Orta Asya'daki eski Türklerin dilinde "sarp dağ yamacı" anlamına gelen Ergenekon'la ilgili destanı bilmeyen yoktur. Türklerin yeniden doğuşunu ve çoğalarak Orta Asya'ya egemen oluşlarını anlatan bu efsanenin adı aynı zamanda Soğuk Savaş döneminde NATO ülkelerinde kurulan gizli anti-komünist örgütün, kontr-gerillanın Türkiye'deki kolunun adı olarak da gündeme gelmiştir, ama şu anda konumuz bu değil.
Ele alacağımız konu, günümüzden yaklaşık üç bin yıl önce demirden bir dağı eriterek yurt edindikleri Ergenekon'dan çıktığı söylenen Türklerin daha sonra yurt edindikleri Anadolu'da bir dağ ile bir türlü başa çıkamamaları...
Ergenekon Destanı'nın değişik biçimleri var ama en yaygın olan anlatıma göre, Aral Gölü civarında olduğu varsayılan demir dağın eritilme efsanesi şöyle gelişiyor:
Hunların büyük imparatoru Oğuz Han'ın ölümünden sonra Türklere sırasıyla Gök Han, Ay Han, Yıldız Han, Deniz Han ve İl Han başbuğ olur. İl Han'ın döneminde tüm Türk bölgeleri egemenliğine girince, bunu kıskanan yabancı kavimler, özellikle Tatarlar birleşip İl Han'a saldırırlar ve çarpışma sonunda Türkleri kılıçtan geçirirler.
İl Han'ın oğlu Kayı ve yeğeni Dokuz Oğuz eşleri ve çocuklarıyla birlikte esir edilir. Daha sonra Tatarların elinden kurtularak eski yurtlarına geri dönerler. Burada dağınık ve ürkmüş bir halde birçok at ve besi hayvanı bulurlar. Bunları da yanlarına alıp kendilerine güvenli bir yurt ararlar. Bir kurdun ayak izlerinin peşinden giderek çıkış yolu görünmeyen sarp dağların arasında yemyeşil, çok güzel bir yer bulurlar ve Ergenekon adını vererek buraya yerleşirler. Bu iki ailenin çocukları birbirleriyle evlenerek çoğalırlar.
Mutlu-mesut yaşadıkları yılların ardından çoğalarak artık Ergenekon'a sığamaz olurlar. Sonunda 400 yıl kaldıkları bu yurttan çıkmaya karar verirler ama çıkış yolunu bulamazlar. Nasıl onları oraya bir kurt getirmişse yine bir kurdun sayesinde çıkış yolunu bulacaklardır. Nitekim koyunlara saldıran bir kurdun izlerini takip ederek bir mağaraya ulaşırlar. Mağaranın dibinde küçük bir delik vardır ve kurt oradan çıkmıştır. Bu deliği büyütmek isterler ama mağaranın bulunduğu dağ demirdendir. Bir demirci ancak dağın ateşe verilmesiyle yolun açılabileceğini söyler. Bunun üzerine Kurultay toplanır ve dağın eritilmesine karar verir. Dağın çevresine odun ve kömür yığarak yetmiş büyük körükle dağın tutuşmasını sağlarlar. Böylece dağ erir ve Türkler de Ergenekon'dan çıkarlar.
Daha sonra aradan yüzlerce yıl geçer ve Türkler Orta Asya'dan yola çıkarak Anadolu'ya gelirler, yeni yurtları artık burasıdır. Gel zaman, git zaman bu topraklar üzerinde çeşitli devletler kurarlar, kurduklarını yıkar, sonra yenisini kurarlar ve derken en sonunda Türkiye Cumhuriyeti'ni kurarlar.
Artık bunun Türklerin son devleti olduğu ve sonsuza kadar varolacağı söylenirken, bir yandan da Anadolu toprakları üzerinde çağdaş uygarlık seviyesini yakalamak için bir uğraş verilmektedir. Çağdaş uygarlığın egemen olduğu ülkelerde yük ve yolcu taşımacılığında ağırlık demiryolundadır ve denizin olduğu ülkelerde ise tabii ki denizyolu da önem taşır.
Nitekim Anadolu da dört yanı denizlerle çevrili bir yarımadadır ama Cumhuriyeti kurduklarında artık bin yıldır bu topraklarda yaşayan Türkler arkalarını denize dönerek yaşamayı tercih ederler. Demiryolları ise cumhuriyetin ilk yıllarında biraz gelişir, hatta marşlarda "Demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan" falan derler ama gerçek hiç de öyle değildir. Montaj otomotiv sanayii devreye girince, yerli ve yabancı tekellerin çıkarları doğrultusunda demiryolları bir kenara bırakılır ve yurdun dört bir yanı karayollarıyla örülmeye başlanır.
Çünkü yirminci yüzyılın sonlarına doğru başbakan ve cumhurbaşkanı da olmuş bir "Büyük Türk Büyüğü" Turgut Özal demiştir ki; "Demiryolu komünistlere özgü, özgürlük imkanı tanımayan bir ulaşım ve nakliye sistemidir. İstediğiniz yerde inip, binemezsiniz. Ama karayolu özgürlük demektir, nerede isterseniz iner, binersiniz."
İşte böylece akıp giden yılların ardından yirminci yüzyılın sonlarında karayolları yolcu taşımada yüzde 95, yük taşımada da yüzde 93 oranına ulaşmıştır. Bir yandan da cumhuriyetin ilk yıllarındaki "demirağ heyecanı" gibi memleketi "otoyol heyecanı" sarmış ve yeni anayurdun dört bir yanı otoyollarla döşenmeye başlanmıştır. Başlanmıştır başlanmasına ama işte bu noktada Türklerin karşısına bir dağ çıkmıştır; Bolu Dağı.
Bir zamanlar halk kahramanı eşkıyalara yataklık eden Bolu Dağı cumhuriyetin iki büyük kentinin, İstanbul ve Ankara'nın ortalarında tüm heybetiyle yükselir. Başta bu iki kent olmak üzere, İstanbul'u Anadolu'ya bağlayan karayolunda seyreden araçlara etmediğini bırakmaz. Üç bin yıl önce atalarının Ergenekon'dan çıkmak için demirden dağı eritmeleriyle övünen Türkler Bolu Dağı karşısında yıllarca çaresiz kalırlar. En sonunda yapımına başlanan Anadolu Otoyolu ile bir tünel açarak bu dağın hakkından gelmeye karar verirler. Edirne'den başlayan Anadolu Otoyolu Bolu Dağı'nın eteklerine kadar gelir ama 6 kilometrelik iki viyadük ve 7 kilometrelik iki tünel bir türlü bitirilemez.
Yıllarca süren çalışmalar ve trilyonlarca harcamadan sonra "Bitti, bitecek" derken 12 Kasım 1999'da Düzce'de 7.2 büyüklüğünde bir deprem meydana gelince Türkler arasında yeniden bir tartışma başlar; bu tüneli yapalım mı, yapmayalım mı? Vazgeçecek olursak şimdiye kadar harcadığımız 400 milyon dolar ne olacak? Yapacaksak tam da fay hattının üzerine kondurmuşuz, böyle hiç güvenli değil...
2000 yılında bir gazetede çıkan haberde şöyle yazmaktadır: "Trilyonlar tünelde kaldı. Uyarılara karşın fay üzerine inşa edilen Bolu Dağı geçidinin güzergahı değiştiriliyor. Düzce depreminin ardından yapılan 'hasar yok' açıklamalarından yaklaşık 6 ay sonra Bolu Dağı Tüneli inşaatının durdurulması gündeme geldi. Bugüne kadar 433 milyon dolar harcanan Bolu Tüneli'nin şimdiki güzergahın 2 kilometre sağma kaydırılması planlanıyor.
Karayolları Genel Müdürü, yeni bir tünel girişi oluşturmak istediklerini, bu projenin de 107 milyon dolara mal olacağını söyledi. Geçmişte harcanan miktarla birlikte Bolu Dağı geçidinin maliyeti en az 490 milyon dolara yükselecek. Yeni tüneli yine Astaldi-Bayındır ortaklığı yapacak. Bolu Tüneli'nin hiçbir zaman dikiş tutmayacağını belirten uzmanlar 'Tünel yıkıldıkça firmalar para alıyor' diyorlar."
Başka bir gazetede Karayolları Genel Müdürü'ne yanıt veren Türk Müteahhitler Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Kadir Sever ise Bolu Dağı Tüneli'ni bir mühendis olarak kendisinin yapmayacağını belirterek, "Tünelin içinde binlerce insan hayatını yitirdiğinde bunun sorumlusu kim olacak" diyor ve şöyle devam ediyor: "Bana sorsalardı, ben Bolu Dağı'nda tünel yapmazdım. Bolu Dağı Geçidi'nde pek çok heyelan olurdu. Bolu Dağı'nda trafiğin en az olduğunda bile heyelan nedeni ile yol zaman zaman tıkanırdı. Heyelan hala var.
Bolu Dağı'na tünel yapılmaması gerektiğini yetkililere pek çok kez söyledik. Ancak bir teki bile bizi dinlemeye cesaret edemedi. Çünkü yatırımlar yapılmış, şimdiye kadar 400 milyon doların üzerinde para harcanmış. Çalışmalar durdurulduğu zaman bu işi yapanlara neden yanlış karar verdiniz diye sorarlar. Bolu Tüneli en son teknoloji ile yapılması durumunda dahi risklidir. Tünelin içinde 300-400 araba varken bir zelzele olması durumunda binlerce insan hayatını yitirdiğinde bunun sorumlusu kim olacak merak ediyorum."
İşte böyle, Ergenekon efsanesini hatırladıkça utanç içinde yüzleri kızaran Türkler neredeyse çeyrek yüzyıldır başa çıkamadıkları bu dağla ne yapacaklarını kara kara düşünüyorlar. Üstelik de 2000 yılında tünelin yapımıyla ilgili Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'nda Ergenekon Destanı'nı parti programlarından bile daha fazla ciddiye alan bir parti var!
Ya bu destanda bir tuhaflık var, ya da Anadolu'ya göç ettikten sonra Türklere bir şeyler oldu!
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.