1933 Almanya'da tüm Montessori okulları kapatılır.
"BAĞIMSIZ OLMAYAN BİRİ ÖZGÜR DE OLAMAZ."
Çok güzel, çekici ve hitap yeteneği olan genç bir kadın, çok önemli bir sorunla toplum önüne çıkarsa ne olur?
Dış görünüşü sayfalarca anlatılır. Söyledikleriyle ise pek ilgilenilmez. 26 yaşındaki İtalya'nın ilk kadın doktoru Maria Montessori 1896 Berlin uluslararası kadın konferansında bunu yaşar. Ülkesinin delegesi olarak aynı iş için erkeklerin aldığının yarısı, hatta bazen daha az ücretle fabrikalarda ve kırsal kesimde günde on sekiz saate kadar çalışan altı milyon İtalyan kadın adına konuşur. Ve bunun üzerine basın tarafından, "Ne harika, özgür bir kadın! Herkes onu kucaklamak istiyor gibiydi. Ne söylediğini anlamayanlar bile onun müzikal sesinden ve ifadesinden büyüleniyordu," diye alkışlanır.
Konuşmacı kadın "Gün ışığı" ve "iç açan görüntü" olarak tanımlanır. Gazeteciler onun "müzikal tonlamalarını ve şık eldivenli elleriyle zarif jestlerini" överler. İtalyan Illustrazione Popolare muhabiri beğenisini şöyle ifade eder: "Zarafeti tüm gazetecilerin kalemlerini -tüm kalpleri de denebilir- fethetti. Berlin'deki bir gazeteci kendi albümünü süslemek için bizden bu şahane doktorun fotoğrafını rica etti, fakat sadece onun bireysel zevkini tatmin etmeyi doğru bulmadık ve bunun için fotoğrafını burada yayınlıyoruz."
İltifatlar...
"Yüzüm artık gazetelerde görülmeyecek ve hiç kimse benim sözde büyüleyiciliğimin şarkısını söyleyemeyecek!" diye yazar bu şahane özgür kadın, kongre sonunda evine gönderdiği mektupta. "Ben ciddi işler yapacağım."
Herhalde bununla "Ciddiye alınmak istiyorum," demek ister. Çünkü "ciddi işi" çoktan yapmıştır. Babasına, tüm profesörlere ve öğrenci arkadaşlarına rağmen, İtalya'nın ilk tıp öğrencisi olarak harika bir diploma sınavı vermiştir. Roma Üniversitesi psikiyatri kliniğinde asistan olarak çalışmaktadır.
Görevleri arasında Roma'daki tımarhaneleri (bir zamanki adıyla) ziyaret edip, klinikte tedavi görecek hastaları seçmek de vardır. Buralara çocukların da kapatılmış -aslında hapsedilmiş- olması ürkütür onu. Bir odada çömelmiş, boşluğa bakarlar ve meşgul olacakları hiçbir şeyleri yoktur. Çünkü zaten delidirler. Yapacakları tek şey pis ekmek parçalarıyla oynamaktır. Sadece tıbbi yöntemlerle bu çocuklara yardım edilemeyeceği gerçeğini anlar. Dışarıdan bir uyarı gelmedikçe duyularını nasıl geliştirebilirler?
Bu andan itibaren pedagoji öğrenmeye de başlar. O zamana kadar beyinsel özürlü çocuklar için yazılmış her şeyi okur, özellikle de son iki yüzyılın eğitim kuramının ana eserleriyle ilgilenir. Bu fikirlerden giderek kendi özel kuramını geliştirir. Konferans gezilerinde kendi fikirlerini anlatır, "Önce duyuların eğitimi, sonra anlayış eğitimi"dir ilkesi.
Bu ilke daha sonraları sağlıklı çocukların eğitimi üzerine çalışmalarını da belirleyecektir, "Çocuklar fazla yorulmadan veya tecrit edilmeden sabahtan akşama kadar meşgul edilmelidir. Onlara önce çok basit şeyler öğretmeliyiz; hedefe en kısa yoldan düz bir hat çekerek varılması gibi, tuvaletlerin kullanılması, kaşığın kullanılması gibi. Sonra dikkatlerini duyu organlarına çekmeliyiz. Örneğin çeşitli renk, boy ve kokudaki çiçekler yardımı ile onların görme ve koku duyularım harekete geçirmek için bir bahçede gezdirelim. Kas çalıştırması için jimnastik yaptıralım. Onların dikkat ve ilgisini uyaran dokunma duyusunu çalıştıracak farklı yüzeylere sahip bir sürü eşya verelim. Duyu organlarının eğitimi yoluna koyulduktan ve ilgi uyandırıldıktan sonra, asıl derse başlayabiliriz. Alfabeye giriş yapabiliriz. Fakat kitapla değil, çeşitli renklere boyanmış, parmakla dokunup, hareket ettirilebilecek kabartma harflerin bulunduğu küçük bir tahtayla. Yavaş yavaş el becerilerini öğretebilir ve en sonunda ahlaki eğitim verebiliriz."
"Güzel bilgin" (gazetelerde hâlâ böyle tanımlanmaktadır) söylediği her şeyi pratik olarak denemiştir. Bir grup zayıf zekâlı çocuğu, birkaç ay sonra normal okullarda okuyan çocuklar kadar başarılı duruma getirir. Tüm uzmanların kabul ettiği büyük bir olay olur bu. Bayan Dr. Montessori'nin eğitim konusundaki fikirlerine dikkat çekilir. İtalya'da özürlü çocukların eğitimi için bir birlik kurulur.
1900 yılında bu birlik daha sonra "sorunlu çocuklar"ı eğitmek üzere öğretmenlerin yetiştirildiği tıbbi Pedagoji Kurumu'nu açar. Kuruma bir okul da eklenmiştir. Maria Montessori yönetimi üstlenir. O ve mesai arkadaşları sürekli çocuklarla beraber olup, onları tüm dikkatleriyle izleyerek eğitim ve oyun malzemelerini denerler.
Her yönden Maria Montessori için başarı söz konusu iken, neden özellikle şimdi toplumdan kaçar? Okuldaki çalışmalarından vazgeçip bir süre gözden niçin kaybolur?
Bugüne kadar hayatını anlatan birçok biyografide bu dönemde Maria Montessori'nin ne yaptığından söz edilmemiştir. Çizdiği tablo bozulacağı için mi? Kendisi bu konudan hiç söz etmediği için mi? Tüm yaşamını ve etkisini çocuk eğitimi reformuna adayan bu kadın anne olmuştur.
Ve bunu saklar. Daha sonraları yaşamın ilk yıllarında kaçırılanlardan söz ederken, "çocuklara başlangıçtan beri saygılı davranmalı" diyen; bunun için de annenin bebeğini emzirmesini savunan bu kadın, kendi çocuğunu doğumdan hemen sonra terk eder ve küçük oğlu Mario bir süt annenin yanında taşrada yetişir; daha sonra da bir yatılı okula gönderilir.
Mario "anne sevgisi"ni tanımaz. Annesinin kim olduğunu öğrendiğinde neredeyse yetişkin bir erkek olmuştur. Bundan sonra da bu sırrı dışarıya açıklamasına izin verilmez. Tüm benliği ile "çocuğun onuru" için savaşan bir kadının fikirleriyle bu davranışı nasıl bağdaştırılabilir?
Maria Montessori, aslında bilinmeyen bir nedenle, oğlunun babası ile evlenmemiştir. Yüzyılın başında, İtalya'da evlilik dışı bir anne olarak yaptığı bu yanlış hareket, kendisini bir günde milletin "ağzına sakız" edebilirdi. Bu arada otuz yaşındaydı ve sahasında o zamanlar bir kadın için olağanüstü başarılı bir otorite sayılırdı. Çocuklarla çalışmaktan son derece hoşnuttur. Şanssızlığı, arada sırada kaçamak yapabilecek bir erkek olmayışıdır...
Oğluna olan özlemi daha sonra ortaya çıkar. Oğlunu "yeğeni ve sekreteri" olarak, çıktığı tüm seyahatlerde yanına alır ve ölümüne kadar onunla birlikte yaşar.
Yine de bir oğlu olduğunu dışarıya karşı saklar. Bunun yanı sıra başkalarının çocuklarıyla daha fazla ilgilenir. Okulları gezer, sınıflara girer, öğretmenlerin nasıl öğrettiklerini, öğrencilerin nasıl öğrendiklerini izler. Çocuklar dondurulmuş kelebekler gibi sıralarına çakılı, oturmaktadır. Vücutları hareketsiz, zorunlu bir sessizlik içinde, övgü ve sövgü; tüm bunlar, çocuğun doğal yeteneklerini bozduğu için, "aşağılayıcı" görünür ona.
Maria Montessori kendi kendine, "Yöntemimi normal çocuklarda da kullanırsam ne olur?" diye sorar. Bu düşüncelerin tam ortasında tesadüfen bir teklif çıkar ortaya. İşçiler için bir sitede ucuz evler sunan bir inşaat firması bir soruna çözüm bulamamaktadır. Kiralık lojmanlarda oturan herkes meslek sahibidir. Anne ve babalar gündüzleri işte olunca çocuklar (elliden fazla) gözetimsiz kalmaktadır.
Acaba Bayan Dr. Montessori bir şey yapabilir mi?.. Montessori teklifi kabul eder. Ve böylece, daha sonraları sayısız ülkede taklit edilecek olan, ilk Montessori Çocuk Yuvası oluşur. 6 Ocak 1907'de resmi bir törenle açılışı yapılır.
"Neyin etkisi altında kaldığımı bilmiyorum," diye anlatır Maria Montessori 25 yıl sonra bu olayı, "fakat bir hayalim vardı ve bu hayalin etkisiyle yanıp tutuşurken dedim ki, bu işi üstümüze alırsak çok önemli bir iş yapmış olacağız ve günün birinde dört bir yandan insanlar bu eseri görmeye gelecekler." Onun hedefi, çocuklara "kendi kendilerini yaratma" imkânını vermektir.
Çocukların kendilerine özgü ritimleri ve ihtiyaçları vardır. Yetişkinlerin genelde düşündüğü gibi terbiye edilmiş "ev cüceleri" ya da "şaklaban" değillerdir. Onlara saygıyla muamele edenler, etkin ve bağımsız bireyler olarak ne kadar çabuk gelişeceklerini görecektir.
Maria Montessori'nin eğitim anlayışı buydu. En küçük çocuğun bile yerinden oynatabileceği, çocuk boyutlarında masa ve iskemle tasarımları; yüksek, kapalı dolapların yerine geniş ve alçak, çocukların oyuncak ve malzemelerini isteklerine göre seçebilecekleri dolaplar yapar. Çocukların bizzat bakacakları hayvan ve bitkiler getirir.
Erkekler ve kızlar yemeklerin hazırlanmasından ve ev işlerinden sorumludur. Durmadan çocukları kendi başlarına bir şeyler yapmaya yönlendirmeyi vurgular. "Getir, ben yaparım!" değil, "Sana nasıl yapılacağım göstereyim ki, hemen kendi başına yapabilesin!" Çünkü, "bağımsız olmayan biri özgür de olamaz." O, erkek ve kızların daha çocukluklarında ayrılarak, başlangıçtan itibaren farklı eğitilmelerini doğru bulmaz.
Tam tersine iki cinsiyet daha gençken bebek bakımında birlikte eğitilmelidirler ki, günün birinde bebeğe süt şişesini verebilen ve çocuk arabasını itmekten utanmayan "ideal baba tipi" oluşsun. Bir yıl içinde Maria Montessori'nin devrim yapan eğitim yöntemi tüm İtalya'da tanınır. Yeni çocuk evleri kurulur. 1909'da Maria Montessori düşüncelerini ve yöntemini kitap halinde yayınlar: Çocuk Yuvalarında Çocuk Eğitimi Üzerine Bilimsel Pedagoji Yöntemi.
Kitabı kısa zamanda yirminin üzerinde dile çevrilir. Gazeteciler, öğretmenler, din adamları, doktorlar ve devlet memurları "Montessori Modeli"nin pratikte nasıl olduğunu görmek için Roma'ya giderler. Tüm Batı Avrupa'da, ABD, Çin, Japonya, Hindistan, Avustralya ve Güney Amerika'da Montessori okulları ve dernekleri kurulur.
Maria Montessori'nin kendisi ise, eğitim kursları düzenler ve sistemini sayısız seyahatlerinde anlatır. İkinci bir kitapta eğitim araçlarını, yapılarını ve kullanımını açıklar. Almanya'da ilk Montessori Okulu 1922'de açılır. On yıl sonra sayıları 34'e çıkar.
Ve bir yıl sonra da Naziler, Berlin'de sevilmeyen yazarların kitapları ile birlikte tüm Montessori malzemelerini ve yayınlarını yakarlar. Montessori pedagojisi yanlıları ancak ellili yıllarda Batı Almanya'da tekrar işe başlayabilir. Montessori Metodu'nu eleştirenler de olmuştur. Fakat, ilk olarak tavsiye ettiği birçok .şey (örneğin çocuklar için özel mobilyalar) bugün çocuk eğitiminin en doğal unsurlarıdır, onun yöntemi kullanılmasa bile.
Maria Montessori, zamanında insanlığın özgürlük eğitimi için savaşmıştır. "Bana yardım edin, kendim yapayım!" Bu, her çocuğun tüm yetişkinlerden ricasıdır ve bu rica bugün tüm Montessori yuvalarının girişinde büyük harflerle yazılı durur. "Benim işim tek bir ulusla sınırlı değildir," demiştir Maria Montessori yaşamının son yıllarında bir kez daha. Bunun için de arzusu, öldüğü yerde gömülmektir.
1952'de 82. doğum gününden birkaç ay önce, Noordwijk'de, (Hollanda'nın kuzey denizi sahilindeki bir köyünde) beyin kanaması geçirir. Burada gömülür. Anne ve babasının Roma'daki kabrinde bulunan bir anı taşında şöyle yazar:
"Sevgili vatanından uzakta, kendisini dünya vatandaşı yapan çalışmasının evrenselliğinin tanığı olarak, isteği üzerine!"
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.