi Tarih ilkçağlardan 1918'e" adlı eserinden yararlanıp yazılmıştır.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.